- 724 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Hikayeler Hakikatlerden Üretilir
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hikayeler Hakikatlerden Üretilir
Uydurulan hikaye, üzerine bina edilen hakikati kaldıramadığında “Hikaye” doğru, “Hakikat” ise yanlış kabul edilmeye mahkumdur! Hakikatler, nakli olmaz! Hikayeler ise nakledilir! Zaten her hikaye bir hakikatten üretilir! Hikaye hakikati temsilen üretilir! Ya da yaşanmış bir hikaye o yaşanan hakikate dair anlatılır! Hikaye, anlatıldığı hakikati bastırır ise ortada hakikat kalmaz, hikaye kalır; hakikat gizlenir ise hikayenin de bir faydası kalmaz! Yani araç, amacın önüne geçiyor!
Zihinlerin ve inançların yalan yanlış "Orta Çağ" hikayelerine teslim edildiği bir zamanda, hakikat söylemek o kadar kolay olmuyor! Eski zamandan nakledilen, doğruluğu-yanlışlığı dahi sorgulanmadan kabul edilen duygusal hikayelere; kocaman inançlar bina ediliyor ve bu durumda "Kral çıplak" diyende hoş karşılanmıyor! Neyin, neye delil olduğunu da pek önemsemiyor insanlar, eski zamandan bir hikaye uyduruyorlar; o hikaye üzerine tüm önemli inançlar bina ediliyor! Bu hikayelere bina edilen hakikatleri o hikayeler asla kaldıramaz! Dinleyen, kutsal hikayenin gösterdiği hakikati göremiyor ve hikayede kalıyor. Hikaye üzerinden yan, paralel inançlar üretiliyor ve asıl hikayenin hedefi gözden kaçıyor! Hikaye, ona bina edilen inancı kaldıramıyor! Hikayelerin asıl hedefleri konusunda farklı, yeni fikirler üretilmesine de fırsat verilmiyor! Hem alınganlık da var! “Bu hikayelerin gerçek dayanağı yok, birileri uydurmuş ya da yazmış olabilir!” dese biri, samimi olarak, o da “İnançsızlık” ile suçlanıp hurafeye devam edilebilir! Kolay değil! İlla o eski zaman anlatısı "Doğru" kabul edilecek ve üzerine kocaman hakikatler yamanacak! Ben de diyorum ki “Tamam hikaye "Doğru" olsun! Ama bu hikaye, ona yüklediğin hakikati kaldıramaz!” Bu narkozdaki hastanın ayılırken etrafına bağırıp çağırmasına benziyor! Uyanış kolay olmaz!
Sembollere bakalım; her sembolün bir hikayesi, her hikayenin de bir hakikati var! Önce sembole, sonra hikayeye, sonra hakikate bakalım!
İbrahim peygamberin Güneş’e bakıp onu ilah olarak düşünmesi, Güneş batınca da “Batanı istemem!” diyerek bu fikirden dönmesi meşhurdur! Eski uygarlıklarda Güneş sembolü önemli. Güneş en fazla “İlah” olarak düşünülmüş! Sonraları ilahlar toplumu şekillendiren insanlar oluvermiş. “İnsan İlah” dönemi…
Nuh’un gemisi hikayesi de zaman zaman insanların eski öğretileri resetlemesi sıfırlamasına dair. Yani asıl hakikat insan ırkının bir kırılma yaşaması ve bu kırılmada bir sıfırlama ihtiyacından ve gereğinden doğan “Tufan” hikayeleri. Bunlar sadece bir tane değildir! Çok vardır! Yani hikayenin çoğundan bakarsak bu sıfırlama ve reset özlemi bir şekilde gerçekleşmiş! Yani hikaye, maksadına ulaşmış. Reset ve sıfırlama hakiatini anlatmış! Eğer bu hikayeden, reset ve sıfırlama hakikati çıkarılmamışsa ne çıkarsa çıksın bir anlam ifade etmez! Gemideki hayvanların birbirlerini neden yemediklerini, birbirlerini yemeyince ne yediklerini; bir hayvanat bahçesinde bile sınırlı hayvan için binlerce dönüm arazi gerektiği, binlerce insan çalıştığı konusu da hallolsa bile sonuçta insanlığın “Sıfırlama” yeniden başlama hakikatini açığa çıkarmayan bir anlatım ayrıntıda boğulmaya mahkumdur!
Eski zaman “Ulu kişi”lerinin hayat hikayesi de bu kapsamda! Yani hikayeden ana fikir, öz çıkarılmıyorsa ne kadar ayrıntılı anlatılsa “Hakikati” açığa çıkmıyor ise fayda sağlamaz! Yani bir insanın yaşamının getirilerine odaklanmak yerine onu övmek ya da ayrıntılarda boğulmak bir fayda sağlamaz! Sağlamamış zaten…
Bu arada, James Churchward; “Kayıp Kıta Mu” kitabından bahsetmemek olmaz! Atatürk’ün çok önemsediği, çevirisini yaptırdığı bir kitap!
Eski zaman hikayelerinin önemini anlamak ve bu hikayelerin hakikatlerine bakmak için “Mu Uygarlığı” sembollerini inceleyelim! Sembollerle hem de bir kağıdın bir yaprağına sığacak kadar az sembolle kocaman hikayeyi anlatmışlar! Aşağıda bu sembolleri açalım, inşallah!
“Cennet Bahçesi”: Bu insanların barış ve özgürce yaşadıkları bir kıta, “Mu” kıtası; muhteşem bir uygarlık, öyle ki Cennet gibi! Bu günümüzde “Altınçağ” ile özleştirilebilir! İnsanların özgürce, refah içinde yaşadıkları bir toplum oluşturduklarında bu çağa “Altınçağ” bu topluluğun yaşadığı yere de “Cennet” denebilir! Bu hikayeler kutsal kitaplardaki “Yaratılış hikayeleri” ne çok benzer! Çünkü aynı hakikati göstermek amaçlı!
“İnce yatay çizgiler”: Bu boşluk anlamında kullanılmış. Aslında hiçlik bir nokta ile (Hiçin potansiyeli sınırsız!) temsil edilir tek boyut bir çizgi ile! Burada çizgi ile boyut anlatılmış. Yani hiçlikten varlığa ilk hareket ya da ilk oluşum. Nokta, boyutsuz; hiç gibi. İki nokta, bir çizgi bu da bir tek boyut! Yani çizgi ile anlatılan varlık sahası, Dünya boyutu!
“Bir çember içinde çizgilerde yol alan yedi başlı yılan!”: Evren dış çember çizgili alan boyutsal alan yedi başlı yılan ise ilk canlı! Yedi baş olması ise bir evrime işaret.
“Dalgalı yatay çizgiler”: Suya işaret!
“Çember”: Güneş, tanrısal güç; ısı ve ışık!
“Güneşten uzanan dikey çizgiler, bunlar dalgalı olarak da birkaç aşamalı”: Güneşin Dünya’da başlattığı hayat serüvenine işaret!
“Dikdörtgen yatay çizgi”: İlk ana yurt! Yani Dünya üzerinde insanlar yurt edinmeye başlıyor!
“Yatay dikdörtgen alta dikey eklenince “T” şeklini alıyor”: Bunu “Güneyhaç” takımyıldızına atfetseler de ben kök salmak olarak düşünüyorum. Yani çizgi ana vatan idi ya “T” ana vatanda yerleşip kök salmak! Açığa çıkış.
“Lotus”: Nilüfer; Dünya’da çıkan ilk çiçek olarak düşünülmüş ve “Mu” nun sembolü. Diğer yatay ve “T” sembolünün ardından filiz vermeyi temsil ediyor. Ana vatan, kök salmak, filiz vermek!
“Üç nokta yan yana gibi, üç daire yan yana”: 3 Mu’nun sembolü. Üç kara parçasına üç kıtaya işaret muhtemelen o zamanlarda Dünya yüzeyi henüz karalar tam uzaklaşmamış. Kıtalar tam oluşmamış. Birleşik!
“Keh-sıçrayan geyik”: Naacal tabletlerinde sık rastlanan bir figür; ilk insanı temsil ediyor! Sıçraması özel bir yeteneğe dair! Güncel olarak da sıçramak önemli! Başarı olarak bilinir sıçramak! Bu sıçramanın aşağıda kutsal bir böcekle nasıl sembol olarak kullanıldığına değineceğim!
Mu sembollerinin Mısır sembolleriyle aynı hakikate işaret ettiği çok açıktır hatta tüm kutsal hikayelerin aynı hakikate işaret ettiği gözlemlenebilir! Hikayelerdeki ana unsur evrenin yaratılışı ve Dünya üzerinde insanın var oluşuna dairdir. Sonraları insanlığın keskin değişim dönemlerine dair “Tufan” hikayeleri de buna eklenmiş. Bakın hem “Mu” hem de “Eski Mısır”ı etkilemiş bir böcekten bahsedeceğim. Bok böceği olarak bilinen bu böcek eski mısırda “Kepher” olarak adlandırılmış ve ilah olarak da kabul görmüş. “Mu” da Dünya’ya gelişi simgeler! Atılım yapmak! Bu sıçrayarak Dünya’ya gelişi de bir böcekle anlatmışlar! Kepher, (bok böceği, top böceği) Ateş ve kutsal sacarab böceği! Bu böceğin yuvarladığı gübreyi döllemesini; gaz bulutunun dönerek Dünya’yı oluşturması ve içine insanın döllenmesini ilahi olarak anlattığı düşünülmüş ve bu böcek bir dönem kutsal ilah olarak bile kabul görmüş! Yani ilah, dünyayı yuvarlayarak yaratıp içine insanı kendinden olanı koymuş! Mantıklı…
Bu sembolik anlatımların hikayeleri ortak bir evren bilgisine dair! Hangi uygarlıkta ne şekilde anlatılırsa anlatılsın. Son anlatımdaki kepher, sacarab sembolünün açılımı gibidir!
Son tahlilde evrendeki varlığımızı madem önemsiyor ve bunu bir şekilde açıklamak istiyoruz kendimize bakalım. Basit bir böcek bile bunu adeta yaşayarak gösteriyor ise insan daha fazla ayrıntısıyla bunu gösterecektir. Buradaki en önemli husus, bilgi kirliliği ve hikayelerde takılıp kalmaktır. Kutsal kişiler kutsal hikayelerde takılmaz ise insan kendine ulaşır! “İlim kendin bilmek” hakikati de açığa çıkar. Bunun için eski köhne hikayelerden ve kişilerden de kurtulmak gerekebilir! Cesur olmak gerek! İşte o zaman “Altınçağ” Cennet çağı yaşanır! Kimse, diğerinin algısına ve nasıl yaşayacağına müdahale hakkını kutsallardan almadığında sorun kalmayacak! İnşallah!
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Çok güzel bir yazı kaleme almışsınız tebrik ederim.
Değerli hocam bir arkadaşım anlatmıştı; İstanbullun Eyüp ilçesinde arkadaşımın yaşadığı semtte bir mezar var ve bu mezarda yatan kişi ermiş özel güçlere sahip ulu bir zat olarak türlü şekilde hikâyeleştirilmiş ve günün her saati İstanbullun çeşitli yerlerinden, insanların gelip dua edip dilek diledikleri bir kişiye ait mezar.
Şimdi işin enteresan olan tarafı şu; bu mezar öyle yüzlerce yılık bir mezar değil. Arkadaşımın gençlik yılarında bu mezarda yatan kişi sağmış ve arkadaşımın çok iyi tanıdığı birisi. Adam bırakın ermiş, ulu vs… gibi nitelikleri tersine ahlaksız üçkâğıtçı sapık aklınıza ne gelirse kötü olan her türlü özelliklere sahip birisiymiş nasıl olmuşsa orasını arkadaşımda bilmiyor bu kişiyi evinin bahçesine gömmüşler. Geçen zaman içerisinde otuz otuzbeş yıl önce müstakil bahçesi olan evlerin yerine apartmanlar dikilince bu şahsın mezarı da caddenin ortasında kalmış ve adeta türbeye dönüştürülmüş.
Şimdi size sormak istediğim şey şu acaba tarihte yaşanmış dinsel veya siyasi birtakım olaylarda arkadaşımın bana anlattığı bu olay gibi sonradan uydurulmuş gerçek dışı hikâyelerimidir.
Örneğin: tarihte kahraman olarak bilinen bir kişi gerçekte hain olabilirimi yada tersi.
Güne gelen yazınız kutlarım.
Kaleminize emeğinize sağlık.
Saygı selamlarımla.
Ahmet Bektaş
Yatır konusunda hatta yatıra benzer dini ya da dini olmayan özel mekanlar hakkında şöyle düşünülebilir! Bir mekan ya da bir unsur eğer halkın topluca ilgisini çekmişse o yer veya o unsura insanlardan bir mana akmaya başlar! Bu mana o yer veya unsurun majisi, sihri olur! Sihir gibi o unsur ya da yer insanların potansiyel verdiği enerjiyle yüklenir ve bazı olağanüstü haller buradan görünmeye başlar! Bu zincirleme bir reaksiyon ile çok güçlü bir metafizik alanı da oluşturur! Bu metafizik alan aslında mekandan değil mekana verilen metafizik insan potansiyelinden kaynaklıdır! Çok ziyaret edilen binlerce milyonlarca insanın ziyaret ettiği bir mekanın majisi, sihri doğal olarak yükselir! Eski çağlarda putlar, ilahlar için de bu geçerlidir! Bir puta ya da ilaha ne kadar çok tapınma olmuşsa o put ya da ilahın majisi, sihri o kadar artar! Bu toplumsal alanda sosyal medya ya da siyasi alanda görülür; ideolojik alanda da görülür! Bir ideolojik, dini ve fan fikirler, görüşler takipçisi ve sevenlerinin de potansiyelini yüklenir! Arkamda şu kadar kişi var söylemi yabana atılmamalı. Bazı bu potansiyel şuursuzca da oluşabilir! Bazısı da eski kabuller üzerine bina edilir! Her durumda insanın kendi potansiyelini verdiği ve bu potansiyelin alındığı bir kutsal mekan kutsal unsur gözlemlenir! Eski dinsel hikayelere hurafe karışması doğaldır ve pek çoğuna zaten karışmış ki izahı da güçleşir, taraftarlarınca! Tarihte "Kurtarıcı, kahraman" olarak bilinen bazı kişilerin aslında sahtekar kurnazlar olması muhtemeldir! Güzel yorumunuz için çok çok teşekkür ederim.
Başlığa bakıyoruz "Hikayeler hakikatlerden üretilir" diyor içeriğini okuyunca hakikatlerin hikayelerin içinde deforme olup yok olduğu mesajını alıyoruz.Dünyada varolagelen normalin dışında gelişen hemen herşeyi bilim yoluyla açıklamak ne yazık ki hiç bir zamanda mümkün olmamıştır.İnsanın doğası gereği yeri gelmiş nasıl doğduğunu,varoluşu,bu düzeni kuran gücü,ilahı arama isteği baskın olmuş ve değişik zamanlarda farklı inançlar toplumları etkilemiştir.Yalnızlık,inanma ihtiyacı hissetmeme yalnızca mutlak ilahi güce has özelliklerse insanlar ne yalnız kalmaya ne de inançsız kalmaya dayanabilmişlerdir.Semboller, hikayeler,efsaneler, mitoloji hemen hepsi bu hitiyaçlardan doğmuştur.Birde işin kutsal boyutu varki günümüz inanışlarının büyük bir kısmını diğerlerine göre daha akılcı ve gerçekçi olduğu düşünülen kutsal kitaplarla mühürlenen dinler oluşturmaktadır.Bu dinler arasıda ortak çok yön zamanla değişen bu dinlerin içine giren öğelerlede çatışılan bir çok yön vardır.İnsanlar hangisine yakın hissediyorsa ya da hangi toplumun içinde varoldularsa büyük ihtimalle o inanışla yaşamaya devam edeceklerdir.Ya da akıllarına takılan ters gelen unsurlar varsa belki başka inanç arayışlarındada olabileceklerdir ama kutsal kelimesi herkes için bir anlam taşıyacak ondan sıyrılmak mümkün olmayacaktır.Tabiki dileğimiz kimsenin kutsalının diğerinin kutsalını aşağılamaması olmalı.Hikayeler ise gerçeklerden doğar çünkü ateş olmayan yerden duman çıkmaz ama duman rüzgara karışır yön değiştirir şekil değiştirir ya azalır ya çoğalır ama mutlaka çıktığı gibi kalmaz.İlginç bir yazıydı haklı yönleri olan.Elinize sağlık.