- 1177 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
'ağlayanlar anlar yalnızca O'nu'
’Merhametten ve adaletten yoksun benliğimden tiksiniyorum.’
Gözyaşlarına kurban olayım! Sevmesen de yüreğimi, tanıyamasan da benliğimi, duyamasan da sesimi, göremesen de gözlerimdeki yitikliği ağla; ağla ne olursun! Eğer sen ağlamazsan, sen de ıstırabını çekmezsen yaşamanın, kimse kalmayacakmış gibi hissediyorum. Hiç kimse kalmayacak adalet için sızı çekecek… Böyle bir dünyayı hak etmiyor çocuklar. Böyle bir dünya için mi evlenecek gençlik? Kurulan yuvalar ne için? Biraz zevk, sıcak bir göğüs ve huzur mu? Huzur mu olur adaletin olmadığı yerde? Ağla ne olursun, ağla; ben de ağlıyorum. Belki ayalarımızda kavuşamaz yaşlarımız ama mekân, zaman farklı olabilir, inanıyorum hepsinin birleşeceği bir yer var. Gözlerimize toprak dolarken, ruhumuz binlerce cinayetten yine de suçsuz olarak sokaklarda masum rolü yaparak yürümesine devam ederken, ağla!
Ağlamak zor mu? Yapma ne olursun, zor değil. Göz pınarların, kıpkırmızı kumların altında, beyaz malihulyalarla çevrili… Bu ümitlere haksızlık olmasın. Garez etmesin kimse. Eğer ağlıyorsun diye suçlayacaklarsa, ağla! Bak şurası göğsüm, şurası sinem, şurada yüreğim, kalbim, damarlarıma kan pompalayan fabrika. Bu fabrikada binlerce işsiz mi kalsın? Adalet… Biraz adil olsunlar diye insanlar, ağlamalılar. Ağlamadan anlayamayacak çünkü hiç kimse birbirini. Eğer ağlarsak anlayabiliriz. Şu yaşlarda en çok sana yakışıyor, durma; ağla! Beni bırak! Ben kör bir yolcu, bedevi hisleriyle oradan oraya atlayan bir yabancı, yalancı bir derviş, belki fâsık hücrelerine değin… Beni bırak, umursama. Gözlerine önem ver. İtinayla aksın gözlerinden billur damlalar. Islatsın yanağını. Ta sinene ulaşsın, yunsun bedenin, varsa günahın af olsun. Bazen de günahlarına ağla ama adaletli ol yine de. Kendini kurtarma pahasına değil, tüm dünyayı kurtarıyormuş gibi ağla! Beni umursama, bırak ellerimi, ayaklarımı. Serkeş yüreğim, yitik hafızam, harabe tarihim, sefil vicdanım, maymun iştahlı gülüşlerim, elem dolu zevklerim acı bir vesika şu asırda.
Ah ruhuna ruhumu kanaviçe diye işlemişlerde, sonra, sonra: ‘Vakti geldi, ayrılın’ emriyle senden kopartılmış bir ruh olan ben! Aciz, hasta benliğim. Benim ağlamalarım bataklığı andırıyor, toprağı bulandıran bir keşmekeş. İçine sürüklediğim binlerce güzellik var. Ama sen ağlarken, şelaleler gibi, çaylar, ırmaklar gibi tüm kiri, pası uzaklara içinde götürürken, kâinata güzellikleri bahşediyorsun. Gösteriyorsun ağlayınca bir insan, nasıl da güzel oluyor. Nasıl da güzel kokuyor toprağı, teni, boynu ve göğüsleri… Durma ağla, beni bırak, ağla. İncinmem bu ayrılıklara, kırılmam kem sözlere, üzülmem gidişlere. Ağla, yeter ki sen ağla! Varsın bu güzelliğin yaşlarını kurutsunlar, göremeyeyim bir daha. Ne çıkar? İçimdeki kötülüğün bir yansıması deyip, sinemde sızını mahşere kadar çekerim. Yılanlara, çıyanlara, böceklere, kargalara aş olur kanı oluğunda kurumuş, gözleri artık kendi yüzünü dahi görmekten aciz olan bedenim… Ağla!
‘Bu kadar fenalık, kötülük neden bizle beraber soranlar’, heyhat, boşuna suçlu aramayınız. İşte ben, işte karşınızdayım. Atın ne kadar taşlarınız varsa, yığın hıncınızı dizlerimden boynuma, asıp asıp, morartın boynumu urganlarla, kelimelerle değil yalnız, ellerinizde kazıyınız varlığımı tarihten. Şu coğrafya, şu kader, beyzalarda konaklamaya ant içmiş ankalar, zümrüt taşıyan ankalar, ceylan kokulu, miski amberler süslenmiş toprağın bağrında uyuyan ecdat… İşte o neslin bıraktığı sefil hayaletler içinde, merhametinden yoksun, nasıl bir doğumsa artık, nasıl bir başlangıç, yumurtaya varan hangi edepsiz spermse, o benim! Nefsim ağzımın boşluklarını kaplamış, burnundan soluyor, bir duba kadar iri ve boş varlığımla eriyorum zamanda. Zamansız, kavramını hiçliğe verememiş beni aramasın gözlerin. Yalnızca ağla! Benim için değil, kendin için, diğerleri için, hep başkaları için… Sema merhamet melekleriyle dopdoluyken, bulutlar yağmura gebe karnından dünyayı gözetleyen nurlara en güzel hediyeyi sen sun! Ağla, ne olursun konuşma, yalnızca ağla! Gözpınarlarına kurban olurum, orada bana yıkanmak haram, oraya bakıp seni anlatmam, senden bahsetmem, senin suyundan içmem, seninle yıkanmam haram bana. Bana değil, şu inleyişlere, çığlıklara kulak ver ne olursun! Adaletsiz, merhametsiz, hunharca katledilen, ellerindeki yumruk henüz çözülmemiş ölü bebekler için ağla! Fersahları aşıp giden, ayakkabısı delik şu çocuklar için ağla! Unutan, unutturulan, kaybeden bir nesil için ağla! Ağlarsan, belki onlarda anlarlar. Anlamaktır ağlamak, coşmaktır karanlıklarda, yalnız iken, yalnızca merhamet sahibine sarılmaktır, O’na sarılıp, sıcacık olurken yüreğin, ruhun aşarken cennetleri, o muhabbetin teridir yaşların. Gözlerinden akan secde tohumlarıdır, alın paklarıdır, toyların müjdeleyicisidir, bahara açan badem çiçekleridir, sevgiye karışan, sevgiyi büyüten hücrelerdir. Sen köksün, hakikatsin! Hakikat olan ümitsiz olamaz. Ümitsiz olma, ağla. Durmadan, yorulmadan ağla. Sinen dağlanırken, yaşların kururken pınarlarında, yeni rahmet kapıları açılacaktır sana.
Haddimi aşıyorum. Ancak haddini bilmeyen için had nedir ki? Sınır marazi bir nazar iken, ruhum çırılçıplak vadilerde arsız bir harami kaçkını. Daha ötesi var mı? Daha öteleri, daha ötelerde neler var? Hayır, hiç kimse suçlu değil, hiçbir günahı yargılayamaz bu günahkâr! Dahası suçlu da benim, yargılanacak olan da. İnsanlar suçsuz, ama bilmiyorlar. Sen ağla, onlar için ağla. Bir garibin, bir güzelin, bir ışığın hakkı için o akan yaşlar denizine ulaşacaktır, Rabbine, sahibine erecektir elbet! Çok şey hissediyorum ancak dilim lâl. Kulaklarım sağır, daha fazlasını duyamıyorum. Var olana erişememiş olmam âmâlığımdan. Ruhumu kemiren bu facia, itfaiyesiz, tulumbasız acılar içinde nice zevkleri, mutlulukları yakmış iken, tüm mantık hesaplamaları, analizler, umutlar beyhude uğraş. Değil ki inancımı kaybettiğimden bu kendimi yok sayışım, hayır, kurtarıcı olamaz benim yaşlarım. Acı, kendinden bihaber, kimseye rahmet bulamayacak yaşlarım. Bu yüzden ki, senin ağlaman, senin denizlere ulaşman lazım. Daha ötesi var mı bilemiyorum. Varsa daha ötesi, şahit olsun gözyaşların, belki o yaşların hürmetine af edilecek bir insanda ben olurum. Ağla ne olursun, ağla!
Yalnız sokağımın başında değil, dünyanın herhangi bir yerinde işlenmiş suçun müsebbibi kanlı ve canlı benim. Benim yok eden, merhametsiz ve anlayamamış olan gerçeği, var olmayı. Çarem; çaresiz, muradım; muratsız, ecelim; nihayetsiz… Bu kadar vebali kaldıramıyorum, ağlayamıyorum. Ağlayamamak da bir günah! İnsan ağlayamazsa nasıl anlar acı çeker bir insanın iniltilerini. Her gece başını yastığına koyup, rahatça uyuyabilen insanlar, benim gibiler, ceza çekmesi gerekenler… Nasıl da rahatız, nasıl bedbaht ve aciz! Hani böbürlendiğimiz mallarımız, güzelliklerimiz? Hani mutluluklarımız, rüyalarımızda dahi göremeyeceğimiz zevk-ü sefa? Ben suçluyum; biz suçluyuz! İçime doğru, damarlarıma, organlarıma, zerre zerre hücrelerime, içime doğru… Her bir sinirinde cinayet işlenen benim benliğim, benim kabahatim, kötülüğüm, insanlara kıyışım bu yüzden: Hep bu ben… Deli sanıp, atmazlar da tımarhaneye. Oysa deli değil, suçluyum. Ellerimde fenalıkların kelepçesi, bileklerin yorgun ellerimi tutmaktan… Bitkin kalbim hâlâ nasıl da kan pompalıyor bu günahkâr ellerime! Benim suçum ne zaman başladı? Ne zamandı ilk işlediğim cinayet ve kim unutturdu bana onu? Dünyanın tüm kabahatine yetecek kadar özür bağışlayamadığım için bu acizliğim… Ağlarsam, bir günahkarın toprağında çamurlaşan su etrafa zarar veriyor, pis kokular saçıyor… Ama sen, sen, illa ki sen; ağlamalısın! Göz çukurlarına, siyah gecelerine, mavi sabahlarına baş koyamadığım, ruhunun enginliklerinde milyarlarca hür kelebeğin ölümüne engel olamadığım ben, susmalıyım. Sen ağlamalısın. Belki aynı ayalarda birleşmese de, yaşlarımız aynı denize akarsa bir gün, ağır ağır, günahlarının vebali sırtında asırlar sonra varırsam o denize, sen aklayabilirsin belki de beni! O zaman bu kadar boş söz de etmemiş olurum. Adaletsizliğin bir cüzzam gibi yaralar açtığı bedenim yeniden toprak olurken, mesut olacak bir günü olur da, o günde belki ben de gülerim. Ama şimdi artık, ne konuşabilir, ne de iğrenç yaşlarımı sunabilirim bu rahmet dolu dünyaya. Senden tek dileğim var, kabul görür mü bilmem ama ağla ne olursun! Yalnızca ağla ve arıt kirlerinden dünyayı. Arınsın ki dünya, adil ve merhamet timsali meleklerle kol kola gezsin insanlar!
…
YORUMLAR
Kaç saattir bu sayfadayım bilmiyorum.. ve daha kaç kez okurum bu yazıyı.
Kendimizden kopuk yaşadığımız anlara “ dur “ demek gibiydi yazı. .dur ve dinle ve hisset.
<< illâ ki >>
. zikret
. zikret
. zikret
Hangi gönül, gözyaşı pırıltısında, o dupduru güzellikte aydınlanıp arınmaz ki…
yüzde durgun su’ sesi böylesi..derinlerden çağlamadıkça, o gözler ağlamadıkça…hiçbir gece’ ermez ermiyor sabaha.
Eskiden hep çirkinlikleri, kötülükleri görünce ağlardım…uğradığım haksızlıkları..yaptığım haksızlıkları görünce..Bir insanın nefsinden fedakarlık etmesi ne zor bir şey.Bu enaniyet duygusu değil mi özümüzden uzaklaştıran bizi. Hiçbir aidiyet ve sorumluluk hissetmeksizin var olma çabamızın o yanılgısı.
Oysa hiçliğin sonsuzluğu idi her şey…
Ağlamak şimdilerde anlamlı.bir dalın kıvrımına..bir yaprağın yere düşerken o endamlı süzülüşüne.
Görmediğimiz, gözden kaçırdığımız, görmezden geldiğimiz onca güzel’ olana. var olana.var edene.
Ağlamak şimdilerde anlamlı…ağla gözlerim.ağla gönlüm.
~~
Selâm ve saygı ile...
Çok teşekkür ediyorum .
Taşlardan, urganlardan payıma düşeni isterim..veballerden payıma düşenin hesabı zaten sorulacak ve öyle çok ki...
Seni ve dünyayı sevindirecek bir ağlamayı, o arınma kurnasında diliyorum işte..ta ki kaybetsinler beni
düzelir o zaman, her şey yeniden belki...
Çok şükür ve eyvallah..
Yazı için teşekkür.