GEÇMİŞİN DERİNDE KALAN İZLERİ..
------Bir yaz günü iznini geçirmek için köye gittiğinde, çocukluğunun geçtiği yerleri görmek ve oradaki acı tatlı hatıraları bir kere daha yaşamak isteği ile doluydu. Her gün bir başka yerde dolanacaktı.
------Tek başına çıktı köyden. Dağ yolunda bazen bir ıslık bazen de o meşhur köy ağzı ile yöresel türkülerden söyleyerek yürümeye başladı. Bir zaman sonra köye yarım saat mesafede, Gedik olarak adlandırılan mıntıkaya vardığında dinlenme ihtiyacı doğdu. Zira hep yokuş yukarı yürümüş ve kasları artık onu taşıyamaz hale gelmişti.
------Yüksekçe bir tepede bir taşın üzerine oturdu ve boşluğa bakmaya başladı.
------İşte o an, köy hayatında yaşadığı olaylardan tam da bulunduğu yerin aşağısında dağın dibinde ve aşağıda akıp giden çayın kenarındaki çanakta kendisini en çok etkileyen olay canlanmaya başladı anılarında.
------Behzat’ların ağılında-yaylasında kaldıkları yıl kuzularını da daima Behzat ile beraber otlatmaya götürürdü. Galiba 9 veya 10 yaş civarında idi her ikisi de.
------Yine o zamanlardan bir gün sabah erkenden yiyeceklerini bir çıkına koyarak ağıldan-yayladan kuzuyu birlikte çıkardılar. Sabahın erken saatleri ve serinlikte kuzular bir saatlik yürüyüşten sonra gitmeyi hedefledikleri dağın yamaçlarına dağılarak iştiha ile otlamaya başladı.
-------Bir zaman sonra Behzat;
-------Yahu Aydın şu ileride bir badem ağacı olacak. Gidip badem alalım mı? diye sordu.
-------Yemeklerinin bulunduğu çıkını bir yere gizleyerek ve badem ağacının bulunduğu yere gittiler birlikte. Epey bir zaman sonra geriye döndüklerinde yemeklerini bıraktıkları yerde bulamazlar. Oysa ki bıraktıkları yeri de işaretlemişlerdi. Hatta özellikle oğlaklar gelip çıkını didiklemesin diye gizlemiş ve üzerine taş da koymuşlardı. İşte tam da yemeği koydukları yerdeler ama yemekten eser yok. Yemek deyince, hem sabah kahvaltısı, hem öğlen yemeği, hem de geç kalma ihtimaline karşı akşam açlığını karşılayacak miktarda nevale.
------Yemek çıkınında yine bir ağıl yerinde ne varsa yiyecek, ondan mevcut bol miktarda. Ve de bir büyük kavanoz yoğurt var.
------Var da yemek nerede.
------Aranırken Behzat’ın gözü birşeye ilişti ve seslendi. Şöyle yirmi metre kadar yüksekliği olan eğimli bir kayanın başından kayanın orta yerinden başlayıp dibine kadar inen bir beyazlığı işaret eden Behzat her zamanki o kendine has komik haliyle,
------ “Ulan tam da bu taşın üzerinden bir kartal geçmiş iyi mi, galiba da ishalmiş-ötürük olmuş, taşa bir sıçmış, en üstten en alt tarafına kadar beyaza boyamış, vay vicdansız vay”
------Durumu tam olarak algılayamadığı için Behzat’ ın bu görüşüne iştirak eder ve güya zavallı kartal ile kendi çaplarında matrak geçerek gülüp eğlenirler bir süre.
------Ancak, o beyazlanmış taşın dibine dikkatli bir şekilde baktıklarında, gördükleri karartı üstüne taş atma istekleri de doğar nedense. Hadi bakalım kim daha çok isabet ettirecek yarışması kendiliğinden başlamış olur böylece. O karartıyı adamakıllı taşlarlar.. Belki her biri yirmişer taş atar ve o karartı her neyse orada bulunduğuna pişman ederler.
------Birden kafasında bir şimşek çakar.
------“Yemek çıkınımız yok. Kayanın yüzü bembeyaz ve aşağıda ne olduğunu bilmeden biteviye taşladığımız bir nesne var. “
------Behzat’ a;
-------“Dur taş atma artık. ”
------Behzat soran gözlerle yüzüne bakar ve
------“Neden yahu daha yeni yeni isabet ettirmeye başlamıştım.
-------“Yahu Behzat o taşladığımız karartı bizim yemek çıkınımız galiba”
-------“Hadi canım sen de” lafından hemen sonra, pişmanlık mı hayret mi nedir bilinmez, şöyle seslenir Behzat;
------- “aanaaaaaaaaa....!!”
-------Aşağı inip baktıklarında, o karartının yemek çıkınları olduğunu görürler. Yemek çıkınları attıkları taşlarla darmadağın olmuştur. İçindeki peynir, soğan, ekmek, yumurta ve diğer her şey.
------Yoğurt kavanozunun kırıkları yemek çıkınının hemen yanıbaşındadır. Belli ki kuzu içerisindeki şeytan kılıklı oğlaklar yemek çıkınını buldular, didişip uğraşırken taştan aşağı yuvarladılar ve kırılan kavanoz içerisindeki yoğurt, koca kayayı baştan aşağı beyaza boyadı. Onlar da bu hal karşısında oradan hiç geçmeyen suçsuz günahsız bir kartalın arkasından atıp tuttular.
------Eee, şimdi ne olacak.? Akşama kadar ağıla gitmeyecekler. Yemekleri tamamen ziyan oldu. İçinde, ayırıp da öğlen yiyecekleri hiçbir şey yok.
------Behzat O’na, O Behzat’a ricacı, gidip ağıldan-yayladan yemek getirmek için.
------Ağıldan yaklaşık kırkbeş dakikalık bir uzaklıktalar. Mesafe, yükselen güneş altında her ikisinin de gözünde büyüyor. Düz ayak gidip gelinecek bir yer de değil üstelik. Dere tepe inip çıkacaksınız. Mevcut bahanelere dahasını da eklemek pekala mümkün.
------Neden..? memlekette iş yapmaktan kaçınmak için yerinenlere söylenen “Erindiğinden ayıya dayı diyor” lafı tam da durumlarına nasıl da uygun geliyor.
------Hiçbiri diğerini ikna edemeyince bütün günü aç karnına geçirme riskini de göze almış vaziyetteler.
------Haydi rast gele.
------Öğle zamanı yaklaşırken kuzuları dağın yamaçlarından, suyun olduğu çanak tabir edilen yere indirirler. Kuzular, burada bir süre daha otlayıp öğlen yükselen güneş sebebiyle sıcaklık artınca dişbudak ağacının dibindeki gölgeye gelecekler öğretilmiş gibi. Bu sebeple de onlar da çaya inip öğlen yemeği için hiç olmazsa balık tutma konusunda anlaşırlar.
------Ancak önce biraz nohut toplamaya karar verirler. Bu nohut, buğday tarlalarının içinde kendi yetişen yabani ve tuzlu bir nohut. Hemen çevredeki tarlalardan yeter derecede nohutu hem toplayıp, hem de yediler. Nohuttaki tuzun yarattığı harareti ise yakınlardaki soğuk kaynak suları ile bastırırlar kana kana.
------Sonra balık tutmaya çıkarlar. Çayda muhtemelen kızılkanat olarak adlandırılan bir balık. cinsi vardır. Sert kılçıklı, fakat son derece lezzetli bir balık. Olta yok. Ağ yok. Ne yapacaklar ?suyun içine yatarak balık olduğunu tahmin ettikleri taşların altını elleriyle yoklayıp balık çıkaracaklar. Bir hayli meşakkatle şöyle böyle on adet kadar balık tutarlar. Hemen pişirmek yerine de çayın kenarında bir küçücük saklama gölü yapıp balıkları oraya koyarlar canlı canlı. Sonra gölde biraz yüzdükten sonra az da uyuyacaklar ve uyandıklarında balıkları pişirip afiyetle yiyecekler ve böylece kaybettikleri yemeğin noksanlığını bu yolla dolduracaklar.
------Uykudan uyandıklarında yaşadıklerı hayal kırıklığını anlatmak mümkün değil. Balıkların yerinde yeller esmez mi..? Tahminen sığ sudaki canlı balık hareketlerini izleyen uçan yamyamlar yemeklerine el koymuş olmalı. Artık balık tutmakta söz konusu değil. Açlıklarını bastırmak için tuzlu nohutun üzerine durmadan hem su içiyorlar, hem de
-------“Akşama bunun acısını çıkaracağız ağılda. Kaymak, bal, peynir, pekmez, ceviz ne varsa yiyeceğiz alimallah” diye söylenmekteler.
-------Böylece akşama doğru saat 17.00 civarında serinlik de bastırıp kuzular yamaçlara dağılmaya başlayınca yavaş yavaş yönlerini ağıl istikametine döndürme zamanı gelir. Zira bulundukları çanaktan kuzu ile çıkıp ağıla gitmek iki saat sürecek. Onun için kuzuyu bir araya toplamaları gerek. Karanlık bastırınca bu iş daha zor olacak çünkü.
-------Behzat bir yamaçtaki kuzulara giderken o diğer tarafa yönelir oturduğu yerden.
-------O da ne ?
-------Sadece birkaç adım atar ve sonrasında sanki boşlukta savrulur delice. O an yer çekimi yoktur sanki. Gözlerinde kararma, baş dönmesi, mide bulantısı ve korkunç bir takatsizlik yapışır yakasına. Kendisini tutmaya çalışır ama nafile. Boşlukta bir tüy gibi oradan oraya fırlatılmaktadır adeta. Ayağa kalkması olası değil.
-------Behzat’a mecalsiz bir şekilde seslenmeye çalışır, birkaç defa, lakin duyuramaz sesini. Sesi de çıkmamaktadır zira. Sonunda hareketsiz olduğunu gören Behzat uzaktan seslenerek, neden kuzuları toplamadığını sorar.
-------“İyi değilim” diyebilir sadece “iyi değilim”.
-------Duyarlı bir adamdır Behzat. Belki de onun gibi hassas bir insan hiç olmadı. Koşup gelir tepeden aşağı yanına,
-------“Ne oldu, neyin var?”
-------“İyi değilim, çok kötü vaziyetteyim ayağa kalkamıyorum”
-------“Yapma.. Ne oldu böyle. Rengin sapsarı. Hay Allah ne yapacağız şimdi” derken gözlerindeki endişeden paniğe kapıldığı belli olur.
-------Bir süre öylece kalır yığıldığı yerde. Behzat ellerine, ayaklarına ve başına masajlar yapar çocuk aklıyla. Sonra ayağa kalkmasına yardım etmesini ister Behzat’tan.
-------Kendisini denemelidir.. Ayağa kalkmalı, Behzat’a yardım etmeli ve ağıla çok uzak mesafedeki bu çanağın içinden çok da karanlığa kalmadan kuzularla birlikte yukarıya çıkmak üzere yola koyulmalıdırlar.
------Ayağa kalkar. İki veya üç adım atabilir ancak. Akabinde olduğu yere yığılır, kalır. yürüyemez, bacakları vücudunu taşıyamaz. Halsiz, kuvvetsiz, dirençsizdir o an.
------Birden kötü kötü fikirler doluşur çocuk aklına.
------Kötürüm mü olmuştur?.
------Yoksa ölecek midir bu dağ başındaki ücra yerde?
------Ürperir, sınırsız korkar olabileceklerden.
------Babası, illa ki annesi gelir gözlerinin önüne. Ondan başka beş çocukları daha vardır. Bununla birlikte üzülürlerdi mutlaka. Hem de çok derinden üzülürlerdi.
------Uzun yıllar önce çocuk yaşta kaybettikleri kızkardeşini anlatırken dahi gözpınarları dolardı. ------Onların hüznünü yaşadı içinde. İlkokulu bitirince büyük şehre giderek O’nu okutmak gibi bir amaçları vardı. Birlikte kurdukları hayalleri kaybedeceklerdi topluca.
Kendisinden çok onların yaşayacaklarını yaşadı ruhunun derinliklerinde. İkinci bir çocuk kaybetmeleri çok ağır gelecekti mutlaka.
------Ağladı için için Behzat’a belli etmeden. Ağladı dağa taşa hissettirmeden.
------Behzat başında çırpınıyor.
-------“Hadi ne olur gayret et. Çıkalım şuradan karanlık bastırmadan. Seni bu halde burada bırakıp yardım istemeye gidemem. Onun için zorla kendini biraz, ben de sana destek olayım.”
------Behzat, bir başka adam. Çocukluğunda da yetişkinliğinde de emsalsiz bir insan adam.
------“Tamam Behzat, uğraşacağım. Sen yukarıdaki kuzuları aşağı indir, ben de bu arada kendimi toplayayım.” dedi halsiz mecalsiz bir şekilde. Dediklerine muhtemelen kendi de inanamıyordu. Akabinde;
-------“Behzat buradan galiba tek başına gitmek zorunda kalacak” dedi hüznünü derinlere gömerek
------Behzat yamaçlara yayılmış kuzuları bir araya getirmek için onbeş yirmi dakika uğraştı ve sonra yanına gelerek sordu.
------“Hazır mısın, yavaş yavaş gidebilir miyiz?”
------“Tamam deneyeceğim, çıkacağız buradan birlikte” dedi ya, durumuna baktığında kendisinin de pek inanası gelmedi söylediklerine.
------Yeniden ayağa kalktı. Alacakaranlık zamanı gelmişti ve onlar hala çanağın tam da tabanındalar. Gayreti, her defasında atabildiği dört veya beş adımdan ibaret. Sonrası havası boşaltılan bir balon misali yığılıp kalıyor olduğu yere. Devamında on dakika kendini toparlama ve güç kazanma süresi. Defalarca tekrarlar bu durum.
------Nihayetinde karanlık bastırır. Gökyüzünde ay henüz doğmamış. Bulundukları yer yüksek tepelerin arasında kaldığından alabildiğine karanlık. Ellerinde bir fener veya el lambası yok.
İşte hiç olması istenmeyen karanlığın o meşum yüzü ile karşı karşıya durumdalar.
------Engebeli arazide elbette karanlık olması bir handikap Bununla birlikte, köy çocuğu olmanın getirdiği bir avantaj var elinizde. Arazinin durumuna göre hal tarzı tayin etmek köy çocuğunun melekelerinden en önemlisidir..
------Ancak esas problem kuzuların yola gidebilmesi. Karanlığa bir zaman sonra gözleriniz alışarak doğru yolu bulursunuz. Ne var ki böyle bir karanlık gecede kuzunun yola gitmesi için önünde mutlaka birisinin yürümesi, bir ayak sesi duyması lazım. Aksi halde korkar ve bir milimetre yerinden kıpırdamaz.
------Hele o şeytandan bozma oğlaklara ne demeli..? gündüzün taştan taşa atlayan ve kuzuya önderlik ederek olmadık sarp yerlere sürükleyen oğlaklar, kuzu kümesinin tam da orta yerinde kendilerine yer beğenirler. Oradan asla çıkaramazsınız. Siz sürünün önünde yürüseniz de, ayak seslerinizi izlemek için kuzunun önüne dahi geçmez, geçemez. Böyle bir lanet tarafı vardır oğlakların ve tabii büyüdüklerinde keçilerin.
------Karanlıkta sürünün önünde mutlaka seslenerek bir çobanın yürümesi şarttır. İki kişiyseniz, diğerinin de kuzunun bir kısmının ürkerek başkaca yerlere dağılmasını önlemek amacıyla en arkadan yürümesi icabeder.
------Çanaktan yukarıya çıkışıları devam ederken, Behzat bir süre kuzuların önünde gidip biraz mesafe alıyor, sonra da gelip O’nun koluna girerek kuzuların bulunduğu mesafeye kadar gitmesine yardımcı oluyor. Durumunda hiçbir düzelme yok. Aksine günün yorgunluğuna eklenen bütün gün boyu gelen açlık, galiba tuzlu nohutun da yarattığı tahribat daha da kötüleştiriyor durumu. Behzat da aç fakat canını dişine takmış elinden geleni yapmaya çalışıyor. Öyle ki zaman zaman adeta yalvarıyor
-------“Çok geç kaldık, kurban olayım daha gayret” diye motive etmeye çalışıyor.
-------Bulundukları çukurdan başlattıkları çıkış bu şartlar altında dört saat civarında sürüyor. Normal yürüyüşle yarım saat kuzu ile birlikte birbuçuk saatte bitecek yol dört saat sürüyor. O zifiri karanlığı arkalarında bırakarak çıkıyorlar bulundukları çanaktan
-------Şimdi Gedik’teler. Mezardan dışarı çıkmış gibiler her ikisi de. Ortalık hala karanlık. Ağıla-yaylaya daha bayağı yol var. Yine dere tepe geniş bir araziyi boydan boya geçerek ağıla-yaylaya ulaşmaları lazım. Fakat bir avantajları var. Seslendiklerinde seslerini duyurabilecek bir yerdeler. O hala yerinden kaldırılamaz külçe gibi yapışmış toprak yüzeyine.
-------Behzat biraz daha yüksek bir yere çıkarak ağıldakilere
-------“Güllü Bacıııı, Anaaa, Yılmaz Abiii, “ şeklinde defalarca seslendikten sonra nihayet sesini duyurduğunu ağıldan-yayladan gelen köpek seslerinden anlarlar.
-------Behzat, ağıldakilere ters yönde esen rüzgarın elverdiği ölçülerde, O’nun hastalandığını, yola yürüyemediğini anlatarak yardım ister.
-------Yarım saat sonra ağıldaki köpeklerin kendilerine doğru yaklaşan sesini alırlar. Behzat’ın sesine son derece duyarlı olan köpekler herkesten önce yetişir imdatlarına. Arkasından Ağabeyi gelmekte olduğunu seslenerek belli eder. Müthiş bir rahatlama ve güven duygusu kaplar her ikisini de.
------Uzandığı yerde karanlığa gizlenerek ağladığını hatırladı hıçkırıklar eşliğinde.
------Behzat’ın da onunla birlikte ağladığını unutamadı hiçbir zaman.
------Biliyordu ki aynı şey onun başına gelse, O da Behzat’ın yaptığının aynısını yapardı hiç düşünmeden.
------Öylesi can dostu iki küçük çocuklardı ağıllarında-yaylalarında kaldıkları zamanlarda ve köydeki diğer yaşantılarında.
------Anılarından döndüğünde kendine,
-------“Öylesi zamanlardı, geçti, ancak hiç unutulmayacak” dedi kendi kendine.
------Oturduğu yerden yavaşça doğruldu.
------Bir kere daha baktı aşağıdaki çukura doğru. Bir daha.
------Sonra müthiş bir hüzün kapladı bedenini.
------Yaşadıklarına, Behzat’ın o cansiperane uğraşısına ve bugün sevgili dostunun artık aralarında olmadığına, ağladı için için.
------Gözlerinden yanağına süzülen yaşları cebinden çıkardığı mendille silerken, avazı çıktığı kadar yüksek bir sesle
-------“BEHZAAAAATTTT!!!” diye seslendi boşluğa hıçkırarak
-------Köye gitmek üzere henüz dönmüşken yönünü karşıdaki dağlardan kopup gelen bir ses gelip yetişti arkasından
-------“BEHZAAAAATTTTT!!!”