- 801 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FİKRET BABA - 8
Evlilikleri umduklarından daha çok mutluluk getirdi Fikret ile Gülay’a. Yusuf Can anneannesiyle birlikte yaşamaya devam ederken, Yasemin de annesiyle, Fikret’le kaldı. Ne Fikret’in eski karısı, ne de Gülay’ın eski kocası hiç rahatsız etmediler onları, mutluluklarına gölge olmadılar. Herkes kendi hayatını yaşıyordu artık.Yusuf Can sık sık babasını ziyaret ediyor, Gülay ve kızı ile de çok iyi geçiniyordu. Birlikte gezmeye, ders çalışmaya bile başlayan gençler, birbirlerine tamamen kardeş gözü ile bakmaktan hiç tereddüt etmediler. Fikret de Gülay da onların bu davranışlarından daima gurur duydular. Gülay’ın anne, babası ve diğer yakınları da onlarla dialoglarını ve ziyaretlerini sürdürdüler. Fikret, anne bildiği Esma hanımı da asla unutmayıp, her fırsatta ziyaretine gitti, hal ve hatırını sormayı ihmal etmedi.
Yaz tatilinde Fikret’in memleketi Denizli’ye gittiler. Yusuf Can ve Yasemin de onlarla birlikte oldular. İdeal bir aile olmuşlardı artık. Hepsi de çocuklar gibi mutluydular.
Bir gün mutluluklarını kıskanan felek, bir acı tattırmak istedi onlara. Oğlu Yusuf Can için babalık davası açmaya kalkan Necla’nın sayesinde Türkiye’de bir oğlu olduğunu öğrenen İngiliz, karşı dava açıp, Yusuf Can’ın velayet hakkını kazanmıştı. Necla’nın buna itirazı bile olmadı. Bir gün avukatı ile Türkiye’ye gelen adam, Yusuf Can’ı bulup İngiltere’ye götürmek için mahkeme kararı aldığını söylediğinde, en çok anneannesi Esma hanım yıkıldı. Kızını aradığında, umurunda bile olmadığını görünce, son çare olarak Fikret’i aradı. Beyninden vurulmuşa dönen Fikret, koşarak geldi. Yusuf Can, gitmemek için çırpındı. Biolojik babasını asla kabul etmek istemedi.
’ Benim bir tane babam var. O da Fikret öğretmen ! Peydahlayıp gitmekle baba olunmaz . Bana o sahip çıktı, o büyüttü. Babam odur benim ! ’ diye inletti ortalığı. Kapıda gördüğünde de boynuna sarılıp ;
’ Babacığım ! Ne olur bırakma beni ! Ben İngiltere’ye falan gitmek istemiyorum ! ’ diye yalvardı.
Avukat, mahkeme kararını gösterdiğinde Fikret, çaresizliğine isyan edip, diz çöküp ağladı. Baba oğul birbirlerine sarılıp uzun süre ağladılar . O sırada eve gelen Necla ;
’ Ne oluyor burada ? Sen kim oluyorsun ? Bırak çocuğu ! Görmüyor musun ; asıl babası gelmiş işte ! ’ deyip kolundan tutup kaldırdı oğlunu.
’ Hayır anne ! Benim başka babam falan yok. Ben hiç bir yere gitmiyorum ! Ne olur göndermeyin beni İngiltere’ye. Babamdan ayırmayın ! ’ diye ne kadar ağlasa , yalvarsa da faydası olmadı.
’ Oğlum, senin asıl baban o ! Ne güzel işte bak , seni kabul edip, sahiplenmeye, İngiltere’ye götürmeye gelmiş. Senin akranların, İngiltere’ye gitmek, orada yaşamak için göbek atarlar. Hadi topla eşyalarını. Adam kızıp da vaz geçmeden düş peşine. ’
Fikret, yapabileceği hiç bir şeyi olmadığını anlayınca ;
’ Üzülme oğlum. Belki hakkında hayırlı olanı budur. Allah’a emanet ol . ’ deyip kapıya yöneldi.
Koşarak son bir defa daha sarıldı oğlu ona.
’ Bir gün döneceğim baba. On sekizime bastığımda, reşit olduğumda, kimse tutamaz beni. Bekle beni baba ; sana söz veriyorum döneceğim. Ölünceye kadar da senin oğlun olarak yaşayacağım. Söz veriyorum baba ! ’
’ Bekleyeceğim oğlum, bekleyeceğim ! ’ deyip göz yaşlarını saklayıp çıktı ,uzaklaştı oradan.
Bu defa anneannesine sarılıp ağladı çocuk.
’ Döneceğim anneanne, döneceğim. Unutma beni, bekle, döneceğim ! ’
’ Canım torunum. Bekleyeceğim seni. ’
Son olarak annesine ;
’ Sen ne biçim bir kadın ve ne biçim bir anneymişsin ? Sana kızmak bile gelmiyor içimden. Sadece acıyorum, o kadar ! Seni asla özlemeyeceğim. Bir daha yüzünü görmek bile istemiyorum . ’ deyip hazırlanmak için odasına geçti. Biraz sonra , biolojik babasının peşinden evinden ayrıldı. Dönüp evine bakarken, anneannesine ve Fikret babasına verdiği sözü tekrarladı :
’ Döneceğim ! İlle de döneceğim ! Size söz veriyorum ! ’
Uçağın camından, aşağıya doğru bakarken bile aynı sözleri tekrarladı. Mektuplar yazdı, telefonlar açtı , İngiltere’den. Anneannesini, babasını hiç unutmadı. Annesini unutmak için çok çaba harcadı. Ne mektup yazdı ne de telefon açtı ona. Rüyalarına bile davet etmedi. Fikret, sık sık Esma hanımı ziyaret etmeye devam etti. Yusuf Can’ı birlikte anıp dertleştiler.
Evliliği çok güzel gidiyordu Fikret’in. Kızları Yasemin’le de hiç bir problemleri olmadı. Onlara uyup namaz kılmaya da başlayınca, anne ve kızının daha çok hoşlarına gitmeye başladı. Akşamları çok sevdiği televizyon dizilerini seyretmesi pek mümkün olmuyordu. Gülay ve Yasemin, genelde dini yayın yapan kanalları ve dini programları izlemeyi tercih ediyorlardı.
Onları kırmamaya özen gösterip, kitap okumak için odasına çekiliyordu. Aklına hayatını yazmak gelmişti. Çocukluğundan başlayarak tüm yaşadıklarını, duygularını, Necla’ya karşı beslediği , gözlerini kör eden büyük aşkı, evliliği, kendinden olmayan fakat sahip çıktığı, sonra da biolojik babasına kaptırdığı Yusuf Can’ı anlattı. Sayfalar dolusu yazdıktan sonra, yazdığına pişman oldu. Kendisi için değil ama oğlu için utandı. Onun hayatını başkalarının öğrenmesine, onun incinmesine gönlü razı olmadı. Hepsini yırtıp yok etti. Bu yaptığından da pişmanlık duymadı. Üstelik, rahatladı. Üzerinden büyükçe bir yük kalkmış gibi hissetti kendini.
Yasemin artık lise son sınıf öğrencisi idi. Üniversitelerde başı kapalı kızların okumasının sorun olmasını çok kafasına takmaya başlamıştı. Bu yüzden İsviçre’deki dayısının yanına gidip tahsiline orada devam etmeyi düşünüyordu. Annesi de bu konuda ona destek verdi.
’ Bizim zamanımızda hiç de sorun değildi başı kapalı üniversite okumak. Ne oldu bu ülkeye de, bir baş örtüsü sorun edilir oldu ? ’ diyordu, Fikret .
’ Ne olacak, din düşmanları ülkeyi bu hale getirdi işte. ’
’ Sırf 12 Eylül darbecilerinin marifeti ! Ülkeyi kurtarma palavrasıyla darbe yapıp, içine ettiler memleketin. ’
’ Sürekli çözümden söz ediliyor, herkes çözülmesinden yana görünüyor ama iş icraata gelince kıvırmayan yok ! ’
’ İşlerine gelen yasaları, gece yarıları bile çıkartıp, sabahları uygulamaya koyabiliyorlar. ’
’ Yazıklar olsun sebep olanlara da çözüme engel olanlara da ! ’
İsviçre’ye telefon edip konuyu ağabeyi ile görüşmek isteyen Gülay, aldığı teklif karşısında önce şaşırdı, sonra da sevinmeye başladı. Ağabeyi Mahmut, Yasemin’i oğlu Murat’a almayı düşündüklerini söyledi. Gülay,kızının hem yabancı birine gitmeyeceğini, hem de tahsiline bu şekilde İsviçre’de çok daha rahat devam edebileceğini düşünüp sevinmeye başladı.
Yasemin de olumlu karşıladı. Murat’ı yakından tanıyordu. Sık sık internette görüştükleri için, aslında sadece birbirlerine aşklarını ilân etmedikleri kalmıştı. Birer kardeş çocuğu olarak sohbetlerini, arkadaşlıklarını yıllardır sürdürmekteydiler. Fikret, olayı öğrendiğinde şok oldu.
’ Böyle bir şeyi nasıl düşünürsünüz ? Kardeş çocukları nasıl evlenir ? Şaşırdınız mı siz ? ’ deyip isyan etti.
’ Dinimizde var. Bu da bize yeter. Bir çok akrabam, tanıdığım bu tür evlilikler yaptı. Bizim oralarda çok var. ’
’ Yine yanlış yorumluyorsunuz ! Dinimiz böyle bir evliliği asla tavsiye etmiş olamaz. Belki zorunlu hallerde izin verebilir sadece ! Bir defa, çocukları sağlıklı olmaz. Bir çok özürlü çocuğun sebebi, akraba evlilikleridir ! ’
’ Adem babamız ile Havva anamızın çocukları başkaları ile mı evlendiler? Bunca insanlık onlardan türemedi mi ? Tüm insanlar özürlü mü doğdu ? ’
’ Yapma Gülay ! Sen cahil bir insan değilsin. Tıp diye bir şey var ve bu tür evliliklerden özürlü çocukların olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu kanıtlıyor. ’
’ Senin tıp dediğin nedir Fikret ? Kur’an ne derse doğrusu odur ! ’
’ Kur’an tıbbı, bilimi reddediyor mu Gülay ? ’
’ Senin o özürlü dediğin doğumların bütün sebebi yanlış, İslâm’a uymayan birleşmelerden oluyor. İnsanlar yanlış günlerde, besmelesiz, abdestsiz yatağa giriyorlar, zevkleri uğruna fantezi dedikleri sapıklıklar yapıyorlar. Bu yüzden öyle özürlü doğumlar oluyor işte. Benim tanıdığım hiç kimse böyle bir doğum yapmadı. ’
’ Yapma Gülay ! Gözünü seveyim yapma. Günahına girme kızın ; harcama onu ! ’
Çok uzun sürdü tartışmaları. Zaman zaman Yasemin de katıldı ve annesinden yana tavır aldı. Bir çok arkadaşı dayılarının, amcalarının çocuklarıyla evlenmişti. O da bunda bir sakınca görmüyordu. Üstelik, dayısının oğlu Murat’tan hoşlanıyordu da. Bir de İsviçre’ye gidip, tahsiline de orada devam edebilecek olmak, çok cazip gelmişti. Tartışmaları kavgaya dönüşmeye başladı. Yine böyle bir tartışmanın en hararetli yerinde, her şeyi yakıp yıkacak o çok ağır sözler çıktı Gülay’ın ağzından.
’ Sen yoksa Yasemin’i kıskanıyor musun Fikret ? Yoksa ne diye bu kadar itiraz ediyorsun bu işe ?’
Tüm dünya bir anda başına yıklıdı adamın. O güne kadar bir an bile üvey kızı olduğunu aklına getirmemiş, öz kızı bilmiş, sevmiş, korumuş ve kollamak istemişti. Akraba evliliği yapmasına karşı oluşu da tamamen onu koruyup kollama isteği idi. Üstelik onun insani değerleri, bir yabancının bile akraba evliliğine karşı olmayı gerektiriyordu. İslâm’ın böyle bir şeyi asla tavsiye etmeyeceğine yürekten inanıyor, böyle evliliklerden de özürlü çocuklar doğduğundan şüphe etmiyordu. Çünkü Kur’an bilime çok önem veriyor ve inananlara da bilime inanmalarını, değer vermelerini tavsiye ediyordu. Önemli bir bilim olan tıbbın da bu konuda söyledikleri önemliydi.
Bir tek kelime daha söyleyemedi o ateşten beter sözlere karşı. Kendisine reva görülen yakıştırma çok ağrına gitmişti. ’ Üvey kızını kıskanan bir üvey baba ! ’. Düşünmesi bile yüreğine işliyordu.
Bu defa hiç bir eşyasını almadan çıktı ; bir daha dönmeyi asla düşünemeyeceği, bir kaç gün öncesine kadar en mutlu günlerini yaşadığı o evden. Nereye gideceğini bilmeden yürüdüğü yollar onu yine sahile götürdü. Fakat bu defa eşi ve çocuklarıyla gittiği yer değildi burası. Daha önce hiç görmediği, gelmediği bir uçurumun kenarıydı. Hiç durmayacak gibi hızla yürüyordu o uçurumun kenarına doğru..
( Devam edecek )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.