- 897 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
İSYAN-6-
Adı Huzur evi olmakla birlikte ora sakinlerinin hiç biri huzurlu bir uykuda değildi aslında. Macide binbir zorluğa katlanarak özel okula gönderdiği tek oğlunun tembelliği, müdür yardımcısı Selim biriken borçları, emekli öğretmen Selami Bey evlatlarının evde besledikleri köpeğe babaları kadar değer vermemesi, Osman Astsubay kendi elleriyle toprağa verdiği aslanlarının her gece önünde adeta resmi geçit yapması, Sıdıka Hanım Amerika’dan bir türlü gelemeyen kızının gelip de hiç olmazsa bir bayram elini öpmeyişi, eski filmlerin esas oğlanı Ekrem artık kimse bir imza için elbislerini parçalamadığından dolayı büyük bir huzursuzluk içinde yataklarında dönüp duruyorlardı.
Huzur evinde herkes büyük bir huzursuzluk içinde sağa sola dönüp huzursuz bir uyku çekerken müezzinin o incecik sesi duyuldu:
-Allah için namaza, meyyit için duaya, uydum haazır olan imaammaa...Er kişi niyetine...
Musalla Taşında - üzerinde mealen ’’ Bütün nefsler ölümü tadacaktır. ’’ Ayeti olan- yeşil bir örtü örtülmüş tabut, tabutun karşısında ise yüzü ona dönük, hafif köse olan al yanaklı, tombulca, masmavi gözlü mahalle imamı durmaktaydı.
İmamın bir komutan edasıyla ’’Allahu Ekber ’’ Demesiyle birlikte cami avlusunda zaten teyakkuz durumunda olan herkes komutu almış er misali ’’Allahu Ekber ’’ Diyerek el kaldırdı. Eller kulak memelerine götürüldü. Sonra göbek üzerinde bağlandı. İmam her ’’ Allahu Ekber’’ Dedikçe arkasındaki ordu da ’’ Allahu Ekber’’ Dedi.
İmam son kez ’’Allahu Ekber’’ Deyip ardından da ’’ Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah’’ diyerek sağ tarafa selam verdiğinde Engin’i bir gülme krizi tutuyordu hep. Orada hiç kimseler yoktu çünkü. Kime selam veriyordu ki bu tonton köse...Sol tafafa dönüp aynı şeyi bir kez daha yapardı imam. İşin garip tarafı arkasındaki kalabalık da aynı şeyleri yapıyordu. ’’Olmayan birilerine ne diye selam veriyor ki bunlar?’’ Diye geçirirdi içinden.
Daha sonra imam sorardı cemaate:
-Merhumu nasıl bilirdiniz?
Bir sürü insan, hayatlarında bir kez dahi olsun görmedikleri o tabut içindeki için ’’ İyi bilirdik’’ Diye yalan söylerlerdi. Engin en çok da buna gülerdi ’’ Nereden iyi bileceksiniz ulan. Tanımıyordunuz ki. ’’ Derdi. Bir taraftan da Allah’ın huzurunda bile yalan söylenmesine kızardı. Hani dinle, diyanetle çok da arası yoktu ama yine de Allah’ın huzurunda yalan söylenmesine fena halde bozulurdu.
Sonra imam bir kez daha sorardı:
-Birikmiş haklarınızı helal ediyor musunuz?
Yine bir sürü tanımadık kişi sanki bir alacakları varmış da lütufta bulunuyorlarmış edasıyla cevap verirdi:
-Helal olsuuuuunnnn.
İşte o o anda biri çıkardı ortaya...Bembeyaz bir kefen içerisinde biri...Kefeninde tam yirmisekiz delik olan ve her delikten oluk oluk kan fışkıran biri...Yani kızı Müyesser...Bağırırdı:
-Ben helal etmiyorum.
Kan ter içinde fırlardı yataktan Engin.’’ Ama sen korkma baba demiştin’’ Diyerek. Senelerdir her gün, her gece, gözlerini yumduğu her an gördüğü şey buydu...Seneler içinde değişen sadece iki şey olmuştu. Birincisi: Bu rüyayı daha önce bütün odaları boş olan kendi evinde görürüken şimdi huzur evinde görüyordu. İkincisi artık imamın sağa- sola yani hiç kimsenin olmadığı yönlere selam vermesine gülmüyordu. Gözle görülmeyen varlıkların var olduğuna o da inanmaya başlamıştı.
Yatağından inerek doğruca lavaboya gitti. Yüzüne çarptığı soğuk su ile biraz ferahlamıştı. Sonra saatine baktı. Sekiz olmuştu. Az sonra kahvaltıya çağırırlardı. Nitekim bir kaç saniye sonra kapısı çalındı.
-İhtiyarrr...Kuyruğu titretmediysen kahvaltı vakti. Haydi dışarı çık da o buruşuk suratından feyz alalım biraz.
Haticeydi bu...30-35 yaşlarındaki diğer görevli kız. Bir saat erken gelmişti nöbete. Belli ki bir gün önce Macide onun yerine bir saat fazla nöbet tutmuştu.
Kapıya doğru seslendi.
-İhtiyar da buruşuk da senin anana benzer tamam mı.
Hatice teklifsiz tekalifsiz daldı içeriye.
-Ya boşuna buralarda kendini heba ediyorsun. Sana o kadar söyledim. Gel sana benim anayı alalım. O dul, sen dul...Hem biliyor musun ben seni çok seviyorum. Sana baba diyebilmem için anamı alman lazım.
-Yahu sen anana bakacağına kendine baksana..Evde kalmış kız kurusu oldun. Millete turşu vermiyorsunuz zaten..Millet turşu niyetine seni yerse hiç şaşmayacağım.
-Ah be bey baba..Şöyle senin gibi bir civan çıkmıyor ki karşıma hemen bastırayım ’’Nikah’’ diye.
-Ben varım ya...
-Yok yok..Sen almazsın bizi. Biz varoşların garip ve boynu bükük kızları zavallı Nalanlarız Sen ise Fabrikatör Hulusi Amcaların Amerika’da tahsil görmüş sosyete oğlu Eröl...Nayııırrr..Nolamaz...Bu izdivaç asla gerçekleşemez.
-Hay seni Türk filmi manyağı seni. Sabah sabah hiç de havamda olmadığım halde güldürdün beni. Macide zillisi gitti mi? Kahvaltıda onun olması lazımdı.
-Gitti. Oğlunun bu gün sebze sınavı varmış. Kabzımal olacak çocuk galiba?
-Haa haaa haaaa..Allah seni davul etsin e mi? S.B.S yi sebze sınavı yaptın ya. Daha ne diyim sana. Seviye Belirleme Sınavı yani.
-Amaaannn..İşte ne boksa..Ay pardon bey baba...Haydi gel aşağıya, seni kendi ellerimle besleyeyim. Kuşlar gibi besleyeyim seni de kuşun ötsün belki biraz...İlerde lazım olur bakarsın. Haaa haaa haaaa.
Engin, ’’Allahın çatlağı ’’ Diyerek girdi Hatice’nin koluna...Hani o da olmasa bu huzur evi tam bir cehennemdi. ’’ İyi ki varsın Hatice ’’ Diye geçirdi içinden.
O gün erkenciler sökün etmişti hep anlaşılan. Müdür Adem Bey de gelmişti kahvaltıya.
-Günaydın Hakim bey...Nasılsınız? Sıhhat ve afiyettesinizdir inşallah.
Engin cevap vermeden Hatice atıldı.
-Maşallah turp gibi müdürüm. Yakında evlenecek kadar sıhhatli maşallah.
Adem Bey Hayretle sordu:
-Öyle miiii? Evleniyor musunuz yoksa Engin Bey? Bu şanslı gelin kim?
Engin tam ’’ Sen bu zevzeğe bakma ’’ Diyecekti ki Hatice yapıştırdı cevabı.
-Kim olacak Müdürüm. Anamı alıyoruz Engin babaya...Kendileri cici babam olacak yani.
Engin de havaya girdi.
-Yok Müdür Bey..Ben anasını değil, bunu alacağım. Yoksa evde kalacak bu. Evlenip bunu buralardan alayım ki bari siz kurtulun dilinden.
Hatice durur mu?
-Ben hakimle, bir de doktorla mümkünü yok evlenmem. Evlenirsem ancak bir öğretmenle evlenirim.
Yemekhanede herkes can kulağıyla Haticeyi dinliyordu. O nasıl şeydi öyle? Hakim, doktor istemiyor da öğretmen istiyordu. Salak mıydı bu kız? İstese ne hakimler, ne mühendisler ayağına paspas olurdu. Bu güzellikle hâla bir koca bulamamış olması ayrı bir merak konusuydu ama şimdi herkesin merak ettiği şey ’’Neden öğretmen?’’ Sorusuydu.
Engin sordu:
-Niçin hakimle, doktorla değil de öğretmenle evleniyormuşsun bakayım? Anlat da biz de anlayalım.
Hatice Başladı anlatmaya...Zaten böyle açık-saçık şeyleri bir tek o anlatabilirdi fütursuzca.
-Ben yaşlarda bir kız, üç evlilik yapmış olan komşusuna sormuş? ’’Abla sen önce bir doktorla evlendin ama bir yıl olmadan boşandın..Sonra hakimle evlendin onla da bir yıldan fazla sürmedi evliliğin. Üçüncü evliliğini bir öğretmenle yaptın. Bu evliliğin ise senelerdir sürüyor ve mutlu görünüyorsun. Öğretmende ne buldun ki bu kadar mutlusun?’’
Komşu kadın cevap vermiş:
-İlk kocam olan doktor ile ne zaman yatağa girsek adam saatlerce ortamı steril hale getirmeye çalışırdı. Neymiş efendim mikrop kaparmış..Sterilizasyon, dezenfekte, o yetmiyormuş gibi tansiyon, şeker, kan sayımı, tahliller derken sabah olurdu.O işe, ben boş yatağa...Dayanamadım. Boşandım. Gittim bir hakimle evlendim. O da ne zaman yatağa girsek ’’Duruşma filanca tarihe ertelendi.’’ Dedi durdu. Sonunda öğretmenle evlendim...Gözünü seveyim... Hiç ötekilere benziyor mu? Her akşam soruyor: ’’Hanım nasıl, anladın mı? Eğer anlamadıysan biraz daha üzerinde durayım. İstersen bir kez daha tekrar edeyim.’’
Her kes emekli öğretmen Selami Bey’e manalı manalı bakıp karınlarını tutarak gülerken bir tek o gülmedi. Yaklaşık her akşam ’’ Başım ağrıyor, çok yorgunum ’’ Diyen karısı Münevver gelmişti aklına.
Hatice’nin nöbette olduğu günler hep böyleydi Huzur evi. O, bitmeyen enerjisi, bıcır bıcır susmayan diliyle huzur evinin sevgilisiydi . Kim bilir onun da ne sıkıntıları, dertleri olduğu halde bir Allah’ın günü yüzü asık gören olmamıştı onu. Adem Bey’in tüm ısrarlarına, ’’ İçme şu zıkkımı ’’ Demesine rağmen içtiği tek tük sigara dışında hiç bir kötü alışkanlığına şahit olan da yoktu.
Kahvaltı neşe ile devam ederken Adem Bey açıklamayı yaptı:
-Değerli arkadaşlar. Bu gün öğleden sonra bir orta okulun öğrencileri gelecek bizi ziyarete.
Ziyarete birilerinin gelecek olması, hele de bunların çocuklar olması huzur evlerinde her zaman başka bir sevince, coşkuya sebep olurdu.
Jön Ekrem sevinçle ellerini ovaladı.
-Pasta yiyeceğiz desenize?
Sıdıka Hanım dayanamadı.
-Zıkkımın kökünü ye e mi Ekrem...Geberip gidecek şekerden daha hâla pasta diyor.
Hatice de söze girdi.
-Ekrem Amca..Sana yaş pasta geliyor..Yani pasta yemen biraz yaş gibi geliyor demek istedim...Ben sana da bir dilim versem bile bu Sıdıka abla yedirmez valla...Sana göz koydu bir kere. Nalları semaya dikmene izin vermeyecek bu.
Ekrem pasta yiyemeyecek olmasına değil ama Hatice’nin kendisine ’’Amca ’’ Derken Sıdıka’ya ’’ Abla ’’ demesine bozuldu.
-Bak hele şu çatlağa...Sıdıkaya ’’ Abla’’, bize gelince ’’ Amca ’’
Adem Bey, ’’Afiyet olsun beyler-bayanlar...Kahvaltı bittikten sonra herkes odalarını şöyle bir gözden geçirsin..Dağınıklık filan olmasın. Misafirlere mahçup olmayalım.’’ Diyerek kalktı ve odasına gitti.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
- Geldi mi öğrenciler peki?
-Evet geldiler. Bir görmeliydin. O kadar tatlı, o kadar şekerdiler ki.
-Ne yaptılar peki? Ellerinizi öpmüşlerdir mutlaka.
-Oooo sadece el öpmek mi? Şarkılar, türküler söylediler, bize şiirler okudular.
-Ne güzel...Bu gün mutlu olmuşsundur.
-Aaaa bak unuttum...Kız çocuklarından iki tanesinin adı neydi biliyor musun?
-Nesrin ve Perihan?
-Hıııı..Nerden bildin?
-Sorundan anladım.
-Üzdüm seni yaa..Kusura bakma.
-Yok üzülmedim. Aksine sevindim hiç olmazsa başka Nesrinlerin , Perihanların hayatta ve tehlikeden uzak sizlerle oluşuna.
-Bana artık Nesrinle Perihanın hikayesini anlatmanın zamanı gelmedi mi?
-Hayatımın en önemli sırrını anlattıktan sonra Nesrinle Perihanı mı anlatamayacağım?...Anlatayım...
Başladı anlatmaya Müyesser...
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Burdaki Haticeyle isimdaş olmamız ve benimde bir huzur evinde deneyimim olması yönünden ortaklıklarımız olunca ister istemez daha bir dikkatle okudum.Huzurevindeki huzursuz insanların soluklanma dakikalarına sizin mizahi anlatımınızla şahit olurken sanki onların yanında onlardan habersiz ama eğlendikleri bu dakikalarda onlarla olduğumu hissettim.Sanırım bir sonraki bölüme geçmek için sayfayı çevirmeliyim.
"Ekrem pasta yiyemeyecek olmasına değil ama Hatice’nin kendisine ’’Amca ’’ Derken Sıdıka’ya ’’ Abla ’’ demesine bozuldu."
Bir öyküye anlam kazandıran, içinde gizlenen küçük ayrıntılardır. Siz bu ayrıntıları çok güzel serpiştiriyorsunuz Hocam. Beğendim.
Tebrikler, selam ve saygımla...
Sevgili Hocam ;
Kaleminize sağlık ,bu bölüme tam puan verdim.Sade ve yalın ,abartıya kaçmadan ,yaşanabilecek ne varsa ,kendi bilgi ve duygularınızı da katarak muhteşem olmuş.
Bu arada bir ilahiyat prf. kadar da dini bilgiye sahipsiniz.Artı artı artı puan.Tabiki de mizah unutulmamış oda süper.
Velhasıl bu bölümde kendi alanıma girildiği için mi bilmem çok beğendim.
Müdaviminiz olacağım
Allah'a emanet olun. saygılarımla
Şu an ne doğru düzgün okuyabilecek ne de anlayabilecek haldeyim.Lakin 'isyan 6 ' başlığı bütün enerjime de mal olsa okudum.Hele şükür ki kafam allak bullak olmadı.
Bu bölüm buram buram hayat kokuyordu hocam.Payıma düşeni fazlasıyla alarak ayrılıyorum sayfadan.
Tebrikler için erken...İsyan'a devam!..