- 1793 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
Kader Kaza
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kader Kaza
"Kader ilim nevindendir. İlim maluma tabidir." (Yirmi Altıncı Sözden)
Demek ki olanı bilmek var. Yani kaderi bilmek, malumu bilmek aslında.
Soyutta, ilmen varlığı kader; somuta çıkması ise kaza...
Madde ve enerji, fizik ve matematikle de alakalı kader konusu!
Kader konusu, sadece dini nakillere bırakılmayacak kadar önemlidir! Günümüzde pek ala kader konusunda bilimsel açıklamalar yapılabilir!
Kader tercihlerin yaşanması anında yazılır. Zaman ve mekandan münezzeh olan geçmiş ve gelecekle sınırlı olmadığından sınırlı boyuttakilere göreceli geleceği de görür. Tercihler zaten tek kaynaktan çıkar. Hayrihi ve şerrihi min Allah. Zaman ve mekan sınırında olan sınırlı boyuttakiler "an" da tercihini yaparak geçmiş ve geleceğe yayılan bir veri sunar evrene. Sunduğu verilerin bir olan kaynaktan ayrı olması zaten mümkün değil. Tercih yapılanlar datada mevcut olanlardır. Tercih kişiye özel işler. Tercih halinde potansiyel soyut kader olur. Somutlaşması halinde ise kaza. Soyut tercih olmadan, somut kaza olamayacağı için kaderde var denir. Soyut kaderde var olanın somutlaşmadan değişmesi de mümkün, bu değişiklik zaman ve mekan boyutunun aldatmasıdır, çünkü izafiyet var. İzafiyetin olmadığı boyuttan bakılırsa değişiklik olmaz. Bu boyut zaman ve mekan sınırı olmayan boyuttur. Geçmiş ve gelecek sadece “an” üzerinden varlık sahasına çıkar. Masada olmayanı tercih edemezsin. Bu bakımdan irade cüzi olur. Tercihin de iyi kötü göreceli sonucu olur.
Evrende Tekrar Yok!
Kader konusunda önceki yazılarımda geniş açıklamalar olsa da bir örnekle tekrar açmak isterim. Kader zaman ve mekan göreceliliğinde önceden olarak bilinen tercihlerin yaşanmasıdır. Bu öncelik aslen yok zaman ve mekan sınırı yüzünden “An” da olana göreceli geçmiş ve gelecek oluşuyor. Tercih ise “An” da oluyor. Ve zaman ve mekan göreceliliğini aşan, tablo gibi görür, yazar! Bunu da zaman ve mekandan münezzeh olan yapabilir! Misal şu; aracın navigasyon, yol bilgi cihazı seyrin her aşamasında yeni bir rota belirler. Yani seyir halinde daima durum takibi olur. Bir önceki an ile bir sonraki an değişir. Haritada bulunulan nokta değişir ve her an yeni durum belirlenir. Kader konusunda geçmiş ve gelecek “An” dan, “An” da yapılan tercihe göreceli olarak belirlenir. Zaman ve mekan sınırı kalkınca da hepsi tablo gibi görünür. Yani önceden belirleme diye bir şey yok, her şey anda belirlenir. Evrende tekrar yok! Bu kadere örnek olabilir! Entropi tıpa tıp, aynen tekrarı imkansız kılar.
Zaman, feleğin dönüşüne izafidir! Feleğin dönüşü atomlardaki tur ilegalaksilerin dönüşüne benzer! Bir gün, Dünya için 24 saat iken kütlesi ve dönüş hızı farklı olan bir başka gezegen için ya da galaksi için farklı görünür! Şöyle bir beyin jimnastiği yapalım; bir atom felek dönüşü ile oluşan birim bir galaksi için de aynı olsun, izafiyeti kaldıralım; zaman kalmaz ortada en büyük dönüş de en küçük dönüş de aynı olur! Galaksiler üzeri bir tur da aynı levhada olunca Levh-i mahfuz anlaşılmaya çalışılır. Yani en üst felek dönüşü ile makro-mikro felek dönüşü aynı olursa izafiyet de kalkar. İzafiyeti kaldırırsanız dönüş de kalmaz levha görünür. Levhanın taranması gibi bir durum görülür. En küçük birim olan "An" da her şey toplanır. İşte geçmiş, gelecek diye ayrım da olmaz. Levhaya bakan geçmişi de geleceği de aynı "An" biriminde görür! Kader de böyle bilinir!
Levh-i Mahfuz, evrenin arşivi gibi tüm veriler oraya toplanıyor yani durağan değil genişleyen bir levha gibi tekamül var! Orada evren kurgulanıyor adeta bilgisayarın işlemcisi, bunlar semboldür yani anlatılanı sembolik düşünün. Evrenin işlemcisi ya da diski gibi algıladım ben orayı ama kurgu çok fazla yapılabiliyor. Yani harf ve sayıları dizerek sonsuz kurgu yapılabiliyor. Ben insanların gelişmediği için hazır kurguları tekrar edip durduğunu düşündüm. Yani milyarlarca kurgu muhtemel iken eski çağlarda öğrenilmiş olanları tekrar edip duran bir insanlık ile karşı karşıyayız sanki biri bizi sınırlamış ama bu sınırı koyan yine insanların ortak inançları olmuş! Aslen sınır yok!
İnsan fıtratında aslen sınır konmadığını anlıyorum, sebebi insanın yaptıklarından sorumlu olması! Melekütte sınır olduğu için melekler yaptıklarından sorumlu olmaz; çünkü sınırlı bir alanda çalışırlar, zaten görevi harici bir yeteneği de yoktur! Robot gibi! Yani isteseler de sınırlarını aşamazlar, Cebrail’in Miraç anlatısında, sidreden ileri geçememesi buna işarettir! Bu boyutta ise insan fıtratında sınır olmaz ki gelişsin; yani sınır olsa, gelişmesi mümkün olmazdı! Mesuliyet ve ceza da anlamsız olurdu! Hayvanların bu sınırı daha açık görünür akılları ve yetenekleri sınırlı olduğundan hayvanlar için bir Cehennem veya Cennet fazla konu edilmez! Ama hayvan meleküt gibi değil bu nedenle hayvanlara melekler nezaret eder denir! İnsan "Kün" Ol, dahil her alana ulaşabilecek şekilde bir yaratılışa sahip! Yani insan "İlah" gibi düşünülmesin diye zaten "La ilahe illallah " ilah yok Allah var denmiş. Yani insan sınırsız olması yüzünden firavunlaşabilir. Bu nedenle uyarılır. İlahlaşma ama "Ene-l hak diyebilirsin. Gibi.
Güneş ışığı yaklaşık 8 dakikada Dünya’ya ulaşır. Dünya’da olan birisi, Güneşteki bir ışımayı ya da olayı 8 dakika sonra görebilir. Işık yılı uzaklıkta olan galaksilerden ışıktan önce bir hızla haber gelse oralardaki tüm haller "Kader" olarak bilinir. Yani işleyişte eş zamanlılık olsa bile gözlemde zaman ve mekana takılmak var! Bu nedenle zaman ve mekanı aşan tüm verileri levhada görür!
Bir "Tanrı" var ve "Yaratmak" dahil tüm işlemler O’ nun üzerine atılmış ise bu iyi anlaşılmalıdır! Eğer bir Tanrı yaratıp alnına da kara leke sürmüşse bir kişinin, o kişinin söz söylemeye de hakkı olmaz! İşte sorun burada. Bu Tanrı ve Yaratılma efsanesinde sorun. Tanrı ve yaratmak konusu, yeterince anlaşılmıyor ama oraya çok girmeyeceğim. Bir Tanrı "Ademoğlu"nu yaratıp Dünya ’da çoğalıp yaşasın istemişse durum çok farklılaşır! Ademoğlu olan insanlar, bir tek kök olan "İnsan" yazılımının ürünü olarak düşünülür ise! Bu insanoğlu bir sınıf olarak düşünülebilir! Bir tür gibi! Bu durumda da insanların kendi aralarında adil olmak ve hak hukuk gözetmek gibi bir sorumlulukları ortaya çıkar! Bir Tanrı tarafından yaratılmış olan insanlar eğer kendi yazılımlarından saparlar ise bu açıklık mutlaka sırıtacaktır! Yani insanlar "İnsan" yazılımından uzaklaştığı kadar bedel öder! Bu bedel konusunda "Kader" bedeli de kapsar! Yani bir açıklık oluşur ise o açıklığı evrensel işleyiş dolduracak ve kader şeklinde potansiyele o yüklenecektir! Bu bir kayanın uçurumun kıyısında hazır beklemesi gibi bir potansiyel yüksekliğin o kayada potansiyel enerji olarak durması gibidir. O kaya orada dururken "Kader" konusunda düşme ihtimali kaderde potansiyel olarak vardır. Düşünce kader, kaza olur. Yani soyutta kader olan düşme eylemi, somutlaşınca kaza olur! "Kaderi insan kendi tercihiyle yönetir!" bunu da anlamak zordur çünkü zaman-mekan göreceliliğinde insanlar soyuttaki tercihlerini somutlaşınca görebilir ki somutlaşınca zaten kader kalmaz, kaza olmuştur! Kaza olduktan sonra görmek gerek ama çok zor! O halde kadere bakan tercihler çok önemli! Tedbir kazadan önce olur! Potansiyel olarak kaderde olan ihtimal kaza olduktan sonra değişmez! Bu yüzden kaderi çok değişik alanlarda yanlış yerde kullanır insanlar! Tedbir kaderi oluşturuyor zaten. Tedbir de kadere dairdir! Potansiyel olan her kaza ihtimali kaderde potansiyelde vardır ki kaza olarak açığa çıkar! "Kaza" kelimesi, "Yerine gelme" şeklinde anlaşılmalı bu bahiste! Yani kader kaza olduğunda potansiyel durum yerine gelir. Uçurum başında düşme potansiyelinde kader durumunda olan eylem düşme gerçekleşince kaza olur! Yerine gelir! Şimdi kaderin maksadının haricinde kullanıldığı daha net görünür! Bir binanın projesi o binanın kaderidir bina inşaa edilince de kaza olur! Binanın projesinde, potansiyel olan yapı inşaat aşaması bitince kaza olmuş olur! Gelelim Soma faciasına! Soma faciası kader midir? Evet kaderdir; yukarıda anlattığım şekilde bir kaderdir! Yani kaza olma ihtimali taşıyan bir potansiyel olan halde iken kaderi kazaya açık bir şekilde potansiyelde idi facia olunca da bu potansiyel kaza oldu! O halde Soma’nın kaderini kimler yazmışsa ona bakmalı! En baştan bakılır ise orayı işletmek maksatlı kullanıma açan erkten başlar ve tüm süreçte o kader tasarlanır! İşçilerin ve sendikanın ve yetkililerin, işverenin tüm süreci o madenin kaderidir! Kazası ise aslında madenden kömür çıkmasıdır! Doğal kaza budur yani maden olarak potansiyel kader çizilmişse bunun yerine gelmesi kaza olması ortaya sağlıklı bir kömür çıkmasıdır! Facia var ise kaderde sorun varmış ki kader kaza olunca ortaya kömür yerine facia çıkmış. Benim kader felsefem açısından söyleyeceklerim bunlar diğer hususlar o konudaki yetki sahiplerine kalır!
İlah Mı Allah Mı
Tanrı inancı konusunda insanları iki alana sıkıştırmışlar. Ya bir tanrıya inanırsın ya da inanmazsın başka seçenek yok şeklinde dayattılar. Nasıl bir Tanrı sorusu sorgulanmadı! Kendileri tarif edip kendi tariflerine iman istediler; inananı alkışladılar, inanmayanı da kötülediler hatta çarmıha germeye kalkıştılar! Nitelik ve nicelik önemli. Matematikteki "Değil" kavramı burada işe yarar! "La ilahe illallah" (İlah değil, Allah!) Yani Allah, klasik ilah tanımının değili! Bütün sır "La" da yani La: Değil manasında burada.
Eşi benzeri olmaması konusu.
Eşi benzeri olmayan tanımlanamaz!
Tüm tanımlar kişiye göreceli olacaktır!
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Can dostum.Güzel insan.
Her insanın toplum olayları karşısında baş etmesi farklı farklıdır.Bu bizim aile yapımız,yetişme şeklimiz,inançlarımız,karakterimiz,kültürel geçmişimiz,sosyal çevremiz,ruh sağlığımız bir çok etmenle şekillenir.
Soma faciası beni çok olumsuz etkiledi.Çok öfkeli ve kızgınım.
Ne yazı yazasım var ne de okuyasım.Yaşam, tüm bu olumsuzluklara rağmen sürüp gidiyor.
Güzel yazıydı.
Bir sayfa yazıyorsunuz.Yorumlamak veya eleştirmek için yirmi sayfa gerekiyor.
Örneğin,zaman konusu,evrende tekrar yok konusu,levh-i mahfuz konusu,Kader konusu gibi...Bu konuları
kısacık geçtiğiniz için insanlar sizin yazdıklarınızı anlamakta güçlük çekiyorlar doğal olarak.Bu nedenle
eleştirilere ''beni anlayan okusun''a getirip siz de istemeden de olsa gönül kırmak zorunda kalıyorsunuz.
Kader konusu eski Yunan kültüründen bu güne kadar süregelmiştir.Zeus bile bazı durumlarda kendini aşan bir ''kader''karşısında kaldığını söylencelerinden biliyoruz.Böylece her iktidar kendi varlığını sürdürebilmesi için bu durumdan yararlanmayı bildi.Halk da kendi gücünü aşan bu durum karşısında
riske girmeyip bu yaklaşımı kabulleniyor ve böylece sorumluluk almayıp yaşamayı sürdürmeye çalışıyor.
Kader konusu,ilk Emevilerde kullanıldığını biliyoruz.Hatta en otoriter ve totaliter rejimlerde bile bu konu güzel işlenmiştir.Ahali de buna istekle yaklaşmış,riske girmeden kendilerini garanti altında tutmaya çalışmıştır.
Soma olayında 301 can kaybedilmiştir.Buna kader demek İslama ve müslümanlığa en büyük hakaret olarak görülmelidir.Çünkü, burada hem devletin hem şirketin,hem sendikanın sorumluluklarını yerine getirmemesi söz konusudur.Çalışmaktan başka seçeneği olmayan evine ekmeği götürme uğraşısı veren
bu güzel ve namuslu insanlara gösterilen ilgisizlik gerçekten yürekler acısıdır.
İktidar sahipleri,1800 yıllara atıf yaparak konuyu basitleştirip ''fıtratında var''demesi bunu da söylemlerinde
Allah'ı katması akıl ve mantıkla açıklamak mümkün değildir.
Kader,asla insanın sorumluluğunu ortadan kaldıran bir yorumla tanımlanamaz.Çünkü sorumluluğumuz aynı zamanda özgürlük düşüncesiyle de ilgilidir.Bilinen hikayedir.Devenin sağlam kazığa bağlanması gibi...
Yazdığınız gibi kaderde sorun var.Bunu kader yapanlarda da...
Sevgi ve selamlarımla.
Ahmet Bektaş
Ben de peşinen teşekkür edip sorunuza cevap vermeye çalışacağım. Ünlü yazardan alıntıya işaret edeceğim; bahiste bir "Tanrı" var ve "Yaratmak" dahil tüm işlemler O' nun üzerine atılmış. Eğer bir Tanrı yaratıp alnına da kara leke sürmüşse bir kişinin, o kişinin söz söylemeye de hakkı olmaz! İşte sorun burada. Bu Tanrı ve Yaratılma efsanesinde sorun . Tanrı ve yaratmak konusu, yeterince anlaşılmıyor ama oraya çok girmeyeceğim. Bir Tanrı "Ademoğlu"nu yaratıp Dünya 'da çoğalıp yaşasın istemişse durum çok farklılaşır! Ademoğlu olan insanlar, bir tek kök olan "İnsan" yazılımının ürünü olarak düşünülür ise! Bu insanoğlu bir sınıf olarak düşünülebilir! Bir tür gibi! Bu durumda da insanların kendi aralarında adil olmak ve hak hukuk gözetmek gibi bir sorumlulukları ortaya çıkar! Bir Tanrı tarafından yaratılmış olan insanlar eğer kendi yazılımlarından saparlar ise bu açıklık mutlaka sırıtacaktır! Yani insanlar "İnsan" yazılımından uzaklaştığı kadar bedel öder! Bu bedel konusunda "Kader" bedeli de kapsar! Yani bir açıklık oluşur ise o açıklığı evrensel işleyiş dolduracak ve kader şeklinde potansiyele o yüklenecektir! Bu bir kayanın uçurumun kıyısında hazır beklemesi gibi bir potansiyel yüksekliğin o kayada potansiyel enerji olarak durması gibidir. O kaya orada dururken "Kader" konusunda düşme ihtimali kaderde potansiyel olarak vardır. Düşünce kader, kaza olur. Yani soyutta kader olan düşme eylemi, somutlaşınca kaza olur! "Kaderi insan kendi tercihiyle yönetir!" bunu da anlamak zordur çünkü zaman-mekan göreceliliğinde insanlar soyuttaki tercihlerini somutlaşınca görebilir ki somutlaşınca zaten kader kalmaz, kaza olmuştur! Kaza olduktan sonra görmek gerek ama çok zor! O halde kadere bakan tercihler çok önemli! Tedbir kazadan önce olur! Potansiyel olarak kaderde olan ihtimal kaza olduktan sonra değişmez! Bu yüzden kaderi çok değişik alanlarda yanlış yerde kullanır insanlar! Tedbir kaderi oluşturuyor zaten. Tedbir de kadere dairdir! Potansiyel olan her kaza ihtimali kaderde potansiyelde vardır ki kaza olarak açığa çıkar! "Kaza" kelimesi, "Yerine gelme" şeklinde anlaşılmalı bu bahiste! Yani kader kaza olduğunda potansiyel durum yerine gelir. Uçurum başında düşme potansiyelinde kader durumunda olan eylem düşme gerçekleşince kaza olur! Yerine gelir! Şimdi kaderin maksadının haricinde kullanıldığı daha net görünür! Bir binanın projesi o binanın kaderidir bina inşaa edilince de kaza olur! Binanın projesinde, potansiyel olan yapı inşaat aşaması bitince kaza olmuş olur! Gelelim Soma faciasına! Soma faciası kader midir? Evet kaderdir; yukarıda anlattığım şekilde bir kaderdir! Yani kaza olma ihtimali taşıyan bir potansiyel olan halde iken kaderi kazaya açık bir şekilde potansiyelde idi facia olunca da bu potansiyel kaza oldu! O halde Soma'nın kaderini kimler yazmışsa ona bakmalı! En baştan bakılır ise orayı işletmek maksatlı kullanıma açan erkten başlar ve tüm süreçte o kader tasarlanır! İşçilerin ve sendikanın ve yetkililerin, işverenin tüm süreci o madenin kaderidir! Kazası ise aslında madenden kömür çıkmasıdır! Doğal kaza budur yani maden olarak potansiyel kader çizilmişse bunun yerine gelmesi kaza olması ortaya sağlıklı bir kömür çıkmasıdır! Facia var ise kaderde sorun varmış ki kader kaza olunca ortaya kömür yerine facia çıkmış. Benim kader felsefem açısından söyleyeceklerim bunlar diğer hususlar o konudaki yetki sahiplerine kalır! Teşekkür ederim tekrar. Saygı ve selamlar.
Yazınızı iki defa okudum. Ama anlayamadım. Sizin yazılarınızı okuyorum. Konunuzda ne kadar uzman olduğunuzu biliyorum. Yazım ve ifade tarzınız bana yol gösteriyor. Bu konularda da bir çok tereddütlerim var. Ünlü bir yazarın kitabından şu cümleyi hatırlıyorum. ''beni bu kara topraktan sen yarattın, alnıma bu kara lekeyi sen sürdün. Tanrım beni affet ve benden af dile'' Bu konularda çok cahilim. Ama şunu bilmek istiyorum. Soma faciası ihmaller zinciri mi yoksa ne yaparsan yap önlenemez kader miy di? Peşinen teşekkür ederim...
Ahmet Bektaş
Güneş ışığı yaklaşık 8 Dünya'ya dakikada gelir. Dünya'da olan birisi Güneşteki bir ışımayı ya da olayı 8 dakika sonra görebilir. Işık yılı uzaklıkta olan galaksilerden ışıktan önce bir hızla haber gelse oralardaki tüm haller "Kader" olarak bilinir. Yani işleyişte eş zamanlılık olsa bile gözlemde zaman ve mekana takılmak var! Bu nedenle zaman ve mekanı aşan tüm verileri levhada görür!
Okudukça düşündüren, düşündükçe insana mukayyese gücü kazandıran bir yazıydı hocam;
Kaleminize sağlık...
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş @Bektassair · now
İbnü'l Arabi; Zaman ve Kozmoloji. Gazali; Nur Metafiziği/ Mişkatü'l Envar Bu iki kitabı tavsiye edeceğim.
Zaman Konusu
Esmadan “Evvel”,” Ahir” bu konuda bir fikir versin İnşallah!
Esmadaki bu iki isim, gösteriyor ki aslen Zaman yok. Zaman izafi bir şey! Bakın her ne ise O’nun, öncesi ve sonrasına işaret edilmiş! Bir şey hangi noktada açığa çıkmış ise o noktadan öncesi ve sonrası da açığa çıkıyor. Yani zaman, bir şerit üzerinde akmıyor! Zaman, kum saatinin kumlarının akışı da değil. Zaman, tamamen “An” dan belirlenen, açığa çıkan bir şey! Hangi “An” da açığa çıkarsa bir şey onun öncesi ve sonrası da mevzuu bahis oluyor. Yani “An” da açığa çıkmayan zamansızlıkta potansiyel olarak vardır. Bakın zamansızlıkta potansiyelde olmayan “An” da da çıkmaz! Hayır ve Şer Allah’tan konusu da buradan açılır elbet!
Belki zaten yaratılmış olan “An” dan açığa çıkar. Yani Yaratıcı potansiyel “An” dan açığa çıkarır! Yaratmak başkadır, açığa çıkarmak başkadır. Tombala torbasından rakam çekmeye benzer açığa çıkış. Rakam çeken, rakamları yaratan değildir ama çektiği rakamlarla bir sonuç açığa çıkarır! Torbada olmayan açığa çıkmaz. Torbada olan da açığa çıkaran açısından suç veya mükafat oluşturmaz! Torbada olan sayıların tamamı hayırdır! Çekerken yani açığa çıkarırken herkesin elindeki kartondakilere uyanlar hayır, uymayanlar şer olur; kişiye izafi. Çeken, kendi oyunda değil ise onun açısından tüm rakamlar; birine hayır, diğerine şerdir. Onun açısından hepsi hayırdır. Şimdi torbandan bir rakam çeken, görevini yapıyor değil mi? Rakam, birinin kağıdındakine uygunsa o kişi seviniyor, hayır oluyor o an ona. Diğerinin kağıdına uygun değilse o kişiye de şer oluyor o an! Oyun süresinde mesela 99 rakam var! Her an durum değişiyor Her an herkesin önündeki kağıttaki durum da değişiyor torbadaki durum da değişiyor. 99 an lı bir zaman oluşuyor. Birisi oyunu tamamladığında en olumlu ihtimal kağıdındaki sayılar kadardır. Hepsi sıra ile bir oyuncunun kartına uygun çıkmış olsa, kağıtta sekiz rakam var ise sekiz anda biter oyun. Bazı sonlara kalır! Hatırlayalım, 6 günde yaratılma konusunu. Altı aşama yani altı “An” bu anların izafi bir süresi var.
Zaman kapsamında “An” da ne açığa çıkmış ise o potansiyelde olandan başkası olamaz! Tombala torbasını hatırlayalım; rakamlar açısından içinde zaman yoktur, 99 rakam potansiyel olarak dururlar! Bir el oyunu başlatıp sayıları çekmeye başladığında her sayı çekildiği, açığa çıktığı “An” dan itibaren zaman kapsamına girer. Öncesi ve sonrası başlar; öncesi, torbanın içiydi; sonrası, oyuncunun kağıdı veya orta masada… Bu zaman ve mekanın da birbirinden ayrı olmadığını gösteriyor. Hatta mekanın dahi zaman gibi işler! Her an değişir! Maddenin plazma yapısını düşünün. Aslında hiçbir madde aynı kalmaz hiçbir anı diğeriyle aynı olamaz. Katı görünen cisim bile bir bulutsu yapıda hareketlidir. Bir andaki yapısı dizilişi ile bir sonraki andaki aynı değildir! Entropi etkisini de bu konuda hatırlayalım. Madde dururken bile hareketli bir plazma yapısındadır demiştim; entropi ise maddenin bir halden diğer hale geçerken kaybettiği çok minik bir kaybıdır! Yani eskime!
Açığa çıkan her madde açığa çıkışından başlar eskimeye! Zaman ve mekanla tanışması açığa çıkışla başlar. Bir düşünce bile böyle açığa çıkabilir! Fabrikada üretilen bir arabayı düşünün kimse kullanmasa depoda kalsa, 20 sene kalsa; modelinin eskimesinden tutun içindeki parçalar da durduk yerde eskir! O otomobil için zaman, üretildiği şeritten çıkınca başlar! Yani otomobil, üretildiği şeritten çıkınca başlar yaşlanmaya, entropi başlar! Zaman başlamıştır, mekan da! Üretilmezden önce, tasarı halinde; bilgi olarak bekliyordu potansiyel olarak yani mühendisin ilminde saklıyken yaşlanma ve zaman onu bağlamıyordu; imal edildiği “An” zaman ve mekana adım attı…. Bu örnekteki otomobilin zaman ve mekana adımını tüm hayatımızdaki “An”larda düşünelim. Nikah masasında bir evet anı mesela. Veya bir kişi ile ilk göz göze gelinen an! Hepsi o nadan sonrasını hazırlar! Bebeğin ana karnındaki oluşmasına zemin hazırlayan an! Hepsi bir an ve başlatır zamanı. İşte zaman o anlardan çıkar açığa, mekan da öyle!
Son tahlilde; bu konuda daha yazacağım. Gelen sorular ışığında konuya yeni bakış açısı katabilirim. Her “An” yeni bir başlangıçtır. Her an zamanı ve mekanı doğurur! Zaman ve mekan aslen yalnız başına yoktur nesne ile var olan şeylerdir her ikisi de! Yani bir nesne “An” da açığa çıkınca onun zamanı ve mekanı da başlar. Açığa çıkmazdan önce zaman ve mekandan münezzehtir. Potansiyelde vardır bu zamansızlık ve mekansızlıktadır! “An” da açığa çıkınca zaman da mekan da başlar. Neye göre! Açığa çıkan her ne ise ona göre… Bir ürün üretildiğinde zamanı başlar, bir olay olduğunda zamanı başlar mesela bir fetih olunca fetih zamanından söz edilir! O’ndan öncesi ve sonrası oluşur mekan da fetih ile anlam kazanır! Bu aslında vücuda gelen, açığa çıkarılan her şey için geçerlidir!
Sağlıcakla,
Ahmet Bektaş
Başlık ilgimi çektiği için okumak istedim ancak Sami Hocam gibi ben de çok vakıf olamadım
yazınıza.
Hiç duymadığım bir sürü kelime var içinde. Onların anlamını bilmeyince anlatılmak istenen de
anlaşılır olmaktak çıkıyor. Tabi eleştirmekten ziyade kendi adıma söylüyorum bende bunu.
Hani bir söz vardır ya "Ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anlayacağı kadar alacaktır"
Saygılar,
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
Billur T. Phelps
Ben de alınganlık göstermediğiniz için ve hiç üşenmeden bu kadar uzun açıklama yazdığınız için çok teşekkür ederim.
Saygılar,
Billur T. Phelps
Sizin yukarda verdiğiniz tombala örneğinde olduğu gibi. Yani siz seçiminizi yapıp kartlarınızı alıyor oyuna hazırlanıyorsunuz, ama taşları torbadan çıkaran kişi sizin kazanıp kazanmamanızda büyük rol oynuyor.
Ahmet Bektaş
Değerli üstadım.
Allah razı olsun. Kaza ve kader konusunda bir şeyler izah etmeye çalışmışsınız. Pek çok insanın kafasını karıştıran ve genelde '' Madem ki Allah (C.C ) Benim her yapacağımı önceden yazmış ve biliyor o halde beni niçin bir imtihana tabi tutuyor, hatta daha da başa gidelim. neden bana soruyor '' Ben sizin Rabbiniz miyim ?'' Diye hâşa egosunu mu tatmin ediyor '' Sorusunun cevabı olması gereken kader ve kazayı kaleminizden okudum.
Okumasına okudum ama ne yazık ki neredeyse hiç bir şey anlamadım. İyi kötü mürekkep yalamış bir insan olarak ben anlamamışsam sokaktaki sade vatandaş nasıl anlayacak? Haa bende bir anlama sorunu da olabilir.
Yahu Allah aşkına şu meseleyi bir Allah'ın kulu da çıksın herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatsın.
Maalesef bizim düşünürlerimiz, entellektüellerimiz, alim ve ulemamız herkesi kendileri gibi her konuya vakıf zannediyor. Bir misal vereyim: Okuma yazması bile olmayan insana mesneviden beyitler okuyup sonra da '' Şimdi bu beyitleri yorumla bakalım '' diyorlar adeta.
Özür dilerim ifadem biraz sert oldu sanırım. Hakkınızı helal edin.
Selam ve saygılarımla Allah'a emanet olun.
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
sami biberoğulları
Sade bir vatandaşın karşısına çıkıp '' Ene'l Hak deseniz'' anlamayacaktır bunu. '' Ben Hakkım '' derseniz en azından kavgaya tutuşacaktır sizinle. Yahu hele dur sana Fena fillahı Anlatayım derseniz kafası iyice karmakarışık olacaktır.
Benim demem o ki sade vatandaş için koskoca bir Mesnevi yazılacağına kısaca '' Ete kemiğe büründüm, Yunus Deyu göründüm '' Demek mümkün değil midir kader konusunda da?
Selam-saygı ve dua ile.