- 1477 Okunma
- 15 Yorum
- 2 Beğeni
Sevginin Gücü...2
Onun, patika yolun başında dikilmiş, sahilini gözetlemekte olduğunu gören komşu kadın;.
-Sefiye ana!..Huu!... Diye seslendi .
-Ne var Emine gelin?
-Nasılsun? Korucu emiceyi mi yolcu ediysin?
-İyiyim, sağ olasın gızım! Emicen mezgite gidiyi da, ona bakayrım haburdan.
-Ne yapaysın bu gün?
-Önce dereye inip,su alacağum çeşmeden içmek içun. Sonra zarzavati(sebze) ıslatacağum; su sırası bende bu sabah. Da sonra da oduna gideceğum bizim ormanluğa. Havalar soğumağa başladi, hazurluk yapmak lazim.
-Kolay gelsun sana. Yardıma geleyum mi?
-Sağ olasun gızım, ben hallederum. Gerekduğunde seslenurum sana, olur mi?
-Olur!...Olur!...
Aslında Safiye idi adı. Büyük annesi, Kur-an’dan çıkarıp takmıştı bu ismi ona. ’Çocukların ismi dinumize uygun olmali’ derdi hep. Ama onu nedense hep Sefiye diye çağırdılar köyde. Böyle benimsemiş, kabullenmişti çocukluğundan beri adını.
Atmışlı yaşların sonuna çoktan merdiven dayadığı halde, hala dinçliğinden bir şey kaybetmemişti. Gencecik gelinlerin beceremediği bir çok işin, hiç zorluk çekmeden altından kalkabiliyordu Allah’a şükür.Yöre kadınlarının özelliği idi zaten bu. Ya da alın yazısı idi. Ah bir de şu romatizmaları olmasaydı. İncecik, çelimsiz gibi gözüken bünyesinin bilinmezliklerine, inanılmaz bir enerji ve güç gizlemişti Yüce Yaratan. Son derece çalışkan, müthiş inatçı, dik başlı ve şaşılacak derecede özgüven sahibi kılmıştı hemcinsleri gibi bu cesur kadını da. Açık sözlü,açık gözlüydü. Lafı evirip çevirmeyi, dallandırıp budaklandırmayı sevmezdi; söyleyeceğini en kısa yoldan, en etkili biçimde, en kestirme cümlelerle ifade ederdi.Gerektiğinde sözü silah gibi kullanır; gerektiğinde ise, ana olmanın(çocuk sahibi olmamasına rağmen), eş olmanın, yar olmanın, kadın olmanın güzelliğini resmederdi tatlı dili ile. Tüm bu saydığımız özelliklerin yanında, yaşadığı zor coğrafyanın kendine sunduğu güç hayat şartlarına rağmen, rahmetli ninesi ve anası gibi o da mutlu olabilmeyi başarabilmişti.
Ev çekip çevirme; bahçeyi ekip biçme; hayvanını besleme, sağma, süt, yağ, peynir, yoğurt üretme(Komşu kadınları ilave olarak çocuk yetiştirme,ille de okutma görevleri de vardı); yetiştirilen bitkisel ve hayvansal ürünü hafta günü pazarda satma;kazanılan para ile şeker, tuz gibi gerekli kuru gıdayı satın alma; tüm taşıma işlerini yüklenme; ormandan kışlık odun temini hep Sefiye ananın işiydi. Bu kadar cefaya katlanmasına ve fedakarlığa rağmen, her zaman bir adım gerisinde yürürdü eşinin yine de. Zira, geleneklerinin gereği olan bir saygı ve sevgi ifadesiydi bu durum. Yaşatılması, gelecek kuşaklara aktarılması hayati önem taşımaktaydı. Ataerkil aile düzeninin getirdiği görev paylaşımı nedeni ile, evin reisi Korucu Mehmet idi şüphesiz ama; Sefiye ananın da, aile içi sorumlulukları bu derecede yüksek seviyede paylaşması, yetkinin eşit olarak kullanılması gibi bir gerçeği taşımıştı hayatlarına. Bu durum, tüm köy, tüm yöre insanları için de geçerliydi ve hiç yadırganmadan uygulanmaktaydı aslında. Hatta, bir bukle kadın ağırlıklı olduğu da söylenebilirdi.
Doğu Karadeniz bölgesi erkekleri, yeterli tarım arazisi ve iş imkanı olmadığından gurbete gider; ekmeğini uzak diyarlarda ararlar. Dünyanın neresine giderseniz gidin, muhakkak bir Karadenizli bulursunuz gerçeği, işte bu çaresizlikten doğmuştur. Memleketinde kalanla ise, balıkçılık yapar, tütün tarımına yardım eder, bir de kahveleri şereflendirirler. Gurbette, son derece aktif ve çalışkan; memleketlerinde ise, miskin ve tembeldirler.(Karadeniz kadınları ile kıyaslandıklarında.)
Eğer o gün balığa çıkılmamış ise, köy kahvesinin dört bir yanına sinen kaçak tütün kokusunu solumak, sabah namazını eda ettikten hemen sonra başlar köy erkekleri için.Kahvenin hemen yanı başındaki fırından alınan sıcacık Trabzon ekmeğinin içine, anasının yeni çaldığı taze tereyağını dolduran kahveci Hüseyin, hazırladığı bu leziz sofrayı, ince belli bardakla sunduğu demli Rize çayı ile tamamlar; böylece müşterilerine vazgeçilmez bir ziyafet sunar her sabah. Memleketlerinden uzaklarda çalışmak zorunda kalan köy erkeklerinin en büyük hasreti, hemen hemen her sabah tekrar edilen bu ziyafet sahnesinde odaklanır daima. Seyrek gelen mektupların bir köşesinde muhakkak bu konuya değinilir; memlekete duyulan özlem, en saf ve duru hali ile bu şekilde dile getirilir. Hollanda’da yaşayan ve ’Huseyin’in tere yağli ekmeğuni bi daha yiyemeden ölüp gitmekten;memlekete uçağun koltuklarında değil de, guyruğunda dönmekten korkayrum’ diyen Abdullah Amca, dileğine ulaşamadan ölüp gitmişti de, bu olay köyde derin bir hüzün rüzgarı estirmiş; Kahveci Hüseyin, üzüntüden kahvesini bir hafta açamamıştı.
Karınlar doyduktan sonraki fasıl, ya siyaset, ya Trabzonspor, ya da olağan günlük konularda derin sohbetlere dalmaktır. Zamanlarını, cami ile kahve arasında geçirir; evde, bahçede, ormanda çırpınan eşlerine bir bukle yardım etmek hiç birinin aklına gelmez.
Ama, Sefiye Ananın eşi başkaydı. Yetmişini çoktan deviren Korucu Mehmet, köyün diğer erkeklerine benzemez; kahvede pinekleyip, asla boşu boşuna zamanını zayi etmezdi. Denizle işi bittiğinde, kayığının bakımını yapar, siler süpürür, çocuğu gibi okşar sever, sonra da evine, eşinin yardımına koşardı. Allah onlara çocuk sahibi olmayı nasip etmemişti. Hayatın zorluklarına, el ele, gönül gönüle, büyük bir sevgi ve saygı çerçevesinde, beraberce göğüs germekteydi iki sevimli ihtiyar.
Sonuçta beslenecek boğaz sayısı sadece iki idi ve bu nedenle gurbete çıkması gerekmemişti Korucu Mehmet’in. Hayattan bekledikleri çok şey yoktu aslında ama, en azından yaşadıkları anı, olabildiğince mutlu, huzurlu ve dolu dolu geçirmekti tek gayeleri. Kendi kendilerine yetiyorlar, çok teferruatı olmayan bir hayatı omuz omuza yaşayıp gidiyorlardı işte. Ne kimselere bir zararları, ne de kimselerden bir beklentileri vardı.
Yaşlı kadın, sahile inan patika yolun başında fazla oyalanmadı. Yaşadıkları doğa, çabukluk, çeviklik, mücadele gerektiriyordu. Karadeniz insanının yaşama biçimi, hayata bakışı, tez canlılığı, hatta folklorunun figürleri dahi, bu mücadele edilmesi zor olan doğa koşullarının izlerini taşır. Bu yörede yapılan kısıtlı tarımda, nerede ise hiç makine kullanılmadığını, tüm çalışmaların insan gücü ile, bilhassa da kadınlar tarafından gerçekleştirildiğini dile getirmemiz, sanırız kadınların sırtladığı yük konusunda, okuyucularımızın bir fikir sahibi olmasını sağlayacaktır.
Evine vardığında, önce giriş kapısının arkasındaki su tenekelerine yöneldi. Bildiğimiz yirmi kiloluk yağ tenekelerinin bir kapağı tamamen açıldıktan sonra, tam ortasına denk gelecek şekilde, karşıdan karşıya sağlamca ve silindir şeklinde bir ağaç parçası çakılıdır bu su taşıma kaplarının. Bu kısımdan sıkıca kavrayarak, ya da bir omuzluk vasıtası ile bu taşıma işi gerçekleştirilir.
Bir tenekenin 16-18 kg su aldığını düşünürsek, iki kabın ağarlığı ortalana 35 kg etmektedir. Bir kadının, sadece kol gücü ile, dik yamaçlara tırmanan daracık patikalarda bu kadar ağırlığı taşıması oldukça zor olacaktır. Bu nedenledir ki; omuzlukların yardımına müracaat edilmiştir. Sağlamca bir fındık ağacı dalından yapılan, bir buçuk metre kadar uzunluğunda bir sopanın her iki ucuna, yaklaşık insan kolu uzunluğunda sağlamca iki ip asılır, bu iplerin uçlarında da, su kabının ortasındaki odun kısmı kavrayabilecek demir kancalar takılır. Böylece yükün ağırlığı omuzlara verilir, taşıma işlevi daha rahat gerçekleştirilir. Bu omuzlukları, çocukken gittiğim İstanbul’da, yoğurt satıcılarının omuzlarında da görmüştüm.
Omuzluk ve tenekelerini aldığı gibi, evin hemen arkasından başlayan patikayı takiple, yakındaki küçük dereye doğru hızlı adımlarla seğirtti. İki kişinin yan yana yürümesinin mümkün olmadığı dar patikadan, düz yolda yürüyormuşçasına rahatlıkla dereye doğru inerken, sağ taraftan yükselen ve yolu şemsiye görünümünde kapatan defne ağaçlarından yayılan nefis kokuyu ciğerlerine doldurdu.Yolun diğer tarafını kaplayan mora(Böğürtlen) kafulluklarında oynaşan serçeler, günün bu erken saatini, hoş ötüşleri ile renklendiriyorlardı. Ta aşağılarda, yamacın nihayetinde, aheste aheste akmakta olan küçük derenin, kaderine yazılan denize doğru koşarken çakıl taşlarına kondurduğu veda busesinin sesi, bu muhteşem konsere değişik bir renk katmaktaydı.
Taşlar arasından usulca süzülüp akan suyun güzelliğine değdirdi ayaklarını bir bukle duraklayarak. Ne çok severdi parmak uçlarını okşayan suyun serinliğini ta yüreğinin derinlerinde hissetmeyi. O serinlik, bu köye gelin geldiği günleri hatırlatırdı hep ona; o güzel günlerin heyecanını yaşatırdı yeniden. Mahzun bir tebessüm gelip takıldı dudaklarına; kirpiklerinden süzülüp gelen bir masum göz yaşı damlacığını, baş örtüsünün ucuyla silerken, tatlı bir mahcupluk ve telaşla etrafına göz gezdirdi. Kocakarı kadın, derenin sessizliğinde kendi kendine ağlıyor derlerdi. Nasıl bakardı kolu komşunun yüzüne sonra?
Fazla zaman kaybetmedi. Patika ile küçük derenin birleştiği noktanın hemen karşısında yer alan, çevresi kalın bir yosun tabakası ile kaplanmış eski çeşmenin önünde omuzluğunu ve sus tenekelerini yere indirdi. Tenekelerinden birini, ağaç kurnadan akan suyun altına yerleştirdi. Suyun tenekeye dolarken çıkardığı hoş mırıltıya kulak verirken, bakışları yukarılara, tüm dere yatağını kaplayan yüksek Karayemiş dallarının arasından güç bela gözüken gökyüzünün engin maviliğine saplanıp kaldı.Bakışları göklerin sonsuzluğunda, düşünceleri ise hatıralarının bin bir çeşit rengi arasında kaybolup gitti o an yine. Ah şu kuşların sihirli ötüşleri...Nasıl da inanılmaz bir güzellik katıyordu günün bakir aydınlığına.
Yaşadığı bu eve gelin geldiği günden beri, (ki ne kadar olduğunu kendi de hatırlamıyordu) her gün, ama istisnasız belki de her gün bu vefakar çeşmeciği ziyaret etmişti. Kim bilir kaç kez sefer yapmıştır eve buradan, kim bilir kaç ton soğuk ve leziz suyunu taşımıştır bu yaşına kadar? Taşımasına taşımıştı ya, hiç şikayeti olmamıştı Sefiye gelinciğin bu durumdan. Hatta, su almak için buraya gelmeyi çok severdi. Çünkü, dertlerini, sıkıntılarını hep bu yalnız ve sessiz çeşme ile paylaşmıştı o. Çok ağladığı da olmuştu onun sakin ve aheste akan sesi ile gizleyerek hıçkırıklarını. Talihsizliğini, kara bahtını onunla paylaştığı da çok olmuştu.
Eşi, gerçekten çok iyi bir insandı Sefiye ananın. Bunca senedir beraberlerdi, bir gün dahi onu üzecek bir şey yapmamış, bir tek kötü söz söylememişti. Çok iyiydi ya, evlatsızlığın getirdiği yürek acısının en büyüğünü içinde yaşattığını iyi biliyordu Sefiye ana. Bu durumu her zaman kendi suçu olarak düşünmüş, yüreğini dağlayan bu amansız ateşi, bu çaresiz derdi hep bu küçücük çeşme ile bölüşmüştü. Bu köydeki en eski, en candan dostu idi bu küçük çeşmecik Sefiye ananın.
Su tenekesinden taşan suyun sesi ile kendine geldi.Diğeri ile yer değiştirdi, sabırsızlıkla dolmasını bekledi. Zira, bahçe sulama suyunu kullanma sırası kendisinde idi ve geçen her zaman dilimi suyu az kullanmak anlamına geliyordu. Oysa, zarzavatların bu gün muhakkak yeterince sulanması gerekiyordu. Yağmurun ne zaman yağacağı belli olmazı zira; kuruyup gitmeleri hiç de uzak bir ihtimal değildi. Dolan tenekelerinden bir miktar boşalttı. Artık gençliğindeki kadar ağır yük taşıyamıyordu sözün doğrusu. Daha sonra seslice bir besmele çekti; su kaplarını omuzladı; geldiği yoldan alel acele evine doğru yürümeye başladı.
Dar ve dik patika yoldan, omuzlarındaki ağır yükle yavaş yavaş, emin adımlarla ilerliyordu. Bu daracık ve kurumuş defne yaprakları ile kaplı patika yoldan kim bilir kaçıncı geçişi idi. Her tümseğini, her taşını, her karışını ezbere bilirdi. Ama bu kez, bu serin sonbahar sabahında kader, yaşlı kadının hayatına bir parantez açmaya, hiç yaşanmayanı yaşatmaya, belki de ölüm pahasına da olsa, sevgili eşinin kendisine olan sevgisini sınamaya karar vermişti. İhtiyar kadın, alın yazısının çizgisinde yürürken, eteği birdenbire küçük bir defne dalına takıldı. Dengesi bozuldu ve tutunmaya fırsat bulamadan böğürtlen dikenleri ile kaplı dik ve yüksek yamaçtan, aşağılara, dereye doğru yuvarlandı.(Devamı var.)
Bir tutam hayat-10.05.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Safiye teyzem belki 60 yaşına gelmiş olabilir gücü eskisine göre azalmışta olabilir ama şehirli ve kendinden yaşça küçüklere yinede taş çıkartacağından eminiz.16-18 kg gelen su tenekelerini şehirli genç kızlar ancak survivora katıldığında güç bela taşır diye düşünüyorum.Safiye teyze ile kırlarda gezerken kendimizi yaşamımızdan uzağa yeşile, huzura bırakmanın mutluluğunu yaşadık.Safiye teyzenin eşiyle yaşadığı huzurlu, sevgi dolu hayatına imrendik tabi kocaman bir maşallah demeyide ihmal etmedik ve Safiye teyzeye elimizi uzatabilir miyiz, nasıl yardım edebiliriz bilemiyorum ama yazarımızın okuyucularını üzmeyeceğine inanarak ve yine bu güzel yazı için tebriklerimi bırakarak 3.bölüme geçiyorum...
Bir tutam hayat
Yorumunuzu okuyunca, sevgili eşim geldi aklıma.
O da, hikayemizin geçtiği köyün kızıdır.
Onun da annesi, tam değilse bile, anlattığımız bu şartlar yakın yaşadı.
Eşi, devlet memuru idi. Kravatsız ve sakal tıraşsız evden çıkmazdı.
Dolayısı ile tüm tarla, ev işi eşinin üzerindeydi.
Tütün, sebze eker.
Yetiştirdiği sebzeleri, hafta günü sırtına yüklendiği sepetle ilçeye, pazara götürür ve satar.
Kazandığı para ile, evin ihtiyacı olan malzemeleri alır, getirir.
ineğini bakar, besler, yayar.
Sağar, süt, yoğurt, ayran, tereyağı elde eder.
Araziden kışlık odununu yapar.
İnek dışkılarını, sırtındaki sepeti ile tarlaya taşır, gübre niyetine serer.
Çocuklarını besler, yıkar, giydirir, okula gönderir.
Evini temizler, yemeğini yapar.
Beş vakit namazına yetişir.
Su sisteminde problem olursa, hat boyuna gider, arızayı giderir.(Hikayenin devamında bu konuya değineceğiz.)
Şimdi aklıma gelmeyen daha bir çok iş yapar.
Ve,
şimdi 75 yaşlarında, hala tığ gibi.
Eşim,
bunların hiç birini yapmamış, okula gitmiş sadece.
rahat sayılabilecek bir hayat yaşamış.
Bakıyorum da,
her türlü hastalığı var.
Yaşı da genç sayılır.
Durum böyle işte.
Bir de,
bu köylerdeki yaşlıların birbirine olan sevgisi meselesi var.
Hiç belli ettirmezler ama,
nasıl da düşkündürler birbirine.
Ne çok hikaye çıkar bu konularla ilgili.
Keşke zamanımız olsa da, araştırsak ve kaleme alsak.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Soma felaketi nedeni ile geç kalmışım cevap yazmakta.
Kusuruma bakmayın.
athena
Böylesi acı günlerde yorum yazabilmeniz bile bir incelik bir özveri ki siz tek tek yorumlara özenli cevap vermenizle kişiliğinizin saygınlığını perçinliyorsunuz.
Yaşam heybeniz çokca tecrübe,hikaye dolu.Kaleme alıp defterde de paylaşarak bizi de o yaşanmışlıklara konuk ediyorsunuz ve bizlerde sizin dünyanızdan kendi dünyamıza yeni pencereler açabiliyoruz.Her daim saygılarımla.
offffffff safiye teyzem dereye yuvarlandı..inşallah bir şey olmamaış..binkez gidip geldiği yoldan hemide..omuzuna aldığı şeye bizim orda çilindirik derler bende taşıdım memlekete gidince ..çok doldurduğumuzda çalkalanıp dökülüyordu gelene kadar yarıya inmiş oluyordu kovadaki su sonra öğrendik püf noktasını :)
kalemin dsaim olsun saygılarımla
Bir tutam hayat
Bizim de paçalarımız çok ıslanırdı o tenekelerden.
Kısa pantolonla taşımak güzel oluyordu o nedenle.
Hem dereye istediğin gibi dalardın,
hem de elbisen ıslanmazdı suyu taşırken.
Güzel yorumunuzu cevaplamakta geç kaldım.
Kusura bakmayın.
Bu Soma faciası dağıttı biraz bizi.
Sen de bu işin raconunu öğrenmişsin sevgili Gökhan
Sefiye Anayı yolladın dereye. Şimdi bekleyeceğiz gayrı ne olacak diye.
Yazının içinde geçen o askılığı ile yoğurt satan sokak satıcılarını ben de çok iyi hatırlıyorum. Sütşü, bozacı, simitçi, macuncu, naneci, pamukşekerci vs den farklıydı yoğrtçular. Bir yek onların elinde çıngırak vardı. Hani şu eski olkullarda vardı ya ziller. İşte ondan. Sallarlardı daha sokağa girmeden. Yoğurt alacaklar hemen kaplarını hazırlar inerdi sokağa. Yalverırdık '' Amca kaymağından koy '' Diye.
Yahu bir yazı yazıyorsun bin tane nostalji çıkıyor. Ama iyi de oluyor hani. Çok sağol.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
Bir vesile ile hatırlayıveriyoruz, hoş bir mutluluk anını yakalamış oluyoruz.
Hele de,
birileri ile paylaşma mutluluğuna erişebiliyorsanız,
tadından yenmiyor doğrusu.
Tek sıkıntı,
olayı insanları sıkmadan aktarabilmekte.
Bu konuda çok başarılı arkadaşlar var sitede.
Güzel yorumuna teşekkür ediyorum.
Sağ ol hocam.
Geç kalmış bir yorum benimki, affola.
Tebriklerimi bırakıyorum sayfanıza.
Fazla söze ne hacet. Ve evet betimlemeler harika. Kalemiz daim olsun.
Selamlarımla, kolay gelsin...
Bir tutam hayat
Biliriz ki,
okursunuz, değerlendirişiniz, destek olursunuz, teşvik edersiniz daima bizleri.
İyi bir kalem dostu, edebiyat dostu, gönül dostusunuz.
Hayatımızın bu müstesna güzelliklerinde hep bizimle olursunuz inşallah.
Sağ olun.
eee
sonra
sonra
sonraki zamanlarda demiş yazar
dostum;
yazı dünyasında çok hızlı gidiyorsun
okuru merakta bırakıyorsun
doğa
kişi
zaman betimlemelerin
tasvirlerin o kadar güzel ki
insan sayfanın sonuna geldiğini anlayamıyor
tebriklerimle dostum
Bir tutam hayat
işin tadını kaçırdın ha!...
Tamam,
biz de az buçuk soğuduk sayfadan ama,
en azından nesirlerden kopmadık,
bağımızı çözmedik defter dostlarımız ile.
Sen,
tamamen kayboldun ortalıktan.
Yeni platformlarda boy gösteriyorsun galiba.
Bizlere de uğra arada.
Selam, sağlık haberleri bırak.
Bir iki kelam yazı yazıver en azından.
Güzel yorumuna teşekkür ediyorum.
Sağ ol.
ersinbaşeğmez
sağ ol dostum
pek siteye girmiyorum
son yazılarınızı gördüm
müsait zamanda okuyacağım
Günaydın sevgili Gökhan.
Bakir dağdan kopup gelen duru bir su gibiydi hikayenin anlatımı.
Fedakar, çalişkan ve cefalar bir Karadeniz kadınının hayat hikayesi ne güzel dillendirirmiş kaleminizde.
Tek eksik, biraz empati. Gönül isterdi ki, bu hayatı yaşamalarında erkeklerin sırtlarını bu Hamarat kadınlara yaslamalarının payı olduğundan da bahsedilsin.
Bu zorlu doğa koşullarında sırtında yük taşımak kadınlara düşmesin.
Kadınına sahiplenme duygusu yüksek Karadeniz erkeğinin. Koruma kollama güdüsü öne çıksın. Bu duyarlı yürek ve güçlü kalemden ben bunu da görmek isterdim.
Bizi bu dünya tatlısı kadının akibetini merak etmek endişesini yaşamak durumunda bırakmanız keskin bir zeka ürünü ama biraz egoizim olmuş gibi geldi bana.
Kaye harika anlatım muhteşem okuması sürükleyiciydi
Kaleminiz daim önünüz açık olsun konuşan kalem
Hoşça kalın devamı geç kalmasın saygılar hoşça kalın
Minos tarafından 5/12/2014 3:56:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Sanırım,
dileğiniz gerçekleşecek ve Karadeniz erkeğinin,
kadını için neler yapabileceğini hep birlikte göreceğiz.
Değerli arkadaşım Bir tutam hayat, Sefiye anayı öyle bir anlatmışsın ki, Davidoff'un deyimi ile sayfanın yarısından fazlası.Bence sen öykü yazmayı bırakıp hemen bir romana başlamalısın.
Sefiye ananın kolundaki su tenekesinin birisini benim taşıyasım geldi.
Anlatım güzel, hikaye bizden biri.
Tebrikler, selamlar...
Bir tutam hayat
Epeyce daha fırın ekmek yememiz gerekli bizim.
Çevremizdeki kadınların küçük bir temsilcisi aslında Sefiye ana.
O kadar çok özellikleri var ki daha anlatmadığımız,
çok uzamasın diye kısa geçtim aslında.
Geçenlerde eşim,
dizlerinde problem olduğu için doktora gittiğini söyledi bana.
Annesi geldi hemen aklıma.
Kayın validem ile, eşimin yaşadığı hayatı kıyasladım içimden sessizce.
Arada uçurumlar var.
Ve, annesi seksene merdiven dayadığı halde, sapa sağlam duruyor.
Kızı, hiç bir zorluk çekmemiş, hastalıklar ile boğuşuyor.
Mevlamın işleri işte.
Gücü verdi mi veriyor insana.
Kadın, erkek fark etmiyor.
Çelik gibi yapıyor mübarek.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
Olayı uzattıkça, okuyan dostların ilgisi dağılacak korkusunu da yaşamıyor değilim.
Hayırlısı diyelim.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Ne güzel ayna olup oraları yansıttın ya yüreğimize,
Bir de çocukluğumuzda arkası yarınlar gibi,
En heyecanlı yerinde..
Anneler gününde ne olacak Safiye ananın hali,
Güneş çabuk gidip gelse de
Merak işte meşgul eder binbir çeşit düşünce..
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Radyodaki arkası yarınlarımız.
Çocukluğumuzun güzellikleri.
Trabzon Radyosunda,
her akşam 21.10-21.30 arasında yayınlanırdı.
Perşembe günleri 20.00-21.00 arası da,
radyo tiyatrosu vardı.
Nasıl da zevkle dinlerdik.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
Lütfen Sefiye ana ölmesin..!.Bu doyumsuz güzellikte ki öykü onunla devam etsin!
Bir tutam hayat
Teşekkür ederiz ziyaretinize.
Bir tutam hayat
Sizi tekrar sayfamızda görmek ne güzel.
Gerçek hayatınızda tanıyıp gördüğünüz insanları,
umarım hatıralarınızda barındırdığınız güzellikte sunarız size.
Çok teşekkür ederiz güzel yorumunuza.
İlk yorumu ben yapmalıydım sanırım:) yazık ki ancak girebildim.Ama çok da geç sayılmam sanırım.Öncelikle karadenizin insanını,yaşam tarzını,imkanlarını öykünün iskeletine çok güzel oturtmuşsunuz.Okurken katıp gittim her birine şahit olur gibi.Çok beğenerek devamını bekliyorum sizden.Saygıyla.
Bir tutam hayat
bu yöreleri bilen insanların yorumları çok daha etkili.
Sonuçta,
anlatılanlara bire bir şahit olan insanlar onlar.
Hatanızı anında yakalarlar.
o güzel memleket köşesinden,
hayatımıza bir serin esinti taşıyabiliyor isek,
ne mutlu bizlere.
Teşekkür ederim değerli yorumunuz için.
Sağ ol hemşerim.
Karadeniz manzarasında az da olsa yaşadığım için Sefiye anayı gözlerimde canlandırdım yerine kardeşimin
Hefiye halasını yerine koyarak. O da Artvin'liydi.
Karadeniz kadınını yakınen tanıdım ve onların çalışkanlığını gördüm.
Öykü tam yerinde kesilmiş,
meraklı diziler gibi.
Devamını merakla bekleyeceğiz.
Tebrikler,
yine çok güzeldi anlatımınız.
Yaşattı adeta.
selâmlarımla..
Bir tutam hayat
çok uzun olduğunda da can sıkar diye düşündüm.
Hatta,
hikayeyi de çok uzatmamaya çalışacağım.
Gerçi,
bir an önce bitirilmeye çalışılmış diye sitemler de alıyoruz ama,
uzun hikayelerde,
yazıya hakim olmak zor oluyor.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bir gün,
Ankara'nın bozkırını anlatan bir hikaye de yazarız inşallah.
Sonuçta, kos koca altı yılımız geçti oralarda.
glenay
Sizin kaleminizden okumak güzel olacak..
Kıymetli dostum
Yazınızda karedeniz yöresinin ve insanının tipik özelliklerini görmek mümkün insan kendini sabah namazından çıkıp fırından ekmek alıp sonrada arasına tereyağı sürüp köyün kahvesinde çayını yudumlarken de hissediyor.
Dik yamaçlarında fındık dalarından oluşan odunları taşırken de. Yani kısacası yazı insanı olayların tam ortasında hissettiriyor. Ve büyük bir keyifle kendisini okutuyor. Tebrik ederim.
Kaleminize yüreğinize sağlık.
Saygı sevgilerimle.
Bir tutam hayat
Gezi yazınız çok ilgimi çekti.
benim de çok vardır ama,
bir türlü yayınlamak gelmemişti içimden.
Beni de iştahımı açtınız şimdi.
Küçük bir not defteri ile dolaşır oldum.
Küçük notlar alıyorum.
Bunları birleştirip, sizin yöntemle yayınlayayım diyorum.
Bakalım başarabilecek miyiz?
Sizinki gerçekten çok güzel olmuş.
yani yapılır mı bu. dizi filimlerdeki heyecanlı yerde kesmişsin.
selam.
bir hikayeci şöyle bir bilgi vermişti. traş olduktan sonra elini yüzüne sürdüğünde ipek gibi kayacak. eline pütürler gelmeyecek. okurkende böyle olacak yazdığın.
ikinci olarakta işi bilen hikayecilerin çoğu uzun cümle riskine girmezler.
nedense bu bölümü okuyunca bunları hissettim. halbuki birinci bölümde yaşma sevinci hissetmiş çok duygulanmıştım. oğlumu bana verde de hiç kopmadım yorulmadım.
bir cümleni saydım 35 kelime. geçelim.
iki nedenden bunları dile getirdim ve benim içinde öğretci olacak. bu yazyı okuyunca kendi hatalarımı farkettim. insan kendi yazsında farkedemiyor herşeyi. bende uzun yazıyordum. bundan sonra dikkat etmeliyim. eski yıllarda fazla alternatif olmadığından olsa gerek farketmiyordu. olmadı ikikere okurduk. şimdi insanların ve zihinlerin acelesi var.
böyle acımasız eleştirmemin bir nedeni de senin usta bir kalemin var. dilin çok güzel. sen mütavazilik yapsan da kalemin doğruyu söylüyor.
ben il ve türkiye çapında hikaye yarışması jürilerinde bulundum, her yerden her seviyeden yüzlerce hikaye geldi, abartmadan söylüyorum Bana Oğlumu Ver uzun hikayesi birinciydi.
hiç duymadın mı fazla mütavazi olma inanırlar.
hoşça kal...
selahattincansız tarafından 5/11/2014 1:50:35 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
bu uzun cümle meselesinden ben de rahatsızım.
Hata yapmamak için, kısa cümle kurulması gerektiğinin farkındayım.
Artık kimseler uzun cümlelerle yazı yazmıyorlar.
Bize gelince;
Normal hayatta,
konuşmalarında asla uzun cümle kurmayan bir insanım.
Karadenizli yapımdan olsa gerek,
çok kısa ve en kestirme yoldan kendimi ifade etme gibi bir alışkanlığım var.
Yani,
en son söylenecek sözü,
en başta söylüyorum.
Bazen, bunun çok zararını görüyorum.
Bekle, olay olgunlaşsın, gelişsin, sonra duruma göre pozisyon alırsın.
Yok...
Ben illa işi baştan bitireceğim.
Bazen ters köşe oluyorsun,
dersini alıyorsun.
Yazıya gelince.
Burada durum çok farklı.
İçimdekini, hissettiğimi tamamen boşaltana kadar uzatmam gerekiyor cümleyi.
Başka türlü kendimi ifade edemiyorum.
Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışıyorum ama, yine de uzun oluyor işte.
Bu nedenle hikayeyi çok gözden geçirmek zorunda kalıyorum.
Hatta,
yayınladıktan sonra da çokça değişiklik yaptığım oluyor.
Bazen, siz dostların uyarısı ile, bazen benim fark etmemle, bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum.
Gayret gösterecek, bir şeyler yapmaya çalışacağız işte.
Sonuç nereye varır bilemiyorum.
Bildiğim,
bu yabancı ülkedeki yalnızlığımda,
gerçekten elimden tuttu bu site ve buranın yüce gönüllü insanları.
Vatanımla aramda hoş bir bağ oluşturdu.
Şimdilik bu bana yetiyor ve artıyor.
Güzel, yapıcı, yardım edici yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum efendim.
Çok sağ olun, var olun.
Sen, Sefiye Ananın tanıtımını bize sayfanın aşağı yukarı üçte ikisini dolduracak kadar yap, sonra da, git dereye düşür ve yazıyı orada kes...
E ee, şimdi ne olacak?
Yazının devamı gelene kadar Sefiye Ana boğulmaz umarım.
Elinizi çabuk tutun lütfen BTH. Yoksa forum açmak zorunda kalırım.
"Sizce Sefiye Anaya ne oldu?"
**Havin_** der ki, eteğini yırtıp kendisini kurtarmıştır.
Şükran Ay boğulmuş olma ihtimali garanti.
Kalimera forum mu, ne forumu?
Afet İnce Kıraç bence iyi yüzücüdür.
devamını forumda okursunuz artık, yoksa elini çabuk tutunuz lütfen.
Bir tutam hayat
Umarım dilediğiniz, beklediğiniz gibi gelişir.
Çok teşekkür ederim desteğiniz için.