- 595 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
gündüz rüyası görmek/ ardahan öyk. 404
Bir yazarı yazmak. Hoşlandığım şey değildir. Kendim söyleyeceğim. Kendi fikirlerim olacak yazdığım şey.
Bir yazarın fikirleri üzerinden yazarı açıklayarak överek yazacağım şey benim fikirlerimin yazısı olmadığı gerçektir.
Ben serzeniş ettiğim duruma birazdan düşeceğim. Birinci görüşüm saklılık kaydiyle... ikinci görüşüm bir mecburiyetten doğdu. Az sonra yazacaklarım bir yaşantı sonucu meydana geldi.
Cuma günü okulda son ders bitmişti.
"İstiklal Marşı" törenini yaptık.
İki öğretmen arkadaşla " Çay içmeden dağılmayalım," dedik.
Çaylar günün yorgunluğunu üstümüzden aldı. Demli çaylar sıcak tattaydı. Sohbetin güzel olması tek başına kırmızı çayların temin ettiği gibi bir şey iddiasında kimse bulunmadı.
Herşey düşeş gelmişte olabilirdi.
"Zaman ve mekân içiçe geçmeli birşey."
Ah onların bir dili olsa da konuşsalarmış...
Gezmekle açmıştık konuşmağı. Parası olan gezecekti. Üçümüz dolaştırıp lafı para şartına bağlıyorduk.
Param olsa... param olduğunda... param yettiğinde.
Paramız olunca gezecektik. Sohbetin seyr-ü seferi belli olmuştu: paramız birikince gezecekmişiz.
Gezemeyecektik... en azından bir müddet.
Doğallıkla SÖZ kendini başka mecraya vurdu. Sıkışmıştı.
Gözlerimiz, Efes’te açtık.
" Efes’i bir sabah, gün doğarken gezdim." dedi arkadaşımız.
" Gözlerim içine içine ışıklar doluyordu."
" Ruhum bir aynanın karşısına geçmişti,"
" Aynada dikkatinizden kaçmış şeyi seçersiniz ya. Fotoğraflar hiç bir nesneye torpil geçmezler. Neyi ararsan o oradadır." dedi.
" Çıplak gözün görmediği şeyler gördüm." dedi.
Çıplak gözle göremediğimiz neler var ki?
Şöförler yolu iyice seçmek için gözlük takarlar. Çıplak gözün zaafı bunlan kalmaz benim bildiğim.
Cengiz hoca çıplak gözle çok şeyler gördüğünü söyledi.
Maurice Marleau- Ponty’nin son kitabıymış: " Göz ve Tin"
Bu kitapta" görünen ve görünmeyen" diye bir ibare vardır.
Sohbetimiz üçüncü arkadaşla devam etti.
O da iyi biliyordu ki gündüz rüyası görmek mistisizmin can damarı konudur.
Lafı esirgemedik gündüz rüyasını kabulen şu görüşleri paylaştık.
1-Gündüz rüyasını sanatçılar görür.
2-Tasavvuf ehli bu konudan haberdardır. Ve ilham diye tabir edilir keşifler için yöntem kabul olunur.
3-Çağdaş bilimler yaratıcılık kapsamında eni konu gündüz rüyasını araştırmış ve pratiğe dökmüşlerdir.
4- "Batı uygarlığı" konudan gayet iyi şekilde yaralanmaktadır.
Bir yerdi.
Seyre dalmıştım.
Dışardaydım.
Yaz sıcağı başımda güneş tesiri açmıştı. Çok uzaklardaki, top çam ağaçları seyrediyordum. Yeşilin bir gram tadı damağımda kalmadı.
Uzaklık, ağaçların rengini değil gövdesini sildi.
Süpürdü.
" Derinlik.
Diğer unsurları seyrediyordum. Nesneleri isimlendirdikçe isim almış nesneler düzlemde sınır çiziyordu. Bu hal mekân oluşturuyordu. Bense nesnelerin zıttına zıttına giderek kavramlar, yeni nesneler ve yeni isimlendirilmeği bekleyen nesneler görüyordum. Bilinmiş nesneleri ikinciye görmemim bir değeri kalmıyordu. Hiç görülmemiş bir nesneyi ise arıyordum..."
Bu şekilde kavramamı sıcağına koruyordum.
" Perspektifi bulmam umulur değil mi?" normalde. Yok öyle bir şey.
Perspektif, renk perspektifi zaten ortaçağlarda keşfedilmişti.
Ben az ilerimde sandalye üzerinde uçmak fenomenin uçurmağa çalıştığı poşetteki bir-iki heceli kelime görüyordum.
Rüzgarın uçuramadığı poşette.
Okuduğum kelime, manzara da kavram haritasında bir noktaydı. Delice dakikalarca baktım.
İngilizce bir kelime yazılıydı.
"Kelimeden birşey çıkarmalıyım," dedim kendi kendime.
Noam Chomsky nasıl becermişti. Babası hahamdı. Oğluna el vermişti. Görünmeyeni, görmeği öğretmişti.
Dönüşümsel dilbilgisi diye bir sistem bulmuştu.
Böyle baka baka, deneye deneye bulmuştu yöntemi. Vâka indinde en azından.
HEAD- HAD- SERHAD...
HEAD...
Bu kelimeyi analiz etmeliydim. Bir sistem kurmama dair birşey istenmiyordu ki benden. Sadece Chomsky’nin yöntemini uygulayarak bir görünmeyeni, görmeğe deneyecektim. Bundan benim kârım bilime inancım berkiyecekti en az. Sık sık inanç tazelemek, bilimsel düşüncenin bir çeşit yazgısı şeydi.
Cengiz hoca Efes’te ışıklar içinde gördüğü şeyi ben kendi olayımla izah edecektim.
"HEAD" kelimesi üstünden görünmeyeni, görmeği görecektim.
Ponty’nin görüş ontolojisi diye kavramsallaştırdığı olguyu.
Sanatın bireyselliği içinde olay - öykü tarzla izaha devam ediyorum.
"HEAD " İngilizce kelime oluşum halinde yaşıyordu. Ve yaşayan bir varlıktı.
" Onda yaşayan varlığın geçmişe doğru boyutunu görmeliydim. Buraya dikkat kesilmeliydim zihnimle," dedim.
" Ben oraya nasıl gidebilirim ki yanlış bir usul mü uyguluyordum?" sorusu aklımdan geçti.
" Böyle transpozisyon haller geçmişte çok kimselerde olmuştu tarihte." okumuştum.
HEAD/ Arapların HADD kelimesiyle benzerliği vardı. Siz de farkettiniz mi?
HADD: Sınır, hudut gibi manaların göstergesi diye belirtilse de lügatler BAŞ manasını saklıyor ama... SERHAD: Farsça’da SERHAD sınır, uç demekmiş.
İngilizce, Arapça, Türkçe, Farsça... dört lisanda bir kelime aynı ses ve nerdeyse aynı anlamda mürekkeptiler.
Siz resimde (manzara) GÖRÜNMEYENİ haritada yerini bulmaya çalışırken o sizi görüyor. Fakat o da sizi bulmak istiyor mu? Ya da, o da sizi görüyor mu? Görüyorsa da istiyor mu? Sevgi konusu biraz bu konuya bulaşsa da şimdi burası yeri değildir. Sevgi konusuna girmeyeceğim.
Elma ağaçtan yere düşmüştü. Newton’dan önce kaç kişinin önüne düşmüştü?
Newton’un başına başına düşmeği çok arzulayan elma bunda çok istekliydi. Newton’un kendisini bulmasına.
Yere düşmek kavramsallığını Newton gördüğü an. Elma ve Newton’un göz’ü adeta vuslat halindeydiler. Gerçekleşmiş bu şeyin ismi: DEM’di.
Dem’de yerine getiriliyor olansa: Vuslat’tır.
" Elma gravitasyonu" ve " Newton’un görmesi" hemhal oldular. Newton bu metafizik olan-biten akli süreçte ne denli hızlı, mahir olursa iyidir.
Kavramsallaştırmağı nereye sevk edecektir şimdi Newton?
" Elma yere düştü," mü? diyecektir, " Elma uzaya düştü," mü?
Gördüğüm nesneyi kavramlaştırmam ve kavramı sevk etmem benim gayretime bağlı birşeydir.
Onu Chomsky’nin bir tekrarı yapmaktan çok öteye taşımam dahi mümkündür.
Bu azim ve irade meselesidir. Bunu istemek lazımdır.
Aradığınızı görmek talihi bir. Bir ikincisi onun da kendini size göstermek istemesidir. Görürken elini çabuk tutup hızla en’lere doğru sevk etmektir üçüncüsü. Becermek, sonuncusudur.
Bulduğunuz şeyin savunusunu yapmak. Canla, başla, ne bulduğunuz önemli değil onu savunmak iradesini gösterebilmenizdir.
Chomsky bunu, görmenin yöntemini kurmuştu.
Ben ise bu yöntemi HEAD kelimesine uygulayarak şunu gördümki HADD, SERHAD, HAD kelimeleri bu dillerde sınır, baş anlamıyla aynı kelimeler olduğuyla lisanların evrensel birlikte bir olgunun ürünü olduklarıydı.
Ben ise HEAD’i görünür de İngilizce kelime olarak BAŞ’la imlendiğini gördüm. Görünmeyen tarafını gördüğümdeyse: HADD, HAT ve SERHAT kelimeleri, Chomsky’nin " Diller sürekli oluş halindedir ve birleşmeğe mütemayyildirler.... evrensel birlik gereğinde onlar bu forma erecektir," demesini. Ki bu usulün kendisini ve yardımını gördüm.
Ben de görmüştüm!
Görünmeyeni: HADD, HAT, SERHAT’i görmüştüm.
Poşetin üzerine yazılı HEAD’in harflerine baka baka derinleştirmiştim düşüncemi... ve nasıl oldu bilmem ama resmi, tasviri, tarifi gördüm.
Görmüştüm.
Ponty’nin GÖRÜŞ ONTOLOJİSİ’ne muvafık olmuştum.
HEAD’in bir görünmeyenini görmüştüm. haritaya girmiştim bir manzaranın içine düşmüştüm velhasılı.
"Bir daha buraya gelirim, bu anı bir yine görürüm, nasılsa harita elimde, yeni bir noktaya daha da yükseğe tırmanırım," demeyiniz! Çünkü olmaz şeyin imkanıdır bu. Ki olmaz.
Eğer ihtimalli şeyseydi yine denemek, buna biz DEM demezdik.
DEM’in buna müsait olmadığını bilmek zorundayız....
Gece rüyadaysa gördüğümdü. Adam ağlıyor, söyleniyordu.
" Tanrım!... Ne diyeceğimi işitiyorsunuz... sizin dışınızda kimsenin duymasını istemiyorum... aramızda... kim dinliyormuş dinlesin... dinleyemez ki; siz ve ben konuşuyoruz... kim bizi duyabilir ki? Ahh Tanrım göz yaşlarım bir damlalardır... çoğalıyor! İnsanları sevmemi siz öğrettiniz bana... benim kabahatim mi?"
Kimseler bilmeyecekti ahhh! Ne konuştuktu!...
Konuşmak VİSİBLE/ Ne konuşuldu İNVİSİBLE....
Gündüz rüyası mı?
HAYDİİİ!... Haydiiii!...
Gadjo Dilo!
yalçıner yılmaz
12-10-2014
çanakkale- kepez
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.