Bahar, bahar gibi olsa...
“Gün olur alır başımı giderim” demiş ya Orhan Veli.
Baharın kokusu burun deliklerinden insanın içine içine sızınca gitmek kelimesi insanın başını döndürür ya hani ara sıra başını saklandığı yerden çıkarır da.
Hani erguvan mevsimidir, yığınla eflatuna keser dalları İstanbul’un. Diğer yanda dizi dizi sarı mimozalar. Bir başka akar Boğaziçi işveli lodoslarında titreyen kayıklarıyla. Kanatlarına şiirler asılmış martıların denize aşkı çığlık çığlığa ifşa edilir. Lale kırmızısına keser de her yan “İstanbul’u sevmek” le başlar her söz. Ama diye devam eder ya hani arkasından.
İşte o “ama”dan sonra gitmek fiili gelip yerleşir insanın içine. Umutlara kurban edilmiş şehirden kaçmak ister gönül. Bir hanımeli kokusunun peşinden sürüklenmek, papatya tazeliğiyle serinleyip begonvillerin renklerinde kaybolmak ister.
Durmadan kendine çeken, rahat bırakmayan, “beslenmeni ben sağlıyorum, bağlısın bana” diyen köklerinin itirazlarına aldırmadan uçsuz bucaksız özgürlükte kendini bulmak, huzurun çiçeklerini derlemek ister. Deli rüzgârların peşine takılıp sürüklenme arzusu başın üzerinde eser durur.
Sonra durur düşünür. “Ne değişir ki” der kendi kendine bahar gelmişse. Gönül yorgun, insanlık yorgun, hayat berbat. Elvan elvan çiçekler bir bir dökülürken baharı dinlemeden. Çocuklar bir bir kaybolurken hayatlarının baharında demeden. Uçurtmalarını salıvermeden gökçatıya.
Rüzgarın ardından koşmadan bir bir dökerken elvan elvan çiçeklerini hayat. Ne değişir ki bahar gelmişse.
Kim bilir hangi zamanda okuduğu, Amin Mooluof’dan bir cümle takılır diline. “Suya bak! Görmüyor musun nasıl da güzel, ufuklara doğru koştuğunda ve nasıl da yapış yapış oluyor bir yerde durup kokuştuğunda”
Yaşam bir döngü. Yaşam bir nehir. Akıp gidiyor kimseye bakmadan kendi bildiğince. Keşke bahar gibi bahar olsa, keşke bir kelime olarak kalmasa.
“Gün olur alır başımı giderim” demiş Orhan Veli. Haklı…
Şükran Okyay