- 518 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
Easton Adında Bir Kasaba
Easton değişiyor Eunice. Bu değişime ayak uyduramadığımı düşünüyorum. Kasaba belki aynı kasaba ama yüzler farklı. Halbuki benim yaşımdaki birinin buna hazırlıklı olması gerekir: Ed Warren bakkalı oğlu Harry’e devretti; benzin istasyonunu Gus’ın yeğenleri işletiyor, vesaire...
Ama değişim bundan ibaret değil Eunice. Farklı insanlar yerleşiyor Easton’a: Burayla bağı olmayan, akrabaları kimbilir nerede yaşayan insanlar. Tam olarak da yerleşmiyorlar aslında; ev alıp gidiyorlar. Sonra ya 4 Temmuz’da ya da Pazartesileri de tatil olan haftasonlarında uğruyorlar. Komşuların yeni gelenlere satılmış evleri, bizimkine karanlık gözlerle bakıyorlar Eunice.
Bir de günübirlik gelenler var. Ya Edwards’ların çiftliğine uğrayıp organik sebze, meyva topluyorlar, ya da Silverman’lara uğrayıp Noel için ağaç kesiyorlar. Sözün kısası ‘kırsal’la haşır neşir oluyorlar dört saat yirmi iki dakikalığına. New York’a ya da Boston’a döndüklerinde çevrelerindekine ballandıra ballandıra Easton’ı anlatıyor olmalılar ki her seferinde daha büyük kalabalıklar geliyor. Bazen “Onlar buradaysa, şehirlerde kimse kalmamış olmalı” diye düşünüyorum. Haftasonları kafamı dinlemek üzere Boston’a gitmeyi hayal ediyorum. Ediyorum da, gözüm kesmiyor. Ya şehir boşalmamışsa? Haybeye iki buçuk saatlik yola git; sonra da gerisin geriye dön. Benim yaşımda böyle maceralara kolay kolay cesaret edemiyorsun.
Geçenlerde Aspentuck gölüne, yürüyüşe gittim. Evliliğimizin ilk yıllarında gelirdik seninle. Aklımda Peter’a hamile olduğunu bana orada söylediğin kalmış. Belki de evde söylemiştin. Haberin sevinciyle aklım başımdan gitmiş olmalı ki, nerede olduğumu bile hatırlamıyorum. Peter yürümeye başladığında da Aspentuck gölüne geliyorduk. İlk defa beyzbol sopasını da orada eline almıştı. Kopamadı beyzboldan. Neredeyse bu yüzden liseyi bitiremeyecekti kereta. Şimdi ise gölün civarındaki arazileri golf sahası yapmışlar. Emekli maaşımdan geleni bir hafta biriktirebilirsem, orada haftaiçi yarım günlüğüne oynamama izin veriyorlar. Tabi kulüp üyesi olmadığımdan kafeteryasında yemek yememe izin yok. Olsa ne olacak ki? Ton balıklı sandviçe on altı dolar mı sayacağım?
Yıldönümünde seni ziyarete geldim. Mezarlık bir kalabalıktı, sorma. “Acaba?” dedim, “Benden başka birileri de mi seni hatırladı?” Saflık işte. Bizim kuşağımız ya çoktan mezarlıkta, sana komşuluk ediyor, ya da Saint Joseph bakımevinde gün dolduruyor. Zaten gelenler de Easton’dan değildi: Bir sürü işsiz güçsüz genç, bir o kadar gazeteci... Herkesin elinde fotoğraf makinesi, hayalet kovalıyorlar. Neymiş, aklı evvelin biri çalılarda bir çift kırmızı göz görmüş. Sana çiçeklerini vermek için epey bekledim. Neden sonra yağmur başladı; hayalet avcıları da bunun üzerine ana caddede yeni açılan kahveciye gittiler. Sorsalar söylerdim hayaletlerin çalılardan değil, anılardan baş uzattığını. Ama kimse sormadı. Artık yanlış anlarım diye saati bile sormuyorlar bana. Gücenmiyorum değil hani.
Göle gitmeden önceki sabahların birinde oğlumuz Peter aradı. İnsan onun sesini duyunca “Hayırdır” demeden edemiyor. Haftasonu değil, Şükran Günü değil, Noel değil ama aradı işte. Ben daha “Siz Los Angeles’a uçmuyor muydunuz?” diye soramadan lafa girdi senin oğlun:
“Sanırım kokpiti ele geçirdiler. Hosteslerden biri bıçaklandı; önde oturan bir yolcuyu da öldürmüş olabilirler. Uçak garip manevralar yapıyor. United Airlines’ı arayıp, onlara durumu anlatabilir misin? 175 nolu Boston-Los Angeles uçağındayız.”
İlkin duyduklarıma bir anlam veremedim. Demek hala uçaktaydılar: Peter, eşi ve iki yaşındaki torunum Sammy. Kendimi toparlayınca Easton polisini arayıp durumu anlattım. Beklemiyordum ama beni ciddiye aldılar. Bir gelişme olursa beni arayacaklarını söyleyip kapattılar.
Farkında olmadan bahçeye çıkmışım. Ayaklarım beni ıhlamur ağacının altına götürmüş. Mevsimi de geldi; öyle güzel kokuyorlardı ki. Ağaca yaslandım. Tepemden komşuya doğru uzanan kalın dala salıncak kurmaya çalıştığım günler aklıma geldi. O büyüdükten sonra salıncağı ne yaptığımızı hatırlamaya çalıştım; bulamadım.
On dakika bile geçmeden evin telefonu tekrar çaldı. Ben polisten haber bekliyordum ama arayan Peter’dı.
“İşler burada kötüye gidiyor baba. Bir hostes bıçaklandı. Görünen o ki korsanların ellerinde bıçakları ve göz yaşartıcı spreyleri var. Söylediklerine bakılırsa bombaları da varmış. Uçağın içindeki durum giderek kötüleşiyor. Yolcuların bir çoğu iyi değil; herkes sağa sola kusuyor. Uçak ani ve sert manevralar yapıyor. Artık uçağı pilotun uçurduğundan emin değilim. Sanırım giderek alçalıyoruz. Chicago ya da bir başka yere gitmeye ve orada bir binaya çarpmaya çalışacaklarını duydum. Dert etme baba; eğer böyle bir şey olursa bir anda olur, olan biteni anlamayız. Aman Tanrım! Aman Tanrım!”
Bu noktada telefon tekrar kesildi. Kesilmeden önce bir kadının çığlık attığını duydum ama Peter’ın karısı mıydı, bilemedim. Belki haberlere çıkmışlardır diye televizyonu açtım. İkiz kulelerden birinde yangın haberi vardı. Ekranın altında haber olarak geçmelerini diye beklerken bir uçak gelip diğer kuleye çarptı. Öyle tepesinden filan değil, tam göbeğinden kuleye girdi. O anda anladım onun Peter’ın uçağı olduğunu.
...
Ara ara gözüm bahçedeki ıhlamur ağacına takılıyor. Diyorum ki: “Eski günlerdeki gibi denesem, bir halat atabilirim o dalın üstüne.” Bir bunu yapmaya gücüm kaldı.
İtalik yazılar gerçek telefon kayıtlarından alınmıştır. Serbest çevirileri bana aittir. - İlhan Kemal
YORUMLAR
Ne güzel içsel bir söyleşi yapıyordu ve bana gittiğim yerleri hatırlatıyordu kahraman, ve aniden hüzün kovanına düştüm, yine bir şeyleri çağrıştırdı o adımlar. İnsana dair bütün özellikler, acılar, sevinçler, hüzünler, özlem ve kaybedilenlere dair hissedişler evrenseldir.
Bir şey dikkatimi çekti tabi kahramanla ilgili, sanki olağan şeylermiş gibi hafif bir sakinliği var.
Saygıdeğer dostum,
Her öykünü olduğu gibi bu öykünü de büyük bir keyf alarak okudum. Yazıya kendimi kaptırmış olmalıyım ki kendimi oradaki yaşlı adamın yerine koydum. Onu bir hatıra defteri doldururken ya da eşinin mezarı başında geçmişi ve yılların yorgun hatıralarını paylaştığı bir noktada olmalı dedim. şehirden gelen insanların sadece dört saat yirmi iki dakikalık eğlenceleri için bir kasabanın hatıralarını silmeleri ve diğer yandan kuleye çarpan bir uçakta yapılan telefon görüşmesi düşünerek okumama sebep oldu...
Sözü fazla uzatmadan okuttuğun bu güzel öykü için sonsuz teşekkürler dostum...
En derin saygı ve selamlarımla...
Şaşırtıcıydı. Aslında bir anda 11 eylül 2001 canlandı karşımda. Ve o günden sonra olanlar. Başlatılan cadı avları. Ölen ve ülkeleri için sonlara mahkum edilen insanlar. Her tarafınkiler.
Jfk filminden pek çok alıntı geliyor aklıma. Fakat filmin tümünü izlemeli galiba. İlk yazınız bu okuduğum. Merak uyandırıcıydı geçmiştekilere dair. Tebrikle.