- 707 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Bir Kusur ve Bir Şiir
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Martı bir süredir direğin az üstünde süzülerek, gemiyi takip ediyordu. Ara ara rüzgar ona irtifa kazandırıyor, o ise inatla direkle arasındaki mesafeyi açmamak için aşağı iniyordu. Güvertedeki kimse bu çabalamayla ilgilenmiyor, herkes yolculuğun son gününün hazırlıklarıyla meşgul oluyordu. Bir tek küpeşteye yaslanmış olan orta yaşlı adam diğerlerinin aksine sağa sola koşmayıp martının amansız çabasını takip ediyordu. Yüzünde daha çok merak diye nitelebilenecek bir ifade vardı. Yanına gelen kaptan onun bakışlarını takip edince havadaki kuşu farketti.
“Karaya yaklaştık iyice. Sayıları giderek artar bunların.”
“Süzülmeye devam et, beyaz kanatlı kader habercisi
Ben de duaya devam edeceğim, kalbinin rengi üzerine.”
Adamın sözlerine bir anlam veremedi kaptan. Adam ise kaptanın kendisini anlamadığını farketmedi bile. Gözleri hala martıda, mırıldanmaya devam etti:
“Biliciler martıyı olumluya yorar. Belki karadayken öyledir. Ama ya denizdeyken?”
“Fal tutacaksanız bulutları denemenizi öneririm efendim. Kıyıya yanaşmayı biraz daha geciktirirsek, şu Boreas’ın getirdikleri başımızı ağrıtacak gibi.”
Yolcu bakışlarını martıdan bulutlara çevirdi.
“Azgın denizleri sakinleştirir, onları sukunetle karıştırırım
Bulutları çağırır, olanları dağıtır, fırtına çıkarıp, çıkmışı dizginlerim.”
Yolcuyla iki çift laf etmenin olanaksızlığını kavrayan kaptan tayfabaşına seslenip, yelkenleri küçültmesini emretti. Yolcu ise bir süre daha bulutları seyredip kamarasına gitti.
Kaptan yolcuyu sessiz ve garip buluyordu. Uzun süren seyirleri boyunca genelde kamarasında kalmış, günde sadece bir kere güverteye çıkıp, onda da her seferinde on beş dakika açıkhavada kalmıştı. Böylesi garipti ama daha önce rastlanmamış değildi. Kaptanı huzursuz eden ise yolcunun kendisinden çok, kim olduğuydu. Eski ailelerden geldiği belliydi: Sözleri, konuşma şekli, kaptana hitap edişi, yüzükleri, dahası üzerinden çıkarmadığı togası. Böyle birinin bir grup muhafız eşliğinde, sınır boyuna yakın, tanrıların unuttuğu bir kente gidişini anlayamıyordu. Askerler onu korumak değil, gözaltında tutmak için gelmişlerdi. Ama adi suçlulara yapıldığı gibi yolcuyu prangalamıyorlar, belli ölçüde özgür bırakıp, lüks kamarasında kalmasına izin veriyorlardı. Yine de oradan her dışarı çıktığında en az iki çift göz onun üzerinde oluyordu.
Yolcu kamarasına gidince onu gözetlemekle görevli sentüryon görevini bitirmenin rahatlığıyla güvertede gezinmeye başladı. Koşuşturan tayfaların ayak altında durduğunu farkedince olabildiğince bir köşeye çekilip, az önce yolcunun durduğu yerde, bu sefer o küpeşteye yaslandı.
Tomis’e yaklaşıyorlardı. Oraya varınca mahkumu teslim edecek, sonra belki yine bu gemiyle Tarentum’a geri dönecekti. Bu kıyılar onu huzursuzlandırıyordu. Uzun süredir pek bir hareket yoktu ama yine de Tuna’ya bu denli yakın olmak iyi bir şey değildi. Tuna barbarlar demekti; barbarlarsa geceleri bir gözü açık, kılıcına sarılıp uyumak. Kendisi Gallia Belgica’da yeterince kalmış, her türlü yabaniden fazlasıyla nasibini almıştı. Sıra buranın garnizondakilerdeydi, kendisinde değil.
Kaptan usulca sentüryonun yanına geldi, onu saygıyla selamladı ve son bir emrinin olup olmadığını sordu. Olumlu bir yanıt almayınca da fazla uzatmadan geldiği gibi ortadan kayboldu. Sentüryon ise karaya inene kadar yerinden kımıldamadı.
...
İskeleye yanaşıp halatlar atıldığında yolcu da kamarasından çıktı. Beraberinde kendisine eşlik eden yedi muhafızla beraber acele etmeden yürüdüler. Gemiden ayrılmadan, muhafızlardan ayrılıp, kaptana yanaştı. Ona iki altın para uzatıp
“Teşekkürler” dedi, “Hatırlayacağım bir yolculuk oldu.”
Kaptan saygıyla eğildi.
“Bir sürgünün son dileğini yerine getirmekte sakınca duymazsınız umarım.”
Kaptanın gözlerinde merak kadar kaygı da vardı.
“Şu mektubu Tarentum’da Tiberi villasına teslim edip, adımı da verirseniz sonsuza değin müteşekkir kalırım.”
“Yasak bir şey yapmıyorum, değil mi efendim?”
“Merak etme. Yasak olanı ben zaten yaptım. Bundan sonra benden kimseye zarar gelmez.”
“Ne yaptınız ki efendim, sizi bu ücra köşeye gönderdiler?”
Yolcu bir süre boş boş bakıp cevap vermedi. Sonra kendini toparlayıp:
“Bir kusur işledim ve bir de şiir yazdım. Bu da imparatora yetti.”
Belki daha da konuşacaktı ama yanlarında bitiveren sentüryon yolcunun sözünü kesti:
“Publius Ovidius Naso! Daha gidecek çok yolumuz var. Oyalanmayalım.”
Ovidius uysalca başını eğdi. Sentüryonla beraber diğer muhafızlara katıldı ve hep birlikte Tomis’e ayak bastılar.
Öyküdeki alıntının tercümesi bana aittir. - İlhan Kemal