- 1267 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Yol Hikayesi
Bir Yol Hikayesi
Anadolu içlerinin yalnız ve ıssız bozkırlarında bir karmaşık gece. Güney sahillerinde, erik ve badem ağaçları çoktan çiçeğe durdukları; balkonumuzdaki Ankara doğumlu sardunyaların, ilk kez ölmeden geçirdikleri bir kış sezonundan sonra, küçücük kırmızı çiçeklerini, olanca güzelliği ile bakışlarımıza sunmaya başladığı bir Mart gününün ilerleyen saatleri. Bu çorak ve sessiz bölgeyi sarıp sarmalayan sevimsiz gece karanlığının etekleri ardına sığınan yağmur bulutları, yer yüzüne iyice alçalmış, ne yandan estiği anlaşılamayan rüzgarın önüne katılmış, alçak tepeleri yalayarak, suya susamış bilmem hangi kıraç toprağı sulamak için alel acele uçuşup gidiyorlardı.
Daracık yolda ağır ağır ilerleyen aracın farlarından fırlayan güçlü ışık huzmeleri, uzak mesafelerde kendilerine bir arkadaş arıyormuşçasına sere serpe geziniyor; her virajda araziyi inatla ve sabırla tarıyor, küçücük de olsa, çok uzaklarda da olsa, belki yoksul ve bakımsız, belki öylece kendi hainde, kendi dünyasında, kendi güzellikleri ile yaşamakta olan bir köy evinin penceresinden sızabilecek bir soluk ışığı yakalayabilme gayreti gösteriyor gibiydi.
Gecenin gizeminin sarıp sarmaladığı, hiç beklenmedik anlar ve şekillerde karşılarına çıkan küçük ve sesiz köyler; birkaç saattir bu sevimsiz seyahatin ürkütücü ve geri dönülmesi zor realitesini yaşamakta olan yolcuların yüreklerine, ufacık da olsa kendilerine güven serpintileri ekmekte, farkında olmadan tutulan solukların yenilenmesine vesile olmaktaydılar.
Tanımadıkları, sevmedikleri ve karanlıkların sevimsiz kara renginin boyadığı bu uzak coğrafyanın tek güzel tarafı; aracın ışıklarının aydınlattığı yolda, olanca güzellikleri ve sevimlilikleri ile gezinen, güçlü ışığa yakalandıklarında ne yapacaklarını şaşırıp, öylece bulundukları yere oturup kalan, bazen yalnız, bazen de guruplar halinde serin ve sevimsiz geceyi renklendiren yabani tavşanlardı.
Sivas’ın Şarkışla ilçesine güney istikametinden yaklaşan bu tenha yol, bu mevsim ve bu saatlerde pek sürücüler tarafından tercih edilmiyor olmalıydı ki; yaklaşık 70 km ye yaklaşan zahmetli yolculuk sırasında, ne gittikleri istikamette, ne de karşı yönden gelen bir araca rast gelmemişlerdi. Bu da, gecenin gölgelerini korku duygusuna çevirip, yüreklerinin derinliklerine dolduruyordu.
Günün yorgunluğunu üzerinden atamadan, akşam saatlerinde yola düşmek mecburiyetinde kalan sürücü, bu zahmetli yolculu kazasız belasız tamamlayabilmek için olanca becerisini ve dikkatini sarf ediyor, kestirme olan ve yolculuğu en az bir kaş saat kısaltacak olan bu tenha yola girdiği için kendine lanetler yağdırıyor, içinden ardı ardına küfürler sıralıyordu.
Hemen yan koltukta oturan eşi, korkudan ve heyecandan fal taşı gibi açılmış gözleri ile yolu süzüyor, en küçük karaltı ve harekette ahlar vahlar çekiyor; araçtakilerin duyacağı bir biçimde bildiği bütün duaları aradı ardına sıralıyor, bu durum da araç sürücüsünün sinirlerini iyice bozuyordu.
Bir zaman sonra, serseri gibi gezinen kara yağmur bulutları, taşıdıkları yükü yer yüzüne bırakmaya karar vermiş olacaklar ki; aracın homurtusuna karışan dua seslerine, artık bir de tavana düşen kalın damlaların tıkırtısını ekleyivermişlerdi.
Tüm olumsuz koşullara bir de yağış eklenince, zaten oldukça yavaş seyreden aracın hızı biraz daha azaldı, varılacak menzilin zaman olarak mesafesi daha da arttı. Yağmurla birlikte, arada bir tebessüm etmelerine neden olan tavşanlar da yolları terk ettiler, bu yitik arazide tamamen kaderleri ile baş başa kaldılar.
Bu sevimsiz seyahat, yolların biraz düzgünleşmesi ve yol kenarına dizilen köylerin sıklaşmasının ardından; uzaktan gözüken Şarkışla ışıklarını fark ettiklerinde sona ermiş oldu. Aslında zorlukların sona ermediğini, tam aksine, asıl problemlerin yeni başladığını, zamanın ilerleyen saatlerinde daha iyi anlayacaklardı.
Yoğun yağmur altında,gecenin ilerleyen saatlerinde iyice tenhalaşan ilçe sokaklarında hiç durmadılar, bu zorlu parkuru sorunsuz tamamlamanın verdiği güven ve moralle, Sivas yönüne doğru hızla ilerlemeye devam ettiler.
Kış mevsiminin hala olanca ciddiyeti ile kendini göstermekte olduğu bu zor bölgede, gece vakti, soğukta, yağışta, her türlü olumsuzluğun kol gezdiği böyle bir zaman diliminde; dört kişilik bu aileyi yollara düşüren, Akdeniz’in yumuşak ikliminden koparıp, Doğu Anadolu’nun sert doğa koşulları ile mücadeleye zorlayan sebep neydi?
Hikayemizin bu bölümünde, zamanın biraz öncesine dönelim ve bu soruya cevap arayalım.
Çalışmayı seven bir insanım, fabrikadaki zamanın hemen hemen tamamı makineler ve işçilerimin arasında geçiyor; ofiste, masa başında, bilgisayar karşısında çok gerekli olmadıkça bulunmamaya çalışıyorum.
Evime asla iş götürmüyorum, orada geçireceğim saatlerin aileme ait olduğunu düşünüyor, hobim olan yazı yazma olayını bile, kendime zaman ayırabildiğim ölçüde iş yerimde gerçekleştirme çabası içinde oluyorum. Kendileri üzerindeki sorumluluk ve görevlerimi layıkı ile yerine getirmediğim düşüncesine kapılırla endişesi ile, üç yılı aşkın bir zamandır kaleme almakta olduğum tüm çalışmalarımdan asla yakınlarıma söz etmiyorum.
Bu gece, yoğun bir çalışma günü akşamında, evime oldukça geç saatlerde döndüm. Eşimin, çok sevdiği Türk dizilerinden bir tanesini hararetle seyre daldığı sevimli anlarda, ona çaktırmadan üçlü koltuğun kenarına yorgun başımı yaslayıp, tatlı tatlı kestirmeye başladım. Gecenin ilerleyen saatlerinde, tüm aile fertleri uykunun sıcak ve sevimli kucağına kendilerini teslim ettikleri bir zaman diliminde, karanlığın derinliklerinden süzülüp gelen ve penceremi olanca şiddeti ile dövmeye başlayan bir Akdeniz yağmuru eşliğinde, bilgisayarımın başına oturdum ve hayatın gerçeklerini, duyguları, evlat sevgisini, insan ilişkilerini anlatan uzunca bir yol hikayesini yazmaya başladım.
Bilemiyorum, artık pek genç sayılmayan vücudum uykusuzluğa direnebilecek ve parmaklarıma sonsuz bir hoşgörü göstererek, yaşadığım bu yol hikayesini, yazıya dökmesine izin verecek mi?
Sanıyorum ki, evladı olanlar, ondan uzaklarda yaşamak zorunda kalanlar, ya da anne-baba sevgisinin tarifini, daima var olmasına rağmen henüz yüreklerindeki bir yerlerden bulup çıkaramayan ve bu durumun vereceği hazzı tadamayanlar, bu hikayede kendilerinden bir şeyler bulacaklardır.
8 Mart Pazar gününün ilk yarısı, her zaman yatığımız gibi yine fabrikada, işimizin başında geçti. İkindi sularında ancak ilçeye dönebildim ve eşimin isteği doğrultusunda, fırınımızdan üç adet sıcacık lavaş ekmeği alarak evin yolunu tutum. Aslında iş yerinde yemek servisi vardı ama, en azından tatil gününde, gündüz gözü ile beraberce bir sofrada toplanalım ve hoş sohbet eşliğinde yemeğimizi yiyelim diye düşündüm, karnımı evimde, ailemle birlikte doyurmaya karar verdim.
Gerçekten güzel yemekler getirdi hanım sofraya ve saat 17.00 sularında afiyetle karnımızı doyurmaya başladık dürümlerimizle. Henüz birkaç lokma yemiştim ki, eşimin telefonu sevimsiz sevimsiz çalmaya başladı. Yeni aldığı bu aletin sesinden hiç hoşlanmıyordum zaten, bir de zamansız çalması canımı oldukça sıktı; ‘’Kim bu yanlış zamanda telefona sarılan saygısız?’’ diye geçti içimden.
Her zaman güler yüzlü olan ve bilhassa yemek saatlerinde soframızı hoş sohbeti ve şakaları ile şenlendiren eşimin yüzü, telefondan işittiği ilk cümlelerle birden asıldı. Arayan büyük kızımdı ve iki gözü iki çeşme ağlamakta, bunalıma girmekte olduğundan yakınmaktaydı annesine.
Aslında onun böyle yakınmaları çok sık olurdu ama, bu kez iş gerçekten ciddi görünüyor, durumun vahameti annesinin telaşlı ve çaresiz bakışlarından belli oluyordu. Elindeki lokmayı usulca masaya bıraktı, ağzındakini de bin güçlükle yutabildi, göz pınarlarından yanaklarına doğru bir küçük göz yaşı damlası süzülüp gitti.
Elinden geldiğince, dilinin döndüğünce, ana yüreğinin olanca hassasiyetini taşıyan titreyen sesiyle bir şeyler anlattı kızına, yatıştırmaya çalıştı ama, iş telefonla halledilecek boyutu çoktan aşmış gibi gözüküyordu. Genellikle anne kız görüşür, işlerine beni karıştırmazlar, olayları kendi aralarında yoluna koyarlardı ama, bu kez fazlaca çaresiz kalmış, ya da kızımız gerçekten bunalıma girmiş olduğunu fark etmiş olacak ki; ilk kez telefonu bana uzattı, dumanlanan gözlerinin derinliklerinden çıkarıp gönderdiği güven dolu bakışlarının ardından;
-Bu iş beni aşıyor, lütfen bir çare bul bey!’’ Diye fısıldadı.
Ben de aklıma gelen birkaç güzel söz ile kızımı avutmaya, yol göstermeye, sakin olmaya çalıştım. Hayatın zorluklarından, insanlarla ilişkilerin zahmetli ve sabır gerektiren olaylar olduğunu anlatım ama, olay gerçekten telefonda çözülecek gibi gözükmemekteydi. İşin kötü tarafı da elimizden, birkaç güzel söz söylemekten başka bir şey gelmiyordu.
Eşim biraz daha dil döktü, sakin olmaya, sabırlı olmaya, dayanıklı olmaya gayret göstermesini istedi ve telefonu kapadı. Canımız çok sıkılmış, yemeğimizin de tadı kaçmıştı. Eşimin gözlerindeki damlanın kurumasına izin vermiyordu duyguları ve sessiz sessiz ağlıyordu uzaklardaki kızının bu mutsuz haline, bir taraftan da çare arar gibi gözlerimin içine bakıyordu.
Mutfak penceresinden gözüken ve her akşam yemeği için sofraya oturduğumda, büyük bir zevkle üzerinden güneşin batışını seyrettiğim, batı istikametinde uzanıp giden ve İskenderun Körfezi ile aramızda olanca sevimliliği ile uzanan alçak tepeler, birkaç gündür göklerimizi istila eden toz bulutunun sevimsizliği eşliğinde yalayıp geçti yine bakışlarımı. Her zaman yaptığım gibi, ani bir karar verdim eşime dönerek;
-Kalkın!...Erzurum’a gidiyoruz!...Dedim.
Tüm aile fertleri şaşkın şaşkın yüzüme baktılar ama, böyle ani çıkışlarımın asla dönüşü olmadığını çok iyi bildikleri için, soru sorma gereği duymadan sofradan kalkıp, gerekli hazırlıkları yapmak için odalarına yöneldiler. Böyle ani kararları çok çabuk uygulamaya koyarım ve genellikle de çok asabi olurum. Bizimkilerin hemencecik hazır olacaklarını bildiğimden, ben de zaman geçirmeden giyindim, arabayı uzun yola çıkacak hale getirmeye indim.
Zaman kaybetmedik. Bir saat içinde her şey hazırdı, gerekli yerlere telefonlar edilmiş, araba düzenlenmiş, araç zinciri ve kalın giyecekler gibi kışlık aksesuarlar yerli yerine yerleştirilmişti.
Akdeniz Bölgesinde yaşıyor olmak, insana kış mevsiminin bazen çok sevimsiz olabileceğini unutturuyor ama, bizler, bu konuda gerçekten çok tecrübeliydik. En azından hayatımızın son altı yılını, İç Anadolu bölgesinde uzanan sonsuz bozkırların, dayanılması zor ayazını soluyarak geçirmiştik.
Oğlum, okulundan ayrı kalacağı için üzüldü ilkin biraz ama, karlarla dolu bir memlekete gideceğini öğrenince, hele de kar görmeden geçirdiği bir kış mevsiminin nihayetinde, yeniden kar topu oynayabileceğini, kayak kayabileceğini duyduğunda çok sevindi. Botları, eldivenleri, kalın kazakları, kışlık neyi var ise alıp getirdi dolabından.
Saat 18.00 sularında yola çıkmıştık. Hava ve yol durumunu öğrenebilmek için haber kanallarını aradık önce radyodan, sonra da haritadan kendimize uygun bir gidiş güzergahı seçmeye çalıştık.
Malatya-Elazığ-Bingöl-Erzurum güzergahı yakındı (Yakın dediğimiz, hiç mola vermeden 10 saat kadar) ama, hem gece yolculuğu yapacağımızdan, hem hava raporlarının çok iyi gözükmemesinden, hem de terör olayları nedeni ile çok güvenli olmayacağını düşündüğümüzden, daha uzun olan K.Maraş-Sivas-Erzincan-Erzurum yolunu izlemeye karar verdik.
Böylece, belki de hayatımızın en zor geçecek seyahatine, ilk kez biraz korku, biraz endişe, biraz da heyecanla başlamış olduk. Tüm bu duygularımızı birbirimize belli etmiyorduk ama, her birimizin yüreğindeki sevgisi tarifsiz büyüklükte olan kızımızın hayat mücadelesinde içine düştüğü çıkmaz durumu çözümlemek, karanlıklarını aydınlık kılmak, ümitsizliklerin yerine yeni ümit tohumları ekebilmek ve hayatını mutluluk esintileri ile renklendirebilmek için, durumun vahametine aldırmayarak, karanlığın belirsizliğine doğru aracımızı sürdük, gittik.(Devam edecek.)
Bir tutam hayat-Nisan 2009-Antakya
YORUMLAR
Bir tutam hayat
Bu tür yazıları okuyan çok olmuyor.
Bizi menün ettiniz.
Sizleri zor şeyler beklediğinden eminim.
Ama, üste gelecek güce de sahip olduğunuzdan şöyle eminim ki; bir genç kız yetiştirmek zordur. Hele ki onu uzaklara yollamak daha da zordur.
Ancak ona güvenmek var ya... En kolay olanıdır.
Ne sizi, ne de ailenizden kimseyi tanımıyorum ama bu yazıları yazıp, bütün işini evin dışında bırakan birisi, eşi gülümseyerek sofraya gelen doğru insanlardır.
Allah yardımcınız olsun.
Henuz anne degilim ama artik cok cok yakindan biliyorum ki anne-baba olmak boyle bi sey..
Arti.. yazma sevdasi da boyle bi sey degil mi guzel insan??yani kendine ayirdigin kuytu kose ve kuytu zaman dilimleri:)
Yazilarinizda gormekten hoslandigim benzetmeleri fazlaca gordum bu yazida ve cok da sevdim..ne diyelim,bakalim neler olacak yollarin sonunda;)
Tebrikler..
Ayni olmasa da benzer bir yolculuğumuz olmuştu
Bildigim tüm duaları sıralar ve komplo teorileri gelistirirken...
Esimin de ayni ruh halinde oldugunu yolculuk bitimi ogrenmistim
Derin bir ohhh cekmistik...
Tabi konu bu degil;)))
Konu şu:
Sizin gibi bir babaları olduğu için cocuklariniz
Sizin gibi bir eşi olduğu icin haniminiz
Yazdiginiz için biz okurlar çok sansliyiz.
Tebrikler bth...
(Uzun ya isim kodlama kullandim)
Bu yazıyı okuyunca kendimi, aileme sorunlarımı anlattıklarımı ve onların sürekli sabret dediklerini hatırladım.
Sonunda ise şöyle bir karara vardım:
Onlar benden çok çevreyi düşünüyorlar.
Bana n'olmuş umurlarında değil.
Oysa hayatı zehir gibi yaşayan bendim.
Sizin böyle bir aile olmadığınızı sanıyorum.
Devamını merakla bekliyorum.
Her zamanki gibi, ayrıntılarıyla vermişsiniz olayı.
tebrikler,
selâm ve saygılarımla..
Her zamanki içtenlik, naif duygularla yazılmış yazınız akıp gitti okurken. Olaylar ve duygular iç içe olmasının yanı sıra merak ögesi de önemli bir etken hikaye boyunca. Bu sıcak tablonun devamında umarım ki; her şey yolunda gider de okuyucu da çalışmanın sahibi de mutlu ayrılır yazının bitiminde...
Kutluyorum kaleminizi, devamını bekliyor olacağım.
Selam ve saygılarımla...
Evlat....
ve kocaman bir baba yüreği... nerede olursa olsun evladın bir damla gözyaşını silmeye saat zaman yer mevfumu gözetilmeden düşer..
Gökhan inan ağlayacağım o kadar dokundu ve bir o kadarda devamına sabırsızım...
ve yanlış mı okudum evde mi yazdın :)
haydi hayrola ve devamola dostum...
yattığım yerden bile bana yazdırdın ya helal olsun...
kalemlerinizi okumaktan hep mutluyum...
varlığın kalemin hep güç ...saygılarımla
yazdıklarınızın gerçek olduğunu bilmesem...
babalık annelik öyle bir şey
diğer tüm duyguları bastıran susturan anne babalık duygusu
o kadar canlı anlatıyorsunuz bile diyemiyorum
gerçek olduğunu bildiğim için
bakalım
baba olarak kızınızın içine düştüğü ruhsal durumdan nasıl kurtaracaksınız?
tebriklerimle dost