- 613 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞBAKAN VE MİNARELER
Başbakan’ın geçen gün ağzından kaçırdığı bir cümle ile hatırladığım, geçmişe ait bazı olayları aktaracağım.
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’un ve özellikle dünyanın mavi incisi Sultanahmet Camii’nin silüetini mahveden o çirkin gökdelenler hakkında konuştu. İşte o konuşmadan bir cümle:
“Zeytinburnu’nda tartışma konusu olan o binaların sahibiyle konuştum. Traşlayın dedim, özellikle rica ettim. Çok da yakından tanıdığım biri. Yapacaklarını beklerken, hiçbir şey yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum!”
Yakışıyor mu bu sözler? “Çok yakından tanıdığı” kişilere karşı bu ayırım yakışıyor mu Başbakan’a, ya da belediyelere?
Tavsiye ediyorum, İstanbul’da mağdur edilmiş halkı dinleyin. İlçelere gidin, ahları vahları işitin. Mesela Esenyurt’a gidin, hesapsız bir şekilde yükseltilip, sonra yeni farkına varıyormuş gibi Başbakan’ın yıkılmasını emrettiği binalardan, belediyelere güvenip mülk satın alıp parasını da ödemiş vatandaşları dinleyin. Ne paraları geri veriliyor, ne çözüm yolu gösteriliyor, ne de yerine mülk veriliyor. Bilinçsiz bir belediyecilik, beceriksiz bir planlama, ranta dönük uygulamalar ve arkasından emirle yok edilen umutlar. Benzer olaylar bir çok belediye sınırları içinde yaşanıyor. Ama iş “çok yakından tanıdık” birilerine gelince beş yıldır sadece küsmekle yetiniliyor.
Birden Başbakan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlere doğru daldım gittim. Bir olay var ki…
O İl başkanı, biz de maliyeden sorumlu yardımcısıydık. Milli Gazete konusunda çok hassastık. Abone bulmak, okutmak ve gazetemize para tedarik etmek için canla başla çalışırdık. Milli Gazete bizim hareketimizin “beytülmal”ine ait bir müessese idi. Kılı kırk yarar, gazetemizi her türlü hesabın üstünde tutardık. Gazeteyi körü körüne eleştiren kaç kişinin, il başkanımızın sert ve kırıcı cevapları yüzünden partimizden uzaklaşmış olduğuna şahit olmuştuk. Bazılarını yer, zaman, isim ve olay olarak hatırlıyorum.
Ama Büyükşehir Belediye Başkanı olmasının üzerinden 2 yıl geçtikten sonra ona bir şeyler olmuştu sanki. Bunlardan bir tanesini okuyucularımla paylaşmak istiyorum:
Ayrılığa doğru giden sathı mail idi.
Sanırım birileri onun kulağına şöyle bir öğüt fısıldamışlardı.
“Yakında ayrı bir parti kuracaksın. Altyapı oluşturuyorsun. Sana bu ayrılığı halka izah edebilmen için güçlü bahaneler gerekebilir. Bu da Erbakan’ın senin aleyhinde söyleyeceği sözler olabilir. Erbakan’ın gözü gibi kolladığı Milli Gazete’nin mülkü için kamulaştırma kararı almalısın. O da senin hakkında bazı cümleler sarf eder, o bahane sana yarar.”
Böyle öğüt veren oldu mu bilinmez, ama uygulamaları bunu çağrıştırıyor. Topkapı ve havalisi yeşil alan olarak kamulaştırılacaktır. Yani Milli Gazete tesislerinin de bulunduğu büyükçe bir alan. Sıra bunu hayata geçirmeye gelmiştir. Gelmiştir ama bir sorun vardır. Bir “çok yakından tanıdığı” birilerine ait olan bina, hemen Milli Gazete’nin bitişiğindedir. Biri “mağdur” diğeri ise “mesrur” edilmelidir. Zor bir sorundur bu.
Cetvel, pergel, gönye, iletki ve milimetrik ölçü aleti lazımdır ki, bu sorun çözülebilsin. Nitekim tereyağından kıl çeker gibi o aletler kullanılarak sonuca ulaşılmıştır. Bu gün o mıntıkayı gezenler nasıl milimetrik bir hesap yapılmış olduğunu, böylece “çok yakından tanıdığı” birinin nasıl mesrur edildiğini görürler.
Kamulaştırma süreci de bir garabettir. Araya giren ricacılar, özellikle soy ismi “Erbakan” ise saatlerce bekletilerek ve alt kademeden bürokratlara muhatap edilerek “burun sürtme” ameliyeleri yapılarak sinirlenip bir şeyler söylemeleri isteniyor gibidir. Ama Erbakan ve aradakiler, yapılan adaletsizliğe, düşük bedel takdirine, alternatif çözümlerin reddedilmesine, bedellerin ödenmesinde dünya kadar engeller çıkarılmasına rağmen, “kol kırılır yen içinde kalır” prensipi ile susmuşlar, aradakileri de susturmuşlardır. Hukuki haklarını bile tam olarak kullanmamışlardır ki, bu konu dallanıp budaklanmasın, Belediye Başkanımızın yıpratılmasına bahane sayılmasın diye. Parti içinde ayrılığa bahane olacak tek bir cümle dahi sarf edilmemiş ve ettirilmemiş olması, Rahmetli Erbakan Hocam’ın ferasetli bir lider olması ile ancak izah edilebilir.
Ayrılığa karar vermişse bir kişi bahane mi bulunmaz? Nitekim Erbakan Hocam’ın Başbakanlığı sırasında 28 Şubat sürecindeki yumuşak ve itidalli tutumu bahane olarak kullanılmaya kalkışılmıştır. Masayı neden yumruklamadığı gibi ucuz değerlendirmelerle…
Milli Gazete’nin uğratıldığı bu büyük zarar sinelere çekilmiştir ama, “beytülmal”e ait olan bu müessese için, emeği ve katkısı bulunan dava erlerinin ve hayatı boyunca gözü gibi onu koruyan liderin hakları nasıl ödenecektir, bunu Allah bilir?
Bu mağduriyetin belki kısmen giderilmesi için sonradan; Milli Görüş çizgisinden asla ayrılmayacağına ve haksızlıkların düzeltileceğine dair söz verip tahta çıkan bazılarının da, öncekiler gibi “tahta çıkan” kişilerden olduğu görüldü. Onlar da aynı yolu takip ederek kambur üstüne kambur yüklediler. Burada bir günahımı itiraf etmek isterim. Bu güzel sözlere ben de kanarak tahta çıkan bazılarına destek olmuştum. Gördük ki, “fırtına” gibi olacağım diyerek geldi, ama esen sam yellerinden rengi kızardı, bozardı, sonra çürüyerek “turkuaz” renge boyanarak tahttan indi. Üstelik çürümüşlüğünü kendi eşinin başına da bulaştırarak… Biz de yanıldık, yanıltıldık. Eee! Şaşmaz yanılmaz bir Allah vardır.
Bütün bu badirelerden geçen, her daim doğruları yazan, yanlış çevrelere yaranma politikası gütmeyen Milli Gazete, dokuz köyden kovulmaya çalışılsa da, okuyucusunun vefası ve Allah’ın yardımı ile dimdik ayakta, Milli Görüş çizgisinde mücadelesini devam ettirmektedir.
“Çok yakından tanıdık”lara, ya da diyet isteyenlere yapılan kayırma ve ayrıcalıklarla mücadele etmeye devam edecektir.
Kınayıcıların kınamalarına aldırış etmeden…
YÖNETİM ÖLÇÜSÜ
Yok ise yönetim ölçünde Hakk;
Batıl seni yamultur muhakkak!
Ekrem Şama
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.