- 1320 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Yol Hikayesi (Son)
Göğün dibi delinmiş sanki. Olanca şiddetiyle yağan yağmur, hiç öyle kısa zamanda dinecekmiş gibi gözükmüyor. Gecenin soğuk karanlığından sıyrılıp gelen iri damlalar, bıkmak tükenmeyen bilmeyen süreklilik ve hoş bir ritim eşliğinde, ardı ardına aracın ön camına çarpıyor, bir sağa, bir sola koşuşturmaktan yorgun düşen silecekler ile adeta sonu gelmeyen bir köşe kapmaca oynuyorlar. Bu olay, dikkatimin dağılmasına, uykusuz gözlerle güç bela seçebildiğim yol şeritlerini gözden kaçırmama sebep oluyor.
Uzun yıllardır sürücü belgesine sahip olmasına rağmen, çokça araç kullanmaktan hoşlanmayan eşim, dikkatimi yola verme çabama ve uykuyu gözlerimden uzak kılma gayretime destek olmayı çoktan bırakmış; yorgunluğun getirdiği uyuşukluğun o dayanılmaz hazzının kucağına kendini teslim etmiş, başını kapı penceresinin camına dayayarak, yağmurun ninnisinin cazibesine kapılıp, çoktan derin bir uykuya dalmıştı.
Oğlum, apartman komşumuzun memleketi olan ve sıkça söz konusu ettiği K.Maraş’ı gördükten, kızım da, Şarkışla’yı geçtikten, daha doğrusu güzergahımızın biraz daha emniyetli bir vaziyet arz ettiğine kanaat getirdikten sonra, arka koltukta, aracın için kaplayan sıcacık havanın etkisi ile uyuyup gitmişlerdi.
İnsan oğlunun tuhaf bir yaradılışı olduğunu düşünmüşümdür hep. Kendinizle yalnız kaldığınızda, sorumluluklarınızı taşıdığınız insanların uyku gibi tamamen savunmasız bir pozisyonda, büyük bir güvenle canlarını size emanet ettikleri zamanlarda, tüm yorgunluklarınızı, hastalıklarınızı, sıkıntılarınızı, acılarınızı bir kenara bırakabiliyorsunuz. Duygularınıza daha bir hakim olabiliyor, fiziksel durumunuzu daha sağlıklı bir şekilde kontrol altında tutabiliyorsunuz.
En azından, yorucu bir yolculuğun ilerleyen karanlık saatlerinde, uykunun kol gezdiği, konaklamak için fırsat kolladığı gözlerinizi, yakıcı far ışıklarının verdiği acıdan; düşüncelerinizi de, yağmurun, uykunun güzelliğine davet eden o dayanılmaz tıkırtısından uzaklaştırabiliyor, kendinizi ve sevdiklerinizi gelecekteki mutlu günlere taşıyabilme gayreti içinde olabiliyorsunuz.
Zaman, usuldan sabaha çevirmiş yüzünü, yağmur soluksuz yağmaya devam etmekte, sevimsiz bir sessizlik ve yalnızlık çöreklenmiş Erzincan yollarına.
Arada bir rast geldiğimiz ve kontrol için durduran Mehmetçik’lerimiz, onların sevgi dolu, güven veren delikanlı bakışları, aracın içinde uyumakta olan çoluk çocuğu görünce dudaklarında beliren sevimli gülümsemeler ilginç kılıyor sadece bu yorucu seyahatimizi. Birkaç cümlelik hoş ve kısa bir sohbetten sonra, iyi yolculuklar dileyerek uğurluyorlar bizi. Bu durum, biraz daha güven kazanmamızı sağlıyor, huzurla yolumuza devam ediyoruz.
Askerlerimizin kontrol noktasından ayrılışımızdan kısa bir süre sonra, saatlerdir hiç durmayacak gibi yağan yağmur aniden kesiliyor ve gün doğusunda beliren hafif bir parlaklığı takiben, incecikten bir kar yağışı başlıyor. Önceleri pek fark edemiyor, yağışın kesildiğine seviniyoruz ama, zaman ilerledikçe sıklaşan ve kalınlaşan kar taneleri bizleri oldukça tedirgin etmeye başlıyor. Zira bizler, doğuda karın ne anlama geldiğini çok iyi bilen insanlarız.Kar demek, yolculukta çile demek, yolda kalmak demek, kaza yapmak demek, soğuk demek, korku demek, menzile varamamak demek.
Karanlığın ve yağmurun sevimsizliğinin ardından, sağ salim yeni güne kavuştuğumuza tam sevinmeye başlarken, birdenbire bastıran bu kar yağışı, moralimizi oldukça bozuyor. Moralimizi bozmakla kalmıyor, hayret edecek bir hızla, ıslak yolu beyaza boyayıveriyor.
Sabah olması ile birlikte, bilhassa Erzincan-Erzurum yönüne doğru trafik akışı yoğunlaşmaya başlıyor, tır ve otobüs sayısı, dikkati çekecek kadar fazlalaşıyor. Yöreyi iyi bildikleri belli olan otobüs şoförleri, hızlarını hiç azaltmadan seyahatlerine devam ettikler halde, bizim gibi yabancılar ve küçük araç sürücülerinin bu konuda çok başarılı olmadıklarını gözlemliyorum, telaşlanıyorum.
Bu durum, çok kısa zaman sonra, alçak bir tepeyi tırmanırken, aracımızın patinaj yapması ve kayması, dolayısı ile yolda kalmamız sonucunu doğuruyor. Bizimle birlikte en az beş araç daha aynı akıbeti yaşamakta olduğunu, yoğun kar yağışı altında zincirlerini takmaya çalıştıklarını fark ediyor, yalnız olmadığımız için, içten içe seviniyoruz.
2001 yılının kış aylarında, ülkeyi krizin kavurduğu günlerde, iş bulabilmek için sık sık Sakarya’dan, İstanbul’a yaptığım tren seyahatlerini getiriyor aklıma bu durum. Henüz gün doğmadan hareket eden trendeki tüm insanlar, sık sık yaşanan gasp, soygun ve yaralamalardan korktukları için, gayri ihtiyari aynı vagonda toplanırlar, birbirlerinden destek ve güven alırlardı. Korkunun bir araya getirdiği insanların bu ilginç manzaraları daima ilgimi çekmiş ve acı ırmağında yıkanmış tebessümlerin, o günlerde genellikle mahzunluğu tarifleyen dudaklarıma konaklamasına sebep olmuştur.
Gecenin yorgunluğunun ardından, gün ışır ışımaz yolda kalışımıza canım oldukça sıkılıyor, isteksizce araçtan iniyorum. Bir müddet saçlarıma, omuzlarıma, kirpiklerime takılan kar taneleri ile çocuksu hareketlerle oynaşıyor, avuç içi büyüklüğünde kar topları yaparak uzaklara, sağ yanımızda uzanıp giden vadinin derinliklerine doğru fırlatıyorum.
Uzun yıllar Ankara’da, kar yağışının ve buzun oldukça bol olduğu bir coğrafyada yaşamış olmama rağmen, sanırım böyle durumlarda çokça araç kullanma zorunda kalmadığımdan olsa gerek; ancak eşimin uyarması ile aracın bagajına yerleştirdiğim zinciri çıkarıyor, akabinde de, bu işte gerçekten çokça acemi olduğumu fark ediyorum.
Bir yandan kar yağışı devam ediyor, bir yandan ben derin düşüncelerdeyim nasıl becersem bu işi diye? Çare yok, yola devam edebilmek için zinciri bağlamak gerek. Arada bir yanı başımızdan olanca hızları ile geçen otobüslerin ardından şaşkın şaşkın bakıyorum, bir yandan da aracın altına, karların üzerine uzanmak için gerekli hazırlığı yapıyorum. Mırıltılarımda sevimsiz küfürler gezinmekte.
Tam bu sırada, tepenin başında bir kar temizleme aracı beliriyor, yolda biriken karı hızla temizleyerek yokuşun aşağılarına doğru akıp gidiyor. Alel acele aracıma biniyorum, karın temizlene yolu tekrar kapamasına fırsat vermeden, ani bir hareketle geri manevra yapıyor ve tekerlekleri kardan kurtarıyorum. Yeni temizlenen asfalta tutunan lastikler sayesinde araç kendini ileri atıyor, hiç durmadan, bir solukta yokuşun başına varıyor ve aheste aheste inişe geçiyoruz, bu sıkıntıyı da başımız ağrımadan atlattığımız için seviniyoruz.
Kar yağışı hiç durmuyor, gün boyu bazen ince ve esintilerle, bazen de kalın ve alıklı olarak yağıyor Erzurum ovasına. Zaten, şehrin sırtını dayadığı Palandöken dağlarının, eteklerinden doruklarına kadar beyaz örtüsüne bürünmüş ihtişamlı görünüşü, gerçekten insana, kışın güzelliğinin buralarda, Anadolu’nun doğusunda kendini daha bir başka gösterdiğini düşündürüyor.
Saat 08.30 sıralarında, yorgun ve bitkin bir durumda da olsak, salimen hedefimize varıyor, Atatürk Üniversitesi’nin çift başlı kartal heykelli giriş kapısından içeriye, kocaman bir şehri andıran kampus alanına giriyoruz, merakla bizleri beklemekte olan kızımla kucaklaşıyor, hasret gideriyoruz.
Yorgun, uykusuz ve son derece moralsiz buluyoruz onu. Ruhen çökmüş bir insanın, solgun bakışları gezinmekte gözlerinde. İnanamıyor daha dün akşam telefonda sızlandığı ailesinin, sabahın erken saatinde, bin küsür km yolu, durup dinlenmeden, kara, soğuğa, karanlığa, yorgunluğa aldırmadan aşıp, becerebildikleri en seri şekilde yanına, yardımına koştuklarına. Gözleri doluyor, usul usul ağlıyor sabahın erken saatinde uykulu gözlerle derslerine giden öğrencilerin ilgi dolu bakışlarına aldırmayarak. Her birimize tek tek sarılarak, sevincini, göz yaşları nöbetlerinin arasına sıkıştırdığı yarım tebessümleri ile belli ediyor. Hele de küçük kardeşiyle bir kucaklaşma sahnesi yaşıyorlar ki, kelimelerle burada sizlere tarif etmem inanın mümkün değil.Gurbette öğrencilik hayatı yaşamış olan tüm arkadaşlarım, sanırım bu durumu çok iyi tasavvur edeceklerdir.
Usuldan usuldan yağmaya devam ediyordu kar Erzurum’da ve bizlerin yapacak çok işimiz, oldukça da az zamanımız vardı, oyalanmadan işe koyuluyoruz. Önce kendimize kalacak bir yer ayarladık, öğretmen evinde rezervasyonumuzu yaptırdık. Bu arada kayın validem de geldi Trabzon’dan, takım tamamlandı ve süratle işe başladık.
Her ne kadar kar yağışı hala kol geziyor ve soğuklar hala bu yörede konaklamaya devam ediyorsa da, mevsim bahara doğru yelken açtığı için olsa gerek, kış boyunca buz ile kaplı olan dar Erzurum sokaklarının her biri, kısmen eriyen karlar nedeni ile küçük birer dereciğe dönüşmüş; evlerin ve tek katlı dükkanların saçaklarında görmeye alışık olduğumuz buz sarkıtları çoktan kaybolup gitmişler, paltolar yerini ceketlere, kalpaklar altı köşeli kasketlere bırakmış.
Her zaman özel yeri olmuştur gönlümde Erzurum insanının. Davranışları, konuşmaları, misafirperverlikleri, insana insanca ve genellikle karşılıksız ilgi ve sevgi göstermeleri, daha bir çok meziyetleri hep kendime yakın görmeme neden olmuştur Erzurumluyu.
Hem araç kullanıyor, hem de insan manzaralarını kaçırmamaya çalışıyorum. Kısa zamanda müsait semtler taranıyor, bir genç bayanın, yalnız ve emniyetli bir şekilde yaşayabileceği bir ev aranıyor. Şu anda 14.evimizde oturmaktayız. Uzun yıllarımızı kiralık evlerde geçirmiş olmanın getirdiği bilgi birikimi ile, öğlene varmadan gerçekten güzel bir ev buluyoy, makul bir fiyatla da kiralıyoruz.
Sözün doğrusu, doğal gaz , dolayısı ile kombi ile yeni tanışan Erzurum halkı, yüklü gaz faturaları ödedikleri halde evlerini, kömürlü sobaları, ya da kömür kazanlarından aldıkları verimle ısıtamamış, alışageldikleri rahatlıkta bir kış sezon geçirememişlerdi. Bu nedenle de, kombili evlerin bir çoğu boşaltılmış durumda idi. Bu durum, kolayca ev bulmamıza yardımcı oldu ve ana caddede, okuluna yakın, oldukça güzel bir ev düştü kısmetimize. Bir lisede İngilizce öğretmeni olan ev sahibi ile de yıldızımız uyuştu, kısa zaman zarfında evi içine yerleşilecek hale getirdik.
Yatak, yorgan, soba, masa, sandalye gibi aksesuarları o gün öğleden sonra satın aldık. Doğalgaz, su, elektrik bağlantılarını da aradan çıkardık. Yolda kalma ihtimalini göze alarak, her yolculukta yanımıza bolca battaniye türü sıcak tutacak aksesuarlar almayı alışkanlık haline getirmişti eşim ve bu durum işimize yaradı. Her ne kadar yolda kalmadıysak da, en azından kızımızın evinin bazı noksanlarını karşılama fırsatı yakaladık bu sayede.
Bir taraftan da ev silinip süpürüldü, camlardaki kiralıktır ilanları söküldü, problemli kapı, pencere, banyo, tuvalet aksesuarları tamir edildi. Bakkal, manav, market, lokanta keşifleri yapıldı, çevrede yaşayan insanlar, kapı ve apartman komşuları ile ilişkiler kuruldu.
Akşamleyin kız kardeşini alıp kaldığı yurda gitti kızım, bizler de öğretmen evindeki odalarımıza çekildik. Geceleri gerçekten harika bir görünüşe bürünen Erzurum’un güzelliklerini, geniş camlı penceremizden bir süre zevkle seyrettikten sonra, zamanı çok geçirmeden, sıcacık yataklarımızda uykuya daldık.
Ertesi gün, güneşli bir hava karşıladı bizleri. Yağış kesilmiş, masmavi ve bulutsuz gökyüzünün altında, karlarla kaplı yüksek dağlarla çevrili Erzurum ovasının, sakin ve güzel görünümü seyrederek yaptığımız nefis bir kahvaltıdan sonra kendimizi, Erzurum’un küçük dereleri andıran dar sokaklarına atıyoruz. Yaşadığımız ekonomik kriz nedeni ile, bu günlerde müşteri bulmakta oldukça zorlanan küçük esnaflardan birinin, bir perdecinin önünde park ediyoruz aracımızı. Sabahın köründe hiç beklemediği müşterilerle karşılaşan dükkan sahibi gerçekten çok şaşırıyor ve alacağımız üründe de hatırı sayılır bir indirime gidiyor. Siparişimizi veriyor, yeni alışverişler için, başka dükkanlara yöneliyoruz.
Günlerden Salı ve Erzurum da sıfır derece dolaylarında bir sıcaklık var. Halk, henüz bahar gelmese de, meşhur soğukların belinin kırıldığını söylüyor, küçücük dükkanlara dahi kurulmuş olan kocaman kömür sobalarının yakılmadığını gözlüyoruz.
Bir taraftan süratle alışverişimizi yapıyoruz, bir taraftan da şehrin tarihi mekanlarını geziyoruz, fotoğraflar çekiyoruz.(Sadece dışarıdan gözlemliyoruz, içlerine girecek ve oradaki güzellikleri yaşayacak zamanımız yok zira. Ben işten, çocuklar okullarından geri kalmış durumdayız)
Öğlen saatlerinde her şeyi halletmiş, kızıma en azından bir odasında yaşayabileceği güzel bir ev sağlamış durumdaydık. Vakit kaybetmedik, önce kayın validemi otobüsle Trabzon’a gönderdik, ardından da biz, kızımla vedalaşarak, geliş güzergahımızın aksi yönüne, Bingöl’e doğru yola çıktık.
Erzurum-Bingöl arası, gerçekten zor bir güzergah. Değil kış şartlarında, yazın bile kolay aşılması imkansız bir dağ yolculuğuna katlanmanız gerekiyor. Palandöken dağlarının arasına sıkışmış dar bir vadiye biriken, en az iki metre yüksekliğindeki kar bloklarının arasından geçerek, temiz, kuru ama oldukça virajlı yoldan, havanın güzelliğinin verdiği cesaret ile aheste aheste ilerliyoruz.
Yolun yabancısı oldunuz mu, her adımda neyle, nasıl bir sürpriz ile karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz, bu nedenle de, bu yollara alışık minibüs şoförlerinin bıyık altından gösterdikleri alaylı tebessümleri eşliğinde ihtiyatı pek elden bırakmadan ilerliyorsunuz.
Sözü uzatmayalım, dağı taşı kaplayan ve pembe bir görünüme sahip olan kar örtüsü dışında ilginç bir şeyle karşılaşmıyor, Bingöl’e ikindi sonrasında ulaşıyoruz. Bu arada, bir gün önce Suriye’de yaşanan kum fırtınası nedeni ile gök yüzüne yükselen tozun, rüzgarın etkisi ile bölgeye sürüklendiğini, yağışlar etkisi ile de yeryüzüne çöktüğünü, bu nedenle karların pembe bir renge büründüğünü öğreniyoruz.
Bingöl-Elazığ arası yolculuğumuz, bölünmüş yol sayesinde gerçekten rahat geçiyor. Dağ yollarından sonra bizlere otoyol gibi geliyor bu güzergah.
Akçam olmadan Elazığ’a varmak, en azından yıllar önce bir kez geçtiğim ve gerçekten çok hoş bir manzaraya sahip olan Kömürhan Köprüsü’nün güzelliğini, küçük oğluma göstermek istiyorum. Ne yazık ki, köprünün Elazığ-Malatya arasında yer aldığını unutuyor, Bingöl-Elazığ arasında, baraj gölü üzerinde bulunduğu yanlışlığına düşüyorum ve aradığım yerde bulamayınca, hem ben, hem de oğlum hayal kırıklığı yaşıyoruz. Daha sonra hava karardığı için de, köprüyü kaçırıyoruz maalesef.
Akşam olmasına rağmen, yolculuğumuz güzel geçiyor, Elazığ ve Malatya gibi iki güzide ve modern şehirde duramadığımız, bir bardak çay içemediğimiz için üzülüyoruz ama, yolcu yolunda gerek diye bir güzel atasözümüz olduğunu da unutmuyoruz.
İki küçük konuya değinerek, yolculuğumuzu noktalamak istiyorum.Zira yine yazımız oldukça uzamış durumda.
Bingöl’ün Karlıova diye bir ilçesi var. Küçük bir ilçe, sanırım tam ortasından geçen ana yolda yoğunlaşmış günlük hayat. Sağlı sollu kümelenmiş kar birikintileri arasında park etmeye çalışan genellikle eski model araçlar ve seçim arifesinde olmamız nedeni ile, enlemesine asılmış yüzlerce, rengarenk bayrakların gölgesinde, günlük telaşeleri ile sağa sola acele acele koşuşturan insanlar.
Adı gibi gerçekten karlı bir ilçemiz diye düşünüyorum, bu uzak diyarda yaşayan yurdum insanlarını sevgi ve ilgi dolu bakışlarla süzüyorum. Bu küçük ve yalnız ilçeyi, yüksek dağların gölgeleri ardında kalmış, gözlerden uzak yaşayan bu toprak insanlarını, yazımızın bu bölümünde, küçücük iki paragrafla da olsa anmak; memleketin o uzak köşelerinde, bizlerden birilerinin de yaşamakta olduğunu, gidip görme imkanı bulamayan arkadaşlarımıza hatırlatmak istedik.
Hangi yörede, hangi şehrin sınırları içinde, hangi dağın etekleri dibinde, hangi rüzgarların serin esintileri ardına sığınmıştır bilemiyorum ama, dönüş yolculuğumuzun akşam saatlerine yakın bir bölümünde, ana yola bir kilometre kadar uzaklıkta, kendi halinde, sessiz ve sakin bir köy dikkatimi şekti. İnanın, yolum uzun olmasa, dönüp içine gireceğim, bu güzellikleri bir ömür boyu yaşantılarına kılavuz yapan ve muhtemelen de mutlu yaşayan insanlarla derin sohbetlere dalacağım.
Dağlar arasına sıkışmış yalnız ve sessiz bir vadi, bakışlarınızın uzanabildiği alan boyunca tek bir ağaç bile göze batmıyor, sadece alçak çayırların yeşilliği doğaya can vermiş, sağda solda çiçeksiz yabani bitkiler gezinmekte.
Vadinin bir kenarına sığınmış küçük bir köy. Dışarıdan gelebilecek tehlikelerden, birlik, beraberlik ve dayanışma ile korunmanın mümkün olabileceğini idrak etmiş gibi, sırt sırta vermiş, güven içinde duran tek katlı ve alçak çatılı evlerin küçük avlularından yükselen selvi ve meyve ağaçlarının gölgelerinde, bu mevsimde yüzünü ender gösteren güneşin sıcaklığını içine çakmaya çalışan, tembel tembel uyuyan çoban köpekleri. Öyle çok dağınık bir manzara yok ortalıkta, belli bir tertip ve düzen içinde her şey, gerçekten kendini gösteriyor köy.
Yanı başında küçük bir sulama barajı kurulmuş, ardında da doğal olarak manzarayı tamamlayan hoş bir gölet. Sere serpe ördekler gezinmekte suda, etrafına dizilmiş alçak tepeciklerin gölete uzanan ve usta bir ressam tarafından itina ile boyandığı hissi uyandıran yamaçlarda koyunlar otlamakta. Koyunların hemen yanı başında iki küçük çocuk, ellerinde kocaman sopaları ile öylece dikilmişler, hem göleti, hem de karşı dağın yarı belinden kıvrılıp giden şehirler arası yolu , gelip geçen ilginç araç manzaralarını seyretmekteler. Ne amaçla yapıldığını kestiremediğim bir küçük iskele var göletin köy tarafında kalan sahilinde. Üzerinde de bir yaşlı amca, sakin sakin balık avlamakta. Zaman akşama doğru seğirtmiş, gölgeler usul usul uzamakta, hoş bir sessizlik kaplamış etrafı, vadide inanılmaz bir sessizlik kol gezmekte. Baktıkça huzur veriyor insana bu manzara, gözünüzü bu güzellikten ayırmakta zorluk çekiyorsunuz. Memleketimde ne güzellikler var ve bizler bunun asla farkında değiliz diye düşünüyorsunuz.
O güzel köyü ve muhtemelen mutlu insanlarını arkamızda bırakıyoruz, Malatya-G.Antep arasındaki zor yolculuk koşullarına hazırlıyoruz kendimizi. Artık gece bastırmış, hafiften yine yağmur çiselemeye başlamış. Yaşadığımız zor hava koşullarının ardından çok canımızı sıkmıyor bu çisil çisil yağan yağmur. Hatta, otoyolun Osmaniye girişinde, iyice gözlerime uyku çöktüğünde, parlak yol ışıkları altında aracımı durduruyor, dışarı çıkıyor, başımı gökyüzüne kaldırarak, ışık huzmeleri arasından olanca sevimlilikleri ile akıp gelen ve yüzüme çarpan serin damlaların verdiği ferahlığı içime çekiyorum.
Yola çıkışımızdan iki gece sonra, saat 23.30 sularında, kazasız belasız, amaçladığımız hedefe varmış, yavrumuzu içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmış, hayata daha bir heyecanla bakmasını, ardında yaşadıkları sürece kendine güçleri yettiğince destek olacak birlerinin bulunduğu düşüncesinin verdiği güvenle kendinden emin yürümesini; sözün kısası, kaybettiği tebessümlerini tekrar geri toplamasını belli ölçüde sağlamış olarak, huzur içinde yuvamıza döndük.
Takdir edersiniz ki, tüm bu anlattığımız olayların, iki güne sığdırılması öyle çok kolay bir iş değil. Ama, söz konusu evladınız olduğunda, tüm ebeveynlerin böyle zorlukların altından kolayca kalktıkları çok görülmüştür. Hiç şüphe yoktur ki, tüm anne babaların hayatlarında böyle anılar çokça mevcuttur.
Bence bu tür hikayeler çok yazılmalı, hem çocuklarımız, hem de biz yetişkinler tarafından çokça okunmalı. Belki bu sayede, çocuklarımızla aramızda beliren anlaşmazlıklar, buz dağları yok olur ve sevginin gülümseyen yüzü hayatımızı bir başka aydınlatır.
Bir tutam hayat-Nisan 2009-Antakya
YORUMLAR
iki bölümünü okuduğum hikaye kalemin buzda dans edişiydi...ikinci şark hizmetim erzurum da geçti...her yönüyle harikaydı..şivesi bile muhteşemdi bende oranın deyimiyle bu nadide kalemi...kıtlirem.....analık babalık kolaymı dost....allah hepimize kolaylık versin....saygılarımla
Çocukların bir tebessümü için ana baba nelere katlanmıyor değil mi..Ve onlardan tek beklentileri sadece sevgi..Siz bir baba olarak en güzelini yapmışsınız..Bir kız çocuğu için baba çok önemli bir kavram..Siz kızınıza ne olursa olsun her zaman yanında olacağınızı öyle güzel anlatmışsınız ki..Çok çok beğendim..Her babanın sizin gibi duyarlı olmasını diliyorum.
Bu öyküyü ben yazsaydım, nasıl yazardım diye düşündüm.
Bu kadar çok manzara göstermezdim öncelikle.
İnsan ilişkilerini daha çok yer verirdim.
Gerçek görüntü insan olurdu.
Bu arada eleştirimi de yazmış oldum.
Çocuklarımızla daha fazla ilgilenmeliyiz.
İki gün içindeki kızınızla ne derece ilgilendiniz
bu daha önemli.
Bazen derler ya, çocuğunuzla kaliteli anlar geçirin diye,
belki siz de böyle yaptınız, buraya almadığınız saatlerde.
tebrikler,
selâm ve saygılarımla..
Ne güzel bir hikaye idi. Ve ne kadar güzel dersler çıkarılır bu hikayeden. Güven, bağlılık, sadakat, sevgi, özveri, en başta geliyor sanırım sonra yaşanılan bir hayatın zorlukları ve ve beraberinde getirdiği güzellikler.
Büyük ilgi ile okudum bu samimi sıcak hikayeyi. Teşekkür ederek kutluyorum, saygılarımla.
Bingöl
Karlıova
Elazığ
Malatya
gördüm gezdim
ama
sizin gibi anlatamam
sanırım kalemin güzelliği
anlatımın lezzeti burada
çok güzeldi
keyifle okurken
kendi kızlarım için bir iki ders almadan edemedim
Onlara
hayatlarının baharlarında olduğunu
hep yanlarında olarak hissettirmeliyiz
tebriklerimle dostum
Annem hep der ki " biz hep yıkıldıkları yere han yaptık çocuklarımızın " ...
Nedense aklıma ilk başta gelen bu oldu yazınızı okuyunca...
Gerçektende ne zaman daralsak, bunalsak annemle babam hemen koşarlar imdadımıza...
Geçtiğimiz 15 ay boyunca başımdan ayrılmadılar örneğin...
Tam evlerine gittiler birkaç aydır kendi hayatlarına döndüler ama benim yine ihtiyacım var onlara
Ve bu haftasonu yine gelecekler 3 ay kalacaklar benimle...
Üstelik biri 75 biri 77 yaşında...
Neden annemle babamdan örnek verdim , e ben evin küçüğüyüm tekne kazıntısı :)
Bu yüzden benim kuzularım daha küçükler, henüz peşlerine düşme zamanımız gelmedi...
Ama umarım Allahım o günleri gösterir ve siz gibi onlara destek olacak sağlık ve gücü verir bizlere...
....
Dostça hep...
Sevgili Arkadaşım.
Evlat deyince akan sular duruyor değil mi? Normal şartlarda en az bir ayda halledilebilecek bir sorunu iki günde halletmek...Sanırım aile olmak denilen kavramın en güzel anlatımı bu olsa gerek.
Eminim ki bu yazı dizisi gezilen, görülen ve yaşanaların tamaı kaleme alınsaydı en az beş altı bölüm olabilirdi ama iki günlük bir macerayı iki günlük bir yazı ile sunmayı tercih etmişsin.
Çocukluğumun anılarıyla dolu olan Erzurum'u bu güzel yazıyla yeniden yaşadım adeta.
Teşekkürler.
Kalemin ustalığını da ayrıca kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
Katılıyorum; bu tür hikayeler çok yazılıp çokça da okunmalı.
Sizler gibi ebeveynler olduğu müddetçe, çocukların karşılaşıp çözemeyeceği hiç bir problem kalmayacak sürdürecekleri hayatlarında.
Çocuk yetiştirmek de bir sanat ve işinin erbabı büyükler zaten onlara analitik düşünüp doğru yaklaşımda bulunarak sorunları çözmüş görünüyor.
Bilinçli yaklaşım, sevgi ihtiva eden tutumlarla aşılamayacak engel yok.
her ne kadar şu an fiili olarak öğretmenlik yapmasam da, pedagojinin önemini bilen biri olarak, sizi yürekten kutlarım.
Sonsuz selamlarımla...