Uçan Melek ile Kovalayan Adam...
Bu hikaye, kıskanılmaktan hoşlanmayan melek ile sevdiğini uçan kuştan bile kıskanan adamın hikayesi…
Görür görmez aşk dediklerinden… adam da öyle aşık oldu meleğe… ancak melek bu, kanatları vardı, daldan dala uçar, gönülden gönüle konardı.
Adamın ise ne uçmaya, ne koşmaya hali kalmıştı. Çünkü melek gençti, güzeldi, hızlıydı… adam ise orta yaşlı, yavaş ve kaderciydi... melek kanatlarını çırpar, uçar…uçardı… adam ise beyninde fikir fırtınaları koparır, düşünür, düşünürdü… nasıl yapsaydı da şu meleği kendine aşık edebilseydi…
Günlerce düşündü… hastalandı, yataklara düştü… ancak bir türlü işin içinden çıkamıyordu.
Sonunda bu böyle olmayacak, bu aşk beni öldürmeden, ben bir rehber arayayım kendime… bir bilene sorayım da… daaa sı vardı işte… öyle birisini de nereden bulacaktı.
Hikaye bu ya işte, çıktı yollara, aradığı kişiye kendisini ulaştıracak işaretler göstersin diye de Yaradanına dualar, dualar ediyordu.
Bir gün oldu, iki gün oldu, üç gün oldu… dört, beş… derken bir ay oldu. Birinci ay sonunda işaret sayılabilecek bir olay oldu. Bir akşam üstüydü. Yorgun ve açtı. Yolun kenarında bir çeşme, çeşmenin yanında bir ağaç, ağacın dallarında ise kırmızı mı kırmızı elmalar vardı. Bir an meleği düşündü. Onunda yanakları kırmızımsıydı. Gerçi yazın deniz kenarında bronzlaşmak için faydalandığı güneşinde bir etkisi vardı bu kırmızıda. Ancak olsundu. Kırmızı kırmızıydı işte. Böyle düşünürken bir ses duyup irkilir gibi oldu. Ak sakallı bir dede oğlum buralarda yabancısın galiba diye kendine seslenmişti. İlk seferde sesin nereden geldiğini anlayamadı. Etrafına baktı kimse yoktu. Buradayım evlat, ağacın arkasında… şimdi anlaşılmıştı. Ak sakallı dede ağacın arkasında gölgede dinlenmekteydi. Bizimkisi çeşmenin yanına gelince, ihtiyarı uyandırmıştı galiba. Evet…evet babalık, buralarda yabancıyım. Açım, susuzum. Suzuzluğumu şu çeşmeden, açlığımı şu elma ağacından gidermek isterim. Ancak kimdir buraların sahibi. İzin almak isterim, dedi.
Buralar hayrattır evlat, dedi ihtiyar. Kimin bir ihtiyacı olursa, sormadan suyunu içer, sormadan elmasını yer, doyar, dua eder, sonrada yoluna devam eder, dedi.
Hoş sohbet birisine benziyorsun ihtiyar. Kusura bakmaz isen, suyumu içeyim, elmamı yiyeyim de kendime geleyim. Müsaaden olursada seninle iki çift laf ederiz. Havadan, sudan, birazda hayattan konuşuruz. Saatlerdir yollardayım. Hatta günler, haftalardır. Şöyle iki laf edecek birisine rastlayamadım, der.
Hay hay evlat, varsa bir nasibin, bulur seni hesapsız, yoksa bir nasibin, dünya ayağına gelse faydasız…
Konuşmalar hoşuna gider adamın. Suyunu içer elmasını yer. Karnını bir güzel doyurur. Sonra da ihtiyarla başlarlar sohbet etmeye…
Eee ihtiyar kendinden bahset biraz. Neresidir buralar? Haftalardır yürümekten pusulam şaştı. Nereye gelmişim, kime çatmışım hiç haberim yok.
İhtiyar tebessümle karışık hafif bir gülümseme ile, olur evlat der.
Olur evlat, gerçi adettendir, önce misafir kendini tanıtır. Ancak sen aşkta da, hayatta da daha acemisin anlaşılan.
Adam şaşırır bir an için. Aman ya Rabbi… nereden çıktı şimdi bu aşk konusu. Bu ihtiyar kendisine bir işaret mi veriyordu acaba?
Şeey… afedersin ihtiyar, hem kendimi tanıtmadım, hem lafa ortasından daldım. Kusuruma bakma. Benim adım Veysel, izmir ilinde yaşarım, aslında yaşıyordum.
Eee, ne olduda yaşamaktan vaz geçtin?
Çok uzun hikaye ihtiyar, bu arada kusura bakma işte, gençliğime ver, seninde adını sormadan ihtiyar deyip duruyorum.
Mahsuru yok evlat, bana herkes ihtiyar der zaten. Sende öyle hitap edebilirsin.
Peki ihtiyar, nasıl istersen. Dediğim gibi çook uzun bir hikaye işte. Bir gönül meselesinin peşinden düştük yollara.
İhtiyar susuyor, Veysel ise susmak bilmiyordu. Farkında bile değildi. o kadar uzun zaman konuşmamıştı ki birileriyle,ihtiyarı görünce çenesinin bağı çözülmüş sorular gelmeden cevapları söyler gibiydi.
İşte ihtiyar dediğim gibi, bir gönül meselesi bizimkisi. Nasıl bir belaymış bilemeden bulaştık işte… şimdide kurtulamıyoruz.
Gönülden bela değil, sevgi yeşerir evladım. Neden bela olsunmuş.
Yaa ihtiyar nasıl olmasın. Bir aşkın peşinden koşturmaktan kendimi unuttum. Bundan ala belamı olurmuş.
Heh heh, evlat… aşık olmak, sevmek kötü bir şey değil ki.
Peki, güzel de, ihtiyar. Ben aşkıma kavuşamadıktan sonra bunun neresi iyi…
Dinle evlat, sana bir hikaye anlatayım.
Kusura bakma, ihtiyar. Hiddetlendim bir an için, sesimi de yükselttim belkide farkında olmadan. Özür dilerim. Aaah, bu aşk insanı işte böyle raydan çıkartıyor işte ya neyse… Sizi dinliyorum.
Evlat… vaktiyle bir belde de güzeller güzeli bir kız, yağız da bir delikanlı yaşarmış. Kız kralın kızı, delikanlı soylu bir ailenin tek evladıymış. Ancak bu güzel kareye hiç mi hiç uygun görülmeyen fakir mi fakir, ancak bir o kadarda dürüst, çalışkan ve korkusuz bir delikanlı daha varmış.