- 790 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
-70’LER DE ÇOCUK OLMAK-(1)
İnsan hayatını bir nehre benzetirsek; Çocukluk nehrin kaynağındaki saflık, berraklıkla simgeleşir. Bisikletin, uçurtmanın, elma şekerinin, balonun, topun, kâğıt helvanın, sakızın, su tabancasının, oyuncağın, çizgi filmin, yuvaya gitmenin, yalanı ortaya çıkınca yüzü kızarmanın, koşarken düşmenin, arkadaşlıkların, atlıkarıncaya binmenin, yumurtalı sütün, balık yağının, çikolatanın, gofretin, çokomelin, çokomilkin, çokonatın, didonun kısaca her şeyin ilki. Hayatın koşturmasından uzak, bugün baktığımızda gülüp geçtiğimiz eften püften olayları kaygıyla karşılamak. Küçücük mutluluklardan tat alabilmek. Babamıza sınav sonucunu söyleyememek veya yüksek bir notu söylemeden önce içi içine sığmamaktır.
Her insanın hayatında bir çocukluk devresi vardır da; 1970’lerde çocuk olmak nasıl bir şey, neleri kapsar? Her şeyden önce Bursa’daki ilk yıllarımızı hatırlatır bana. Namazgâh semtinde, Umurbey hamamının arkasına düşen Çıngıllı sokak ilk sokağımızdır. Son zamanlarda şehirleşmeye bağlı olarak, binalarla örülü çok küçülmüş bulurum ilk sokağımızı. Bir ucundan diğer ucuna ne kadar da çabuk kat ediyorum. Halbuki o zamanlar öyle midir? Bahçelerle, arsalarla çevrili büyücek bir alandır. Hani ucu bucağı belirsiz değilse bile, öyle bir solukta da aşılmazdı. O zamanlar bakkallar vardır. O küçücük dükkânda iğneden, ipliğe varıncaya kadar yok yoktur adeta.
Sonra ilkokul yıllarım gelir. Birinci sınıf 1973 senesine karşılık gelmektedir. Cumhuriyetin ilanının ellinci yıl dönümü dolayısıyla, Bekir Sıtkı Erdoğan’ın güftesi ve Necil Kâzım Akses’in bestesiyle 50’inci Yıl Marşının söylendiği bir yıldan söz etmekteyim.
Ardından okumayı sökmek ve gelsin Cin Ali’ler. İlkokul birin fişleri nasıl unutulur. Benim adım Ali, benim adım Ayşe, koş Ali koş. Sıcacıktır o slogan gibi cümleler. Bir gün ateşlenip okula gidemiyorum da bir sınıf arkadaşım okul çıkışı o gün verilen fişleri eve getirir. İlk 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs. O yılların bayramları arasında 27 Mayıs, Anayasa ve Hürriyet bayramı olarak kutlanmaktadır. İlkokula ilk başladığımda cumartesi de yarım gün okula gidilir. Setbaşı ilkokulunun öğrencisi idim. Öğretmenimizin çizgisiz defter tercihi yazımı olumsuz etkiledi diye düşünürüm hep. Demem o ki; Oturduğumuz sokağı çevreleyen bayırlar misali bayır aşağı giden cümlelerim, hey gidi. Yine ilkokul yıllarımda Kurt ile Kuzu, Leylek ile Tilki türü kitapçıkları ne çok severim. Beş yıl boyunca her sene farklı bir öğretmende okumam benim talihsizliğimdir. Hele ikinci sınıfta iyice mübalağa edilir. O sene okula gelen stajyer öğretmenlerin elinde eğitimimiz deneme tahtasına döner.
Daha dün annemizin kollarında yaşarken, çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, şimdi okullu olduk, sıraları doldurduk ya da erken yatarım, erken kalkarım, bir yumurtayı sütle çarparım sözlerinden oluşan öğrenci şarkılarımızın yanı sıra sıcağın sinmiş bana, seni seviyorum ana, sensin bana can veren, sensin bana kan veren veya Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan mısralarından oluşan çocukluk şiirlerimiz ne şirindir.
İlkokulun ilk yıllarındaki Bâki Kurtuluş ansiklopedilerine sonraları Resimli bilgi ansiklopedileri de eklenir. Nebioğlu; Kim, Niçin, Nasıl ansiklopedilerini de unutmayalım. Bu seride Yüz Ünlü Türk, Yüz Büyük Adam, Tarihin Büyük Olayları gibi ürünler aklıma gelir. Hayat bilgisi dersinin dört ve beşinci sınıflarda sosyal bilgiler ve fen bilgisi derslerine dönüştüğünü görürüz. Dördüncü sınıfta delişmen bir bayan beden eğitimi öğretmenimiz vardır. Gösterdiği hareketleri yapamayan öğrencileri eşleştirir ve birbirlerine tokat attırır. Duyduğumuz kaygıyı hatırlarım. Birbirimizin eline sarılır, gözlerimizi kısarak yüzümüzü çekeriz ya da duurr önce ben vurayım deriz. Bugün geriye dönüp baktığımda komedi, fakat o gün yaşadığımız tam bir trajedidir.
1970’li yıllar üç ayrı muhitte otururuz. İkincisi İpekçilik semtinde o zamanların Çocuk Esirgeme Kurumu binasının arkasına düşen Şaban Bahçe İçi sokaktır. Oturduğumuz apartmanın ismi yoktur, no bila yazar girişte. Son yıllarda yaptığım bir gezide aşağı yukarı aynı bulurum sokağımızı. Oturduğumuz apartmana ve muhite şöyle bir bakıyorum da, şüphesiz hiçbir değişiklik yok değil. Sözgelimi Çocuk Esirgeme Kurumunun yerinde uzun yıllardır Altı Nokta Körler derneğinin faaliyet göstermesi gibi. Ya da arkamızda kalan İpekiş fabrikasının yerinde yeller esmesi gibi.
Üçüncü muhitimiz Çekirge, Mutluevler, Nazlı Caddesi olur. 1977’den itibaren burada otururuz. Tabi ilkokulun beşinci sınıfını da 1.Murat ilkokulunda okurum. O zamanlar, oturmakta olduğumuz muhitte şimdiki apartmanların birçoğu yoktur. Hemen her yer bağ bahçe ya da arsadır. Arkamıza düşen bataklık alanda kanal açar, üstümüz başımız çamur içinde kalırdı. Nilüfer çayının çevresi kumsaldır o zamanlar. Yüzmeye giderdim. Suyun zemini balçıktır, ayaklarımız gömülürdü içine. Hani, boğulsam kimsenin ruhu duyar mıydı acaba? Ya da, ağlasam sesimi duyan olur muydu? Kim bilir.
İlkokul yıllarımda okuduğum veya faydalandığım bazı kitaplar arasında Çocuk şiirleri antolojisi, Mehmet Önder’in hazırladığı Mesnevi’den seçmeler, Eleanor Porter’in Pollyanna, Cervantes’in Don Kişot, Selma Lagerlöf’ün Karlar Ülkesi, Robert Louis Stevenson’un Define Adası, Herman Melville’nin Yamyamlar Adası romanları yanında, Ömer Seyfettin hikâyeleri; özellikle de Kaşağı, And, Falaka, Diyet ve Pempe İncili Kaftan, Ahmet Yılmaz Boyunağa’dan Fetih Sancakları, Ülkü Tamer’in Çocuklara Genel Kültür Fen ve Tabiat başlıklı kitabı, Charles Berlitz’in Bermuda Şeytan Üçgeni adlı kitabı, Azeri asıllı İran’lı masal yazarı Samed Behrengi’nin Küçük Karabalık, Bir Şeftali Bin Şeftali, Konuşan Bebek ve Püsküllü Deve gibi masalları, yine Numan Kartal’ın masallarından oluşan bir kitap aklıma gelir.
Ortaokul yıllarım Cumhuriyet lisesinde geçer. Daha önceki dönemlerde rahmetli babamın da öğretmenlik yaptığı bir okuldur. O sene Erkek lisesine geçer babam.
Ortaokul yıllarında gördüğümüz ders kitapları içerisinde Türkçe kitaplarımın yeri ayrıdır bende. Abdullah Birkan, Saffet Aykun, Recep Gökyayla ve İlhan İleri ile birlikte dört yazarlı kitaplardır. Ders konularıyla, okuma parçalarıyla, metin işleme formatıyla dolu dolu kitaplardır. Bu kitaplarımızdan hatırladığım parçalar arasında Mehmet Âkif’ den İstiklâl Marşı ve Çanakkale Şehitleri şiirleri yanında Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Elif’ in Kağnısı, Reşat Nuri Güntekin’ den Bencil Yolcu, İlhan Geçer’ den Türkiye’m Uyanıyor adlı şiir, Cahit Sıtkı Tarancı’dan Otuz Beş Yaş ve Çocukluk adlı şiirler, Ahmet Hâşim’den Yalancı Ay başlıklı okuma parçası, Ömer Seyfettin’den Kaşağı adlı öykü, Yahya Kemal’den Akıncı ve Altor Şehrinde adlı şiirler, Tevfik Fikret’den Halûk’un Bayramı, Sait Faik’den Son Kuşlar, Karanfiller ve Domates Suyu hikâyeleri, Hikmet Birant’dan Keltepe Ormanlarında Bir Gün, Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanından bir bölüm, Schiller’den Wilhelm Tell, Voltaire’den Zadig, Nurullah Ataç’dan Hayranlık ve yazarını hatırlayamadığım İki İyi İnsan adlı bir okuma parçası vardır.
Din ve Ahlâk iki ayrı derstir. Ahlâk dersi bir bakıma felsefe dersidir. Felsefi nazariyeler çerçevesinde ahlâk kavramı verilirdi. Seçmeli Din dersinde ise İslâmın ve İmanın şartları yanında namaz sûre ve duaları da verilirdi. Din derslerinden hatırladığım bir de Arap düşünürü Lahbabi’ nin İslam Şahsiyetçiliği adlı kitabının özetini çıkartmak üzerine ödev konusu verilmesidir
Matematik derslerinde kümeler konusunda; Birleşim, kesişim kümesi, kapsamında olmak, boş küme, venn şeması, eşitlik ve denklik kavramları. Orta ikide modüler aritmetik, orta üçte permütasyon, kombinasyon, olasılık, fonksiyonlar, pascal üçgeni, birinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklemler ve trigonometrik oranlar gelir aklıma. Cebir’ i sever geometriden hoşlanmazdım. Trigonometriye bayılırım ne hikmetse. Karşı dik ve komşu dik kenar ile hipotenüsün birbirleriyle oran ilişkileri ve bunlara bağlı olarak şekillenen sinüs, cosinüs, tanjant, cotanjant, sekant ve cosekant unutulur mu?
Fen bilgisi dersinde de orta birde güneş sistemi ve güneşin katmanları en çok ilgimi çeken konudur. Fakat öğretmenimizle parametrelerimiz farklıdır. Sürekli karayosunu, su yosunu ve liken arasındaki farklılıkları soran bir öğretmenimiz vardır. Orta ikide iş, kuvvet ve güç gibi konular ve bunların problemleri zorlamaya başlar. İş=kuvvetXyol ya da güç=iş/zaman formülasyonları vardır. Orta üçte ise indüksiyon akımı, alternatif ve doğru akım jeneratörü, indüksiyon makarası, aynalar ve mercekler gibi konuları işleriz. Konkav ve konveks aynalar, ıraksak ve yakınsak mercekler hayatımızın vazgeçilmezleridir.
Fen bilgisi dersimize orta ikinin ilk döneminde giren öğretmenimizle ilgili ilgi çekici olaylar hatırlarım. Derslerde sık sık fıkra anlatır ve annesinden söz eder. Ben bir yerlere geldiysem annemin sayesinde demesi hatırımdadır. Bir gün bana sorduğu bir soruya yanıt veremeyince, defterine eksi işaret koyduğunu belirtmesiyle beraber keyfim kaçar ve gözlerim nemlenir. Öğretmenimizin alttan bir bakışla birlikte yarım artı demesi bir olur. Hani doğru düzgün ders anlatır mıydı meçhul de insandı benim hocam.
Yine orta ikinin ikinci dönemi ve üçüncü sınıfta Fen bilgisi dersimize giren bir başka öğretmenimizin kelimeler üzerinde durması ilginçtir. Tabi burada kastettiğim Fen dersi ile ilgili kavramlar değil de günlük konuşmaya dönük kelimelerdir. Bir öğrenci, örneğin dediğinde mesela deyin derdi sözgelimi. Bu hususa riayet etmeyen ve sürekli örneğin diyen bir öğrenciye taktığını hatırlarım. Bir gün bu öğrenci arkadaşı sözlüye kaldırır. Sorduğu soruya cevap veremeyen arkadaşa söylediği söz ilginçtir. Eğer şarkı söylersen sana iyi not veririm. Buna karşı öğrenci, dersimiz müzik dersi değil ki neden şarkı söyleyeyim der. Elbette öğrenci arkadaş bu tavrında haklıdır. Şüphesiz, bu öğretmenimizin gösterdiği yaklaşımları hazin örnekler olarak hatırlarım.
Ortaokul yıllarımda en çok sosyal bilgiler dersini severim. Öğretmenlerimizden birinin kullandığı sınıfın medar-ı iftiharı tâbiri gelir aklıma. Sanırım, insanoğlunun pohpohlanmaya eğiliminden de hatıra binaen söz etmeliyim. Üç yazarlı sosyal bilgiler kitabımızı hatırlarım; Hey gidi Tarık Asal, Ferruh Sanır ve Niyazi Akşit.
Beden eğitimi derslerimize gelen öğretmenlerim içerisinde biri vardır ki, bana krosu sevdirir. Hafta sonları okulumuzun çevresindeki kavaklık alana hususi olarak koşmaya giderim. Üç tane notu vardır öğretmenimizin. Belirli bir hareketi iyi yapana on, orta karar yapana dokuz, yapamayana ise sekiz verdiğini hatırlarım. Hani yapanla yapamayanı daha insancıl bir vurguyla ayırıyor olmalıydı hoca. Çekiç atmada 1960’lı yıllara ait Türkiye şampiyonlukları da bulunan hocamız 1994 de aramızdan ayrılır. Argoya kaçan hitaplarını hep hatırlarım. Yıllar sonra bir ortamda karşılaştığımda; Adeta hortlaklık derecesinde zayıf olmamdan dolayı bana, ne ulan öyle gebermiş gibi duruyorsun şeklinde bir hitabı vardır. Sosyal ortam içerisindeki o söz dokunmamıştır açıkçası. Çünkü insan çehresiyle tanır, severdim öğretmenimizi.
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.