- 2073 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK BAŞKADIR BODRUM 'da
AŞK BAŞKADIR BODRUM’ da
Çok eski yıllarda , çok çok eski günlerde, çoğunuzun henüz doğmamış olabileceği zamanlarda, süslü eski hayallerle anımsadım, o sarı saçları meltemlerde dans eden, güzel kızı ve Bodrum’ u . Eh ben de, epey yıllanmış, demlenmiş, tortu bırakmış hatta göbeklenmiş yaşlı bir erkek olabilirim. Ama o yıllar , kafama vinç düşse , asfalta çivi gibi çakılıp, sonra bir zıplayışta si bop gibi dimdik çıkacağım, delinin delisi delikanlı yıllarımdı. Unutulmaz, sorgulanamaz, günahsız.
Bir köyden bahsediyorlardı, adına Bodrum dedikleri. Türkiye haritasında yerini bulup, kırmızı kalemle çevirmiştim, göreceğim yerler arasında. Henüz tam keşfedilmemiş bu büyükçe köye, motosikletle çıktığım sayısız turlardan birinde ,1975 yılında gittim. Milas – Bodrum yolu henüz yapılmamış olduğu için çalışmalar devam ediyor ve yol ulaşıma sık sık kapatılıyordu. İnatla , motor bu yolda gitmez denilen , henüz alt yapısı yeni döşenen koca koca taşlarla dolu yola girmiştim. Öyle yerler geldi ki, yoldan çıkıp motoru tarlalara, köy yollarına sürerek, Milas- Bodrum arasını tam üç saatte aldım.
Çok sevimli bir köydü burası. O meşhur çarşıyı, Halikarnas tarafını dolaştım. Evet gezmiştim görmüştüm ama o ıstırapla geldiğim üç saatlik yoldan nasıl geriye dönecektim. O kadar efor harcamıştım ki, motoru yeniden o taşlı yolda sürmeyi gözüm almıyordu doğrusu. En iyisi sahilde gördüğüm Bodrum döneri yazan yere oturup duble bir kebap yemek diye düşündüm. Nasıl da acıkmışım, "Duble olsun" diyorum hemen.
“Afiyet olsun . Ulan buraya kadar gelip de sınıf arkadaşını görmeden var mı bizim köyün dönerin yalnız başına yemek?" (Sonraları Denizli de aynı evi paylaşacağımız bu hakiki delikanlı ve gerçek dost insan Ütğm. Durmuş Mercan’ dı. Yıllar sonra beyin tümöründen vefat edecekti .)
“Vay devrem, ne yapıyorsun burada? Sakın bu cennette görevliyim deme?”
“Altı aydır şu tepede , gece gündüz , arada bir burnunu gösterip kaçan Yunan Hücumbotu’ na karşı mevziide yaşıyorum. İyi ki seni gördüm. İki laf ederiz hiç olmazsa.” ( Şimdiki askeri kamp ve Bardakçı Koyu ile Güm bet tarafını 40 asker ile gözetliyor ve koruyormuş . Çadırda yatıyorlar. Hayatı oldukça zor geçiyor. Ellerinde sadece bir tane 57 mm lik geri tepmesiz top ve 81 mm lik havan var. Bu silahlarla hücumbotu asla durduramazlar.)
Beni alıp yattığı yere yerleştiriyor Tamam diyorum, bu gece burada kalıp kendimi iyice toparlar ve yarın yola devam ederim. Tam otuz gün izinim var. İki aylık maaşımı cebime koymuşum , her yeri görmek , dolaşmak arzusu ile yanıyorum. Önümde Akdeniz’ in güzel koyları , ormanları, şehirleri var. İskenderun’ dan çıkacağım bu sefer.
Gece birlikte gezmeye çıkıyoruz. Çarşıda gezerken karşımızdan Kızılderili gibi giyinmiş bir adam geliyor. Uzun ve itina ile taranmış beyaz saçlarının üzerindeki kırmızı bantta bir de tüy takılı. Püsküllü elbisesi ve yemeni tipi çarıkları , el işi harika işlemelerle dolu. Durmuş’ u iyi tanıdığı belli, bu elli beş yaşlarındaki ince adamın. “Huk “diye verdiği selamı , Durmuş da sağ elini kaldırarak “Huk “diye karşılık verip alıyor.( Bu adam orada en iyi dostlarımdan biri oldu. Onunla Bodrum’ u , Halikarnas’ı, Bardakçı Koyu’ nu, Han Restoran’ ı , sahil gazinolarını yaşadım. Aslında çok zeki bir emekli bankacıydı. Neden bu kıyafetle gezer, neden böyle selamlaşır ve neden her şey onun için önemsizdir ,kimi kimsesi var mıdır , o zamanlar bunu anlayamamıştım. )
Durmuş’ la epey dolaştıktan sonra, Han Restoran’ a giriyor ve masamıza geciken servis yüzünden biraz kızarak bara gidiyorum. Çok güzel bir barmaid , bütün gücü ile masalardan kalkıp gelen müşterilerine içki yetiştirmeye çalışmakta. Benim masadan kalkıp , ona doğru geldiğimi görmüş olmalı.
“Çok özür dilerim. Servisinizin geciktiğinin farkındayım. Bu gece bir garson izinli , diğeri işi bıraktı, üstelik günlerden Cumartesi ve ben tek başımayım. Bir de bakın ne biçim bir kaza oldu. “
Bar tezgahının üzerine zıplayıp içine bakıyorum. Bir raf dolusu içki , kadeh, tabak ,ne varsa yere inmiş. Kız neredeyse ağlayacak. Tereddütsüz barın içine ,kızın yanına atlıyorum. Kız şaşırıyor.
“Süpürge veya paspas var mı? Faraş, çöp kovası, hatta kürek falan?”
Elime geçen süpürge ile kızın yarı çıplak sandaletli ayağına batıp kanatmış olan bu cam yığınını süpürüyorum. Şaşkın gözlerle beni seyrederek işine devam ediyor. Bir barın bu kadar faal olduğunu hayal bile edemezdim. İnsanlar giderlerken, ne içtiklerini söyleyerek hesap ödüyorlar. ( Beyana dayalı yani. Yine de kaçak yokmuş)
Camları temizledim. Durmuş eliyle gelsene diyor. Yok arkadaş ,şu kızı düze çıkartmadan gelemem . Kızın bira dolduracak gücü bile kalmamış. Sol ayağının baş parmağını kırılan bardaklardan birinin camı kesmiş. Üzerine viski döküp peçeteleri parmağına sararak , barda dekor olarak şişeye sarılmış bir kurdele ile bağlıyorum.
O gece epey bira içiyoruz Durmuş’la . Sabaha doğru kız masamıza gelip teşekkürler ediyor. Böylece tanışıyoruz Aslı ile . Ertesi gün erken damlıyorum bara. Yüksek taburelere tüneyip ,onunla sürekli konuşuyorum. İzmir’ liymiş , gezmeye gelmişler, geriye dönememiş. ( Doğruyu söylemediği, sesindeki titremeden belli. ) Bir yıldır Bodrum’ da kalıyormuş. Çok sevimli , hoş sohbet bir insan .
O gece Durmuş , yanında bir karı koca ile geliyor. Adam eski bir basketbolcu. Yapılı ve çok yakışıklı bir insan. Bir kayık kiralayıp sahile paralel giderek geziyoruz. Kadının çok güzel bir sesi var. Çıplak sesle söylediği şarkıları duyabilmek için restoranlar müziklerinin sesini kapatıyorlar. Sahilden alkışlar geliyor. O zamanlar gürültü kirliliği yok. Salt yaşamın , içtenliğin , saygının göbeğindeyiz. Ne güzel , ne aranası, özlenesi , bulunmaz günler.
Durmuş beni Fikret Hakan ve Zeki Müren ile tanıştırıyor. Han restorandın her geceki müdavimleri bunlar. Bir de motorcu ile tanışıyorum aynı yerde. Adı Papatya. Sürekli oynayan dans eden , çok neşeli , rakıyı fondip götüren biri. O tek başına dansa başlayınca herkes yerine oturup ,bu muhteşem gösteriyi seyrediyor. Bazen Zeki Müren’in sahneye gelip , onu alnından öptüğü oluyor.
Aslı ile Bardakçı Koyu’ na , denize ve piknik yapmaya gidiyoruz. Üçüncü gün, kız başına gelen korkunç olayı nihayet anlatıyor. Bunlar beş erkek , üç kız olarak İzmir Karşıyaka’ dan gelmişler . Kumsalda epey içtikleri eğlenceli bir gece , birlikte geldikleri ve çok sevdiği nişanlısı ,
“Vay sen ,benim en yakın arkadaşımla kırıştırıyorsun , bana sormadan seni nasıl dansa kaldırır, sen onunla yatmışsındır, bana gelince bakireyim ayağı çekiyorsun “ diyerek , önce bir güzel döver ve arkasından yalvarmalarına aldırmadan tecavüz eder. (Ayılar asla bitmez arkadaş) Kızın bekaret kanını görünce de, sarhoş yavşaklığı ile özürler diler. Nasıl olsa evleneceğiz falan gibi. Hayat işte. Almak yoktur, hep verirsin, öyle veya böyle , hep kayıplar vardır, mezara kadar uzanan .
Kızımız 18 yaşını geçtiği ve kendi rızası ile o kumsalda bulunduğu için şikayet de kar etmez. Zaten olayı öğrenen diğerleri , hemen çadırlarını söküp , arabalarına bindikleri gibi kaybolurlar. Nişanlısı , aşık olduğu genç de, onlarla gitmiştir. Böylece kalır kızımız Bodrum’ da yapayalnız, kederi ve kaderi ile baş başa. O zamanlar çok önem verilen bu konu ile ilgili olarak büyük bir utanç içinde, evine de dönemez . Neyse ki, iyi insanlar çıkar karşısına . Ona iş ve yatacak yer verirler. Sonra da, her kes sever bu asil insanı.
Gece, Fikret Hakan ile oturmuş, biraz peynir, biraz kavun ve soğuk rakıdan oluşan çilingir soframızda dertleşiyoruz. Hümeyra’ dan ayrıldığı için, buruk bir üzüntü var içinde . Yaşça benden büyük olduğundan onu teselli etmem de oldukça zor. Hemen arkanızda Zeki Müren oturuyor. Onun şarkı mırıldanması bile büyük bir olay.
İki genç yaklaşıyor masamıza . Fikret Hakan’ a kadehini uzatanı “Haydi şerefe içelim “ diyor, sarhoş sırıtışlaryla. Fikret Hakan, “Kadehi şimdi bıraktım , afiyet olsun “ diye cevap veriyor. Oğlanın masamızdan uzaklaşmaya hiç niyeti yok. Israrla ,
“Kaldır lan artist, bize gelince mi yeni bıraktım oluyor ? Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan?” Çattık anasını satayım , oğlan laf anlayacak gibi değil. Zurna gibi sarhoş ve duvarı çoktan aşmış vaziyette. Bu sefer Fikret Hakan;
“ Yahu delikanlı, bak şimdi bıraktım kadehi elimden . Sana afiyet olsun kardeşim. Lütfen şu zıkkımı ağız tadıyla içemez misin? “ diyerek bu bela çocuğu uzaklaştırmaya çalışıyor.
“Ulan biz ağzımızla içmiyoruz da, g.tümüzle mi içiyoruz? “ diye bağıran genç , Fikret Hakan’ a okkalı bir tokat atıyor. İkinciyi vurmasına fırsat vermiyorum . Sıkı bir kroşe ile ,ağzı burnu kan içinde devriliyor. Öbürü , sadece özürler dileyerek arkadaşını kaldırmaya çalışmakta. Masamızın o tatlı ahengine limon sıkıyor, serseri.
Bar tezgahına yaslayıp, burnuna tampon yaparak kanamasını durdurmaya çalıştıkları , devirdiğim oğlanın arkasından yaklaşarak ,onun kulağına yapışan yaşlı adamın konuşmasını hiç unutamam,
“Ülen dürzü, sen Şerif Ali’ nin oğlu değilin mi? Bu yabancılara gul ölçeniz len gul. Onla sizi ehmeh, su , para getvecek. Turizm dene bi şeyi elçileyi len bunla. Yabanınceye terbiyalı ölçeniz kine , onla bulalada para bilem etmeyen yeleri alıp, goca goca otelle , villala yapcekle. Hepicüğümüzün geleceyi o adamla. Ağnadı mı , beni len bacısı gözel. Get çıbık özür ney dile len deyyüz”
Bu konuşma ne kadar da doğruydu . Yaşlı adamın dedikleri zaman içinde aynen çıkmıştır. Oğlan yüzünü yıkayıp yarım saat sonra masamıza gelerek özür diledi bizden . Onu da masamıza oturtup bir kadeh rakı ikram ederek affettik. Ne de olsa, biraz da mey hanemsiydi o zamanlar Han Restoran. Olacaktı o kadar.
Aslı ile gündüz denizde , gece bardayız Ona elimi süremiyorum, yaşadığı o korkunç dram yüzünden çok saygılı kalmak durumundayım. Basketçi aile de, bizimle denize girmek için hep yanımızda. Şengül Hanımın çok güzel olan sesini bıkmadan dinliyor, neşeleniyoruz.( Bir ara İzmir Radyo’ sunda solu ve koro söylemiş.) Onu dinlerken Aslı ‘da mutluluk gözyaşları hiç eksik olmuyordu. Bazen de hüzün.
Zeki Müren’le aynı sofrada, kadehler kalkıp da tam masaya konarken, o muhteşem eseri birlikte söylüyoruz;
“Gözlerinin içine , başka hayal girmesin .
Bana ait çizgiler , dikkat et silinmesin.
İstersen yum gözlerini, tıpkı düşünür gibi
Benden evvel başkası ,bakıp seni görmesin .”
Bu şarkının beste ve güftesi Zeki Müren’ e aittir. Çok saygılı ve efendi bir insandı. Konuşmalarındaki kelimeler o kadar anlaşılır ve ter temizdi ki , hayran olmamak elde değildi ,Türkçe’ yi katleden bunca insanı gördükten sonra. Bana sürekli Bodrum’ da, arsa almamı söylüyordu. Ne kadar da haklıymış ama benim zaten param olmamıştı yatırım yapacak kadar.
Panikleyen bir yapımız var sanırım milletçe. Kampın o zamanlar ki bakir plajında, Basketçi ailesi, Huk ve ben denizden çıkmış soğuk kolalarımızı yudumlamaktayız. Yukarıdaki askerlerde bir hareketlilik var. Biri yüksek sesle bağırıyor.” Alarm , alarm, alarm” Bir er koşarak yanımıza gelip , Yunan Hücumbotu’ nun kara sularımızı ihlal ettiğini, Durmuş Üsteğmen’ in çok acele beni çağırdığını söylüyor.
Hemen fırlayıp , tepeye bir koşu tırmanarak Durmuş’ un yanına gidiyorum. En yüksek tepeye tırmanıp dürbünle baktığımızda , gerçekten botun iyice yakınımızda olduğunu görüyoruz. Bazı Bodrum’ lular ve turistler Milas yoluna koyulmuşlar bile. Kaymakam durmadan neler olduğunu soruyor. Durumu Tugay’ a bildiriyoruz. Deniz Kuvvetleri Marmaris’ten bir hücumbotu yola çıkartmış ,gerekirse ateş edin diye emir geliyor.
O gece geri tepmesiz topun başında ben varım. Çünkü hiç ıskalama şansımız yok. Tek atışta vurmam gerekiyor. Bu konuda deneyimliyim ve güvenim tam. Ama bizim topun yerini hiç görmemeleri , atışın nereden geldiğini bilmemeleri lazım. Yeni bir mevzi seçerek ,üzerini gizleme ağlarıyla iyice kamufle ediyorum. Üstüne de renkli plaj şemsiyesi ve havlular koyarak orada güneşlenen biri varmış havası yaratıyoruz.
Sabaha kadar Durmuşla mevzide kalıyoruz. Tam acımızdan ölmek üzereyken , Aslı’nın güzel kumanyaları, Huk’ un nefis dönerleri yetişiyor. Benim için, bir bütün ekmeğin içine tam dört porsiyon doldurtmuş. Nasıl da gülerek döneri yememi seyrediyor, mehtaplı gecenin yüzümüzü aydınlatan yakamozlarında. Bütün takıma kumanya yaptırmışlar, dönerciyi açtırıp dürüm sardırmışlar. Aşçılar da silahlarını alıp geldikleri için, erler ve biz akşam yemeği yiyememiştik. Aslı, ilk defa önce kolumu tutuyor , sonra da elimi.
Onların tepeye kadar gece gece gelmelerine ,Durmuş biraz kızar gibi oluyor.
“ Yahu Huk , burası şu anda en tehlikeli yer, Aslı ‘yı neden getirdin kadın başına? Bu kadar kişiye yemek düşünmene teşekkür ederim ama burada olmamanız gerekiyor”
“Biz askerimizi yalnız bırakmayız kumandan. Huk”
Pers’ lerin neden kadınlarını da savaş alanına götürdüklerini daha iyi anlıyorum. Kadın erkeğin cesaret hormonu sanki.. Dişisinin yanında ,serçeye bile “ Kışt “ demeyeceksin arkadaş.
Aslı , termosta çay demlemişti. Sabahın o ferahlık veren serinliğinde ne güzel içmiştik. Ulan, ne esrarengiz , ne asil bir millet bu. Onlar için canımız feda olsun be.
Kos Adası ile aramızda , sadece beş kilometre mesafe var. Sanırım hücumbot, bir buçuk kilometreye kadar yaklaşmıştı. Bu tacizi neden yapıyordu bilmiyorum. Ama biraz daha yaklaşıp ,topun tesirli menziline girseydi tam kaptan köşkünden vuracaktım. Denize serbest bıraktığımız beyaz bir bidonu , 300 metreden tanzim fişeği ile tek atışta vurup ,silahın nişanğahını denemiştim . Bu da bana ve o sırada yanımda bulunan erlere, Durmuş’ a epey bir moral vermişti.
Allahtan sabaha karşı, Yunan Hücumbotu geriye çekildi de, herkes rahat bir nefes aldı. Marmaris’ ten gelen hücumbot, iki gün kalıp geriye dönmüştü. Üstelik Kos Adası’na onların yaptığı gibi bir ufak dalma da yaparak.
Ertesi gece Han Restoranda , Durmuşla birlikte Zeki Müren’ in masasına davetliydik. Güzel bir yemeğin sonunda bir kemancının eşliğinde “ Paşa” ile şarkılar söyledik .Veya bütün restoran söyledi de biz ortada Paşa’ nın masasında kaldık. O gece benim için çok onur duyduğum , unutamadığım bir zaman dilimi olarak kalmıştır. Sabaha karşı Aslı ile Halikarnas kumsalında uyuya kalmışız. Sanki şarkılar bizim için yazılmış, sözleri birbirimize fısıldayamadığımız her şeydi. Neydi beni bu denli etkileyen bilmiyorum.
Bir aylık izinim bitmek üzereydi. Telgraf çekerek uzatılmasını istedim. Cevap olumlu gelmişti, altı günlük yol hakkımla , on altı gün olarak onaylanmıştı. Güya motorla ,Türkiye sahillerini gezecektim. Bodrum’ dan kıpırdayamadım bile. Gündüz deniz , balık, Papatya’ nın motorunda çımacı lık , dalış , su altı güzellikleri, akşam Basketçi Fuat ve eşi ile yemek , şarkılar, türküler , eğlence. Gece bar da , Aslı’ nın karşısında Denizli horozu gibi tüneyip, onun işi bitinceye kadar sohbet. Sabaha karşı, kız ile sahilde tur, kokoreç, işkembe çorbası keyfi ve güneşin doğuşunu seyredip uyumak.
Tipimi gören , beni hippi falan zanneder . Saç sakal karma karışık, basit bir şort ve çıplak ayaklarla dolaşıyorum bütün gün . O kadar yanmışım ki , derim adeta zenciler gibi sim siyah. Dalış tekniğimi o yıl çok geliştirdim. Bunda , Papatya’ nın çok yardımı oldu. Su ne kadar temiz ve bozulmamıştı. Limanda bile metrelerce derinlik , içme suyu gibi berraktı. Çok sünger çıkartmıştım. Bir keresinde ise zıpkınla koca bir lagos vurmuştum da , o gece dostlarımla hakkını vermiştik.
Çok sevdiğim Huk ile gündüz çarşıda volta attığımız olurdu. Kızlar bize “HUK” diye selam verdikçe onlarla tanışır, bize dondurma , limonata ısmarlamalarına memnun olurduk. Onlar da, Huk ile resim çektirir ,ona sırnaşmaktan zevk alırlardı. Bodrum ‘ da biraz daha kalsam , neredeyse bir tüy de ben takacaktım. Huk , çok başka bir insandı . Bodrumlular, sokak köpeklerine bile yol veren , onlara kebaplar ısmarlayan , herkese karşı sevecen ve saygı dolu bu mükemmel insanı çok seviyorlardı. Bu tabiat ve onun parçası olan her şeye aşık , melek kalpli Kızılderili’ yi tanıdığım ve onun bir buçuk ay gibi kısa bir süre de olsa ,arkadaşı olduğum için ,hep gurur duyarım.
Param suyunu çekmişti. İkinci maaşımı da almış olduğum için çok parasızım. Anlaşılan Bodrum o zamanlar bile , biraz parası olanların yeriymiş. Aslı ile dostluğumuz çok güzel gelişti. Ona karşı çok güzel duygular besliyordum. Artık , her günün bitmemesi, güneşin bu kadar çabuk doğmaması, o ayrılık gününün gelmemesi için dua ediyordum. Ona her akşam, çiçekler götürürdüm . Çok sevinir ama paramı çiçeklere harcadığım için de , bana kızardı. Artık dağ çiçekleri ile idare ediyorduk. Belki de onlar , daha da anlamlıydı. Çünkü tepelerden ellerimle topluyor her çiçekte onun saçlarını, gözlerinin rengini, dudaklarını ,hatta masum kokusunu yaşıyordum.
Bir kadının ,dünya konfetisi , dağ çiçeklerini alıp, göğsüne bastırarak koklaması, onları narin parmaklarının ucu ile okşayıp, göz bebeklerinin yeşilinde yosun yosun gülümseyerek teşekkür etmesi, itina ile yerleştirdiği vazoyu ,kalbinden fışkıran en kadınsı duygularla düzeltmesi, bir erkeği en onore eden yansımaları olsa gerek . Bunu bir tek , size karşılık veren , güzel duyguların , aranızda şerare gibi aktığı, içinizi tırmalayan insanda görebilirsiniz.
Ona İzmir’ e , ailesinin yanına götürmeyi teklif ediyorum, cesaret edemiyor ne yazık ki. Baba çok sertmiş de , onu reddetmiş de, öyle kızı yokmuş da hikayesi. Böyle daha mı mutlu yaşamıştır acaba? Oysa bu kızın bu kadarını hak edecek bir suçu yok bence.
Söyler misiniz Peder Bey, sizden çok daha güçlü bir sarhoş, sizi hem dövüp ,hem de sesinizi kimsenin duyamayacağı bir yerde ,kızınıza değil de, size tecavüz etmeye kalksa , siz ne yapabilir diniz? O ,çok iyi bir insandı. Bazen hiç konuşmayarak saatlerce oturup, derinlere dalıp gittiğimiz de olurdu. Öne düşen başını , küçük çenesinden tutup kaldırdığımda, bir suçlu gibi ,masum göz yaşlarının yanaklarından süzüldüğünü görürdüm. Zoraki gülümsemeye çalışan yeşil ıslak gözlerinden onu öptüğümde, ağzıma gelen tuzlu yaşlar ne kadar saf ve tertemiz bir iç dünyanın özüydü.
Ondan nasıl ayrılabileceğimi bilmiyordum. Galiba biraz yumuşak bir delikanlıydım. Masumiyet, gözyaşı, sıcak bir bakış, beni pamuk gibi yumuşatıyordu. Bu kıza tutuluyor muydum ne? Aman oğlum her gördüğün , her değdiğin kıza aşık oluyorsun, henüz kaç yaşındasın ve sorumluluk alacak durul muşlukta bile değilsin. Kızı bir de sen yakma ,yazık olur. Kaç tane kalbin var lan senin? Ama bu başka değil mi?
Kırk altı gün , ne kadar da çabuk geçti. Yarın yola çıkmam gerekiyor. Sabah kahvaltısını bütün gece benimle birlikte hiç uyumamış olan Aslı , Huk, Fuat ve eşi ile birlikte yapıyoruz. Durmuş , yolda yemem için bir şeyler almış. Ayrılırken en son Aslı’ yı öpüyorum. Günlerdir Bardakçı Koyu’ndan topladığı , deniz kabuklularından yaptığı kolyeyi boynuma takıyor.
Huk ise, hala özenle sakladığım o meşhur tüyünü çıkartıp , çantama güzelce yerleştiriyor. ( Hakiki Komançi tüyü. Uğur getirirmiş ) Ne zor şey bu ayrılık. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum sanki. Huk’ u da göremedim.( O da şimdi rahmetli oldu. Çok güzellikler bırakarak ardından) Fuat Bey ne oldu , bilmiyorum.
Aslı , yıllar sonra ben doğuda görevliyken bir kazık daha yiyecek bu erkek milletinden ve intihar edecekti. Onu tanıyan her Bodrum’ lunun kalbinde, boşalan her kadehin dibinde, çatalın ucundaki peynirde, salatanın yağında, şarkıların mısralarında, nakaratlarında yaşayacaktı, saf ve temiz ruhuyla ölümsüz, unutulmaz.
Son bir kez tepeden seyretmek için duruyorum Bodrum’ u, Şehir yeni yeni uyanıyor. Güneş, birazdan o yakıcı oklarını fırlatmaya hazırlanıyor. Boynumda onun hediyesi olan , deniz minarelerinden yapılma bir kolye var. Elim onun ince parmaklarıyla delip, parlattığı , verniklediği taşlarına gidiyor.
Yarın sabah Tabur Komutanına ; ” İzinden vukuatsız olarak döndüm komutanım “ diye tekmil vereceğim. Gülüyorum kendime.
“ Nasıl geçti izinin ? Bütün izin hakkını kullandın üstelik “ derse , şu halimle bir fotoğraf çektirip ,ona uzatmaya ne dersin? Aman yarbayın kalbi ile oynamayayım. Sen gene usule uygun ver tekmilini.
“3ncü Bölük emir ve görüşünüze hazırdır komutanım” diye çakı gibi bir tekmil verdim . Vay anam vay.
“Geçen hafta bakım denetlemesinde araç akülerinin sularını eksik gördüm.
Asteğmen’ in ,saçlarını kadın gibi uzatmaya başlamış.
Koğuşuna bir el atsan iyi olur. O hergele koğuşçun iş yapmayıp sürekli dipteki yataklarda uyuyor.
Tuvaletler leş gibi, oturmayı bilmiyorlar mı senin adamların?
Sen yokken iki erin firar etti . Haberin var değil mi?
Reo’ nun brandası yırtılmış, garaj çavuşunun umurunda bile değil.
Bak o yeni gelen Astsubay yakında …”
Allah’ım, Allah’ ım . (Ne zor şey , esas duruşta , yokluğumda olanları dün olmuş gibi dinleyerek cevap verememek)
Aslı ne yapıyor acaba? Sahile çıkmış mıdır ? Yok yok bensiz çıkmaz o.
Ya Huk?
Papatya nereden öğrenmiştir, öyle döne döne oynamayı dersin?
Oğlum , seneye yine oradayız .Dayan aslanım.
E.Yaşar Ovalı 22. 09. 2013