- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ben'den Geçilip Sen'e Gidilen O Yolun Hikayesi 1
bir kuş konsa badi parmağıma
Ağlardım bir başıma
-ezginin günlüğü-
-
Başlangıç:
/Avuç dolusu susmak tıkıştırılıyor ağzıma
inceliğimi ağlamadan,bağırmadan,kırmadan dinlenmediğimi anladığım zamanlarda yitirdim .Bu ‘’ben’’ in hikayesi değildir . ‘’Ben’’den geçilip ‘’sen’’ e giden o yolun hikayesidir. /
Zamana çelme atan bu oyun ,doğuştan öğreti yaramaz yanlara . Sıcaklığını deviriyor güneş gölgelere. Hep yanmak düştü payına, hep aynı anda kaldı yaşanılan . Ve tüm yaramazlıklar algısal bir keşifti geldiğin dünyaya . Gölgelerse güneşin en etkili olduğu zamanlarda kısalırdı. Unutulan; gölge siyahtı,karanlığın parçasıydı . Aydınlığa ulaşmak için gölge edecek hiçbir şey bırakmamak gerek, diyordu kendine . Önce uzaklaştı gözün gördüklerinden, halâ gölge ediyordu ne olduğunu bilmediği şeyler . O zaman anladı gölge eden kendisiydi. Kendinden uzaklaşması da gerekiyordu aydınlığa tamamen ulaşabilmesi için.
Su ve ateş ellerinde. Seçmelisin birini çocuk. İki gözüyle bakmayanların dünyasında, gördüklerinden çekinmelisin . Sana görmediklerini anlatırlar, inanman için, görmediklerinden korkmanı isterler. Seçmelisin birini çocuk, bu senin kıyametin.
İşte gün, işte şafağın kızıllığı. İşte gece, işte karanlığın örttüğü…Orada olduğunu bildiğini neden ararsın, neden kabahati yola atarsın…Gecenin lanetiydi; göğüs kafesinde büyüyüp, göğsüne sığmayan o özgür kuşun yarasaya dönüşmesi. Sen o kuşun adını aşk bilirdin oysa. Sen aşkı yanlış bilirdin oysa…Ve beyninde yeni harfler eklenir kelimelere, tüm kuş’lar kuşku’ya dönüşür, dolunaysız gecelerde.
‘’ben’’in Kıyameti:
Zaman çelmeyle düşünce döküntü önce gökyüzünde başladı. Aydınlığın bir ucu göründü aralıklardan. Işığın değdiği tende başladı dökülmeler sonra. Dökülüyordu ten yanık yanık.
Yer açıldı ardından, bir kızıllığın içinde buldu kendini; kıyametim kendimedir, ah etmeden yanmalı ‘ben’.
/Bir sussalar duyacaklardı içinde ağlayan çocuğu. Kimse susmadı iki gözlülerin dünyasında.
Böyle başladı ‘sen’e giden yolun hikayesi.Kabul etmişti ‘ben’im her acıyı aydınlık uğruna. Yolda olanları bilmeden önce yıllardır ev sahipliği yaptığım ‘ben’in benini de bilmelisin elbet. Benim hikayem ben doğmadan hatta ana rahmine düşmeden önce başladı. O yüzdendir bu yorgunluğum, yaşamadığım zamanların, görmediğim insanların, şahit olmadığım olayların, gitmediğim mekanların yüküdür omuzlarımda. Yaşamaya hevesim yaşanmamışlıklar tarafından törpülenmektedir ve törpü değen her şey sivrileşir, sivri olan her şeyde batma özelliği vardır, batılanlarda da acı doğal sonuçtur. Ve ben hep kendimi kendime batırdım.../
Gözünü açamıyordu çocuk, gözleri yerinde miydi yoklamak istedi ama ellerini de hissetmiyordu. Yıllardır bir bedende yaşama alışmıştı, ayaklarını kımıldatmak istedi, onlar da yok gibiydi. Bir bedende değilse hissettiği neyin ağırlığıydı. Kendine değen ışığı hissediyordu, o sıcaklık tanıdıktı. Ama acı hissetmiyordu, sıcaklık ve ağırlık dışında bir şey hissetmiyordu çocuk. Başka bir yol bulmalıydı görmek için. Zaman geçti, geçen zaman mıydı onu da bilmiyordu artık. Belki bir an, belki aylar ya da yıllar geçti aradan ki bu zaman dilimi iki gözlülerin dünyasının algısıydı. Ve yine o bildik korku hissi kapladı çocuğu. Beyni hep labirentlere benzetirdi, bulmacalarda gördüğü anagramları hatırladı birden. Önce beyninden çıkması gerekiyordu görebilmek için. Hatırlayabildiği en eski anıya odaklandı,oralarda bir yerdeydi çıkış. Bir beşikte sallanıyordu. Beşiğin aralığından bakıyordu, babası girdi odaya hırkasını alıp geri çıktı sonra. Yanlış hatırladığını anımsadı,yerde değil tavandaydı beşiği. Doğru anıyı bulmuştu çocuk, tavana yakın bir yerden bakıyordu odaya. Ama çıkış neredeydi.
/Kendime haksızlık ediyordum sivriliğimi kendime batırıp acı çektikçe. Farkındaydım ama başkalarına acı çektirme ihtimalini düşününce daha çok yanıyordu canım. Zaman geçtikçe sivriliğimi köreltmem gerektiğini anladım. Sosyal bir insan olmasam da sosyal aktivitelere katılıyordum. Fazla konuşmasam da insanları dinliyordum. Ve bir zaman sonra insanlar eğlenmek için değil dertleşmek için beni aradılar. İnsanların dertlerini dert ediniyordum kendime, acı yerine hissettiğim artık hüzündü. Ve bu hüzün onların değil,benim hüznümdü.
Uzaklara gitmeliydim ama ne kadar uzağa gitmem gerektiğine karar veremiyordum.Bir şehir uzaklığa mı bir kıta uzaklığa mı, geride bırakmak istediklerimden böyle uzaklaşamayacağımı herkes gibi ben de biliyordum. Bu şekilde aynı yollardan yürüyüp aynı insanları görerek aynı evlere bakarak yaşamak gittikçe ölüye çeviriyordu beni. Bir Pazar akşamı camdan gelen sese uyandım, yağmur sanki benim öfkemi boşaltıyordu şehre, pencereyi açıp toprak kokusunu çekmek istedim içime, pencere açıldığında odama rüzgar hücum etti, yatağın sol tarafındaki masadan kağıtlar uçuşmaya başladı ama umursamıyordum o an, huzuru bulmuş gibiydim toprak kokusunda. O an fark ettim ki gitmek istediğim uzaklık mekansal bir istek değildi, yıllar öncesine gitmek istiyordum ilk insanları görmek istiyor neden insanların bu şekilde bencilleştiğini sormak istiyordum. İşte o zaman geride bırakmak istediklerimi gerçekten geride bırakıp, geleceğe bakabilirdim.Ve beynimde yeni bir sorun başladı, geçmişe nasıl gidebilirdim.Bir yandan da düşünmeden edemiyordu kendinden uzaklaşması için doğru olanı mı yapıyordu acaba, iyiye gitmesini istedikçe ya daha kötüye giderse her şey…/
Odanın köşesindeki elbise dolabını fark etti çocuk, dolabın üstünde annesinin eski bir çantası bulunuyordu o çantayla oynamayı hep sevmişti, bahçeden topladığı güzel taşları ya da yaprakları o çantaya saklardı. Çantanın fermuarlı kısmında ise küçük bir fotoğraf albümü bulunurdu, siyah beyaz fotoğraflara bakıp kim olduklarını anlamaya çalışırdı, genelde ailesi ve akrabaları olduğuna karar kılardı. Yorulmuştu çocuk düşünmekten ama pes edemezdi şimdi, tekrar resimlere odaklanmaya çalıştı, hiç tanımadığı bir kadın yüzü gördü annesinin arka tarafında, gülümsüyordu kadın gülümsemesi kimseye benzemiyordu sanki hüzün vardı bu gülümsemede. Fotoğraf evlerinin önündeki su kuyusunun yanında çekilmişti, kadın kollarını birleştirmiş parmağıyla bir yeri işaret ediyor gibiydi, dikkatli baktığında su kuyusuna doğruydu parmağı, çocuk ellerini fotoğrafın üzerinde gezdirdi, sonra su kuyusuna dokundu ve hayal birden yok oldu,hiçbir şey düşleyemiyordu artık.
/Tekrardan yatağıma döndüm, kağıtlar halâ yerdeydi oda da biraz soğumuştu. Düşünceler arasında uyumaya çalıştım ama yağmurun sesini duydukça dışarı çıkıp dolaşma isteği de duyuyordum sokaklarda. Bu saatte tek başıma dolaşmak ürkütücü olabilirdi binbir çeşit senaryo canlandı beynimin içinde, kalkıp mutfağa gittim ve bir bardak su alıp mutfaktaki sandalyelerden birine oturdum evet korkmuştum ve en iyisi uyumasam da yatağıma dönmekti. Suyu yudumladım ve her yer karardı o an.
Çocuk; batıyorum …
Ben; batıyoruz…
Nigar Baran
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.