- 727 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
ANNA...1(Gerçek Hikayeler)
ANNA...1
Kuzeydoğu ufuklarında, ovanın nihayetlendiği noktada, doruklarından yaz kış hiç eksik olmayan beyaz örtüsü ile heybetli, bir o kadar da sevimli görünümüyle izlersiniz Kafkas Dağlarını Poti’de.
Tarihimizde çokça yer aldığından mıdır, yoksa nice şanlı kahramanlarımızın isimleri ile beraber anıldığından mıdır bilinmez, bu dağların gönlümüzde ayrı bir yeri vardır.
Bir çoğumuz çıplak gözle görmemişizdir onları ama, sanki kırk yıldır tanıyor, üzerinde yaşıyor, suyunu içiyor, havasını soluyor, yamaçlarında geziniyormuş gibi hissederiz.
O kadar yakın, o kadar bizdendir bu dağlar.
Kafkas Dağları dendi mi, Şeyh şamil’in kılıcının, atalarımızın atlarının nal sesleri gelir sanki kulağımıza.
Poti ovasında, bizim bildiğimiz, alışageldiğimiz yumuşak Karadeniz ikliminin tam aksine, kışlar alabildiğine soğuk geçer.
Ovayı kuzey-kuzeydoğu ve doğu yönünden kuşatan yüksek dağların doruklarında dinlenen soğuk hava, rüzgarı arkasına alıp akın etti mi, inanın kaçacak, sığınacak delik arar tüm canlılar.
Öyle sert, öyle yakıcı bir soğuktur ki bu, alışık olmayanlar için gerçekten katlanılması zor sonuçlar doğurur.
S.S.C.B. zamanından kalma, küçük, gösterişsiz, kibrit kutularına benzeyen sevimsiz apartmanlarda yaşamaya alışmış yöre insanı, bu amansız soğuklarla baş edebilmek için, en etkili çözümü evlerinden dışarıya çıkmamakta bulmuşlardır.
Hele de, soğukların yanında, insanların içini sızlatan bu amansız rüzgarlar estiğinde, sokaklarda dolaşmak pek akıl karı değildi.
İnsanların, evlerinde nasıl ısındıklarını da hep merak etmişimdir sözün doğrusu.
Zira öyle bir sefalet vardı ki memlekette, bir çoğunun ısınacak odun kömürü almak bir yana, karınlarını doyuracak paraları yoktu.
Fakirlik, insanların boynunu fena bükmüştü bu coğrafyada ve bu zaman diliminde.
İşte, böyle bir günde, soğukların solukları dondurduğu bir sabah tanıdım Anna’yı.
Çalışma ofisimizin önünde, ellerini göğsüne kavuşturmuş, donmamak için tepinirken rastladım ona.
O kadar acınacak bir haldeydi ki, kim olduğunu, burada ne aradığını, niçin sabahın köründe ofisin önünde dikildiğini sormak aklımızın ucundan geçmedi; hemen kolundan tutup, içeriye soktuk zavallıyı.
Giyindiği eski palto ve başındaki yer yer yırtık bere, özelliklerini gizliyor, erkek mi bayan mı, yaşlı mı genç mi olduğu konusunda fikir sahibi olmamızı engelliyordu.
Sadece fabrika bacasını andıran buhar çıkışlarını hatırlıyorum eski paltonun yakası ardına gizlediği dudaklarından.
Elektrik sobasının fişini taktık hemen ve onu da yanı başına oturttuk.
Biraz ısındıktan sonra kendine geldi ve beresini çıkardı. Genç bir bayan olduğunu o zaman anlayabildik.
25 yaşlarında, oldukça güzel, açık gri renkte gözlere sahip, daima gülümseyerek konuşan, Türkçeyi de oldukça düzgün kullanabilen biriydi.
O, gerçekten çok sevimli bir insandı.
Sonradan öğrendik, bir o kadar da dost canlısı, temiz kalpli, insan mı insan bir genç kızdı Anna...
Şantiye şefimiz, 55 yaşlarında, çalışmaktan, bir şeyler üretmekten, insanlara faydalı, yardımcı olabilmekten ziyade, Sarp sınır kapısının doğusunda yaşayan tüm dişi mahlukatı potansiyel fahişe kabul eden yaradılışta biriydi.
Zaten yurt dışına, bizler gibi, çoluk çocuğunun nafakasını kazanmak için değil de, peşindeki haciz takiplerinden kurtulmak için çıkmıştı.
Onun için ilk sırada her zaman içki ve kadın gelirdi. İş ikinci sırada aksesuar gibiydi.
Ya da bizleri, üç beş kuruş ekmek parası için vatanını terk ederek, yabancı bir coğrafyada, yabancı bir kültürde yaşamak zorunda kalan insanları kullanarak işleri yürütmek, kendisi de sefa sürmek peşindeydi.
Anna’nın güzelliği karşısında, şefin gözlerinin parlaması, salyalarının akması pek gecikmedi. Ona, özel ilgi, sevgi ve yakınlık gösterdi; çokça düşünmeden, sorup soruşturmadan, sekreter kadrosunda işe aldı.
Sanıyorum a anda, herkes kendi açısından memnun olmuştu.
Anna,bu yoklukta iş bulduğu için; şef, güzel sekreteri ile ileride muhtemelen yaşayacağı aşk, ya da şehvet dakikalarının hayali ile; bizler ise, en azından Türkçe konuşabilen bir arkadaş kazandığımız için sevinçliydik.
Anna, o soğuk kış gününden itibaren bizimle çalışmaya başladı. Ne yalan söyleyeyim, onunla birlikte ofisimize renk gelmişti.
Sadece sekreterlik yapmıyor, bütün ofis işlerimizde bizlere yardımcı oluyordu.
Günümüz genellikle inşaat sahasında geçiyordu ve arada dinlenmek için uğradığımızda, sıcacık çayımızı hazır buluyor, Anna’nın tebessümleri eşliğinde elinden alıyor, hoş sohbeti eşliğinde afiyetle içiyorduk.
Çok kısa bir zaman zarfında, temiz, sevgi dolu yüreği ile, içimizden biri oluvermişti.
Onu gerçekten çok seviyorduk. Sevmesine seviyorduk ama, şefin rahatsız edici tavırlarına, tacizlerine daha ne kadar tahammül edebilecek diye de düşünmüyor değildik hani.
Sözün doğrusu, bu konuda elimizden bir şey de gelmiyordu.
2001 krizi ile Türkiye’de ekonomi çökmüş, işsizlik almış başını girmiş, ekmek aslanın midesine inmişti.
Hepimizin bakmakla yükümlü olduğumuz birer ailemiz vardı ve burası tek ekmek kapımızdı.
O zamanlar edebiyata sevgim olmasına rağmen, yazı yazmak gibi bir aktivitem, hatta ilerde belki yazarım diye bir düşüncem dahi yoktu ama; insanların hayatını kurcalama, hikayelerini öğrenme, dertlerine, mutluluklarına ortak olmaya çalışma gibi, sonradan yazı yazmaya başladığımda çokça faydasını göreceğim alışkanlıklarım vardı.
Anna’nın, bu güzel Gürcü kızının da hikayesini gerçekten çok merak etmiştim.
Müsait bir zaman ve ortam yakaladığımda, alıp karşıma oturttum ve hikayesini anlattırdım.
Arada o seyretmeye doyum olmayan tebessümü ile eşlik ederek, arada açık gri gözlerinden süzülen göz yaşlarını küçük bir çocuk misali sol kolunun tersi ile silerek, arada cümlesinin anlam düşüklüğü yaşadığını fark edip, doğru kelimeyi arama telaşları ile, çaresizliği ifade eden baş ve el hareketleri yardımıyla , hazin hayat hikayesini anlattı Anna...
B.T.H. 24.07.2013 Azerbaycan
YORUMLAR
İyiki yokmuş edebiyata meğiliniz. Bir de olsaymış neler olurmuş kim bilir.
Seviyorum sizin kaleminizi ben. Çok uzak yapaylıktan. Nasıl bir gündü keşfim kaleminizi bilmiyorum. Benim keşfim çok ta önemli değil hani işin doğrusu. Sizin içinizde keşfettikleriniz, sonra akıp giden yaşamın dahilindekilerden keşfettikleriniz daha mühim. Merakla bekliyorum hikayeyi. Zira gözlemlemek benim de en önemli besin kaynağım. Bu arada şu çörekçi teyzeye ne oldu? Sormasak söyleyeceğiniz yok galiba. Kutladım. Aman yanlış anlamayasınız araya dereye serpiştirdiğim latifemsileri...