ŞERMİN'E ÖDETİLEN BEDEL!
“Bir erkeği eğitirseniz bir adamı eğitirsiniz.Bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitirsiniz.„— Brigham Young
Tüm geleceği karartılmış kadınlara, çocukları ölmüşlere, çocuklarını arayan, arayıp da hala bulmayan tüm kadınlara KADINLAR GÜNÜ’ne ithafen...
ŞERMİN’E ÖDETİLEN BEDEL
Şermin daha on sekiz yaşlarında iken İstanbul’a kaçmıştı…
Ay parçası güzelliğiyle herkesin gıpta ile baktığı genç bir kızdı. Uzun boylu, esmer tenli, iki yanağında iki gamzeli Şermin, olgun ve alçak gönüllüğüyle köyde her gencin yüreğinde taht kurmuştu; fakat taht denen şey ancak bir kişiliktir!
Şermin de gönlünü köyde Ozan’a kaptırmış Ozan’ın gönlünde taht kurmuştu. Ozan, Şermin’le yaşıt, ortak özeliklere sahipti. Onlar önce gizli kaçamaklarla aşk filizlerini dikmiş sonraları iki fidan olmuşlardı. İki fidan aynı ormanında kendilerine ait bir köşk kurma hayallerini kurmuşlardı; evlilik hayalleri kurup durdular fakat köy denen orman, sık ağaçlarla kaplı, koyu karanlık düşünceler ekseninde dönen insanlarla doluydu çünkü burada hayat, bilim ve teknolojiden uzak bir yaşam olmakla birlikte hala çağdışı törenin hüküm sürdüğü bir coğrafyaydı.
Aylar yılları, yılar bu gençlerin bir araya gelebilmesi için ‘zaman makarası’ durmadan akıp geçiyordu; zaman ve mekan onlardan yana idi. Bir çift sözle başlayan aşk, önce tutkuya sonra kara sevdaya Dönüşmüştü. İkisinin “ölümüne kadar” sarf ettiği yeminle iki kumrular gibi şen ve mutluydular! Bu yemin köyde çalkalanıp durdu.
Âşıkların babaları ise birbirine zıt hata nerdeyse düşmanlık derecesinde gizli, kinli sürtüşmesi vardı; iki huysuz adamdılar. Köylüler bu iki adamın huysuzlukları nedeniyle Gençlerin harap olacaklarını biliyorlardı. Ve bir bedel ödetilecekti… Ama ağır, yaralı ama hafif geçici… Bir bedel! Ödenecekti.
İki genç babalarının bu tutumlarını bildiği halde neden kendilerini bile bile ateşe atmışlardı?
Aşk denen olgu, yaşa, başa bakmaksızın gelir; kural, engel tanımayan hata ölümle alay eder gibi gelir! Geldiğinde ‘git’ diyemediğimiz bir olgudur tıpkı ölüm geldiğinde ‘ölüme’ git diyemediğimiz gibidir.
İki aşık, okuma yazma bilmiyorlardı; fakat aşk, okur yazarlığa bakmaz kendi içinde karmaşık bir kültür mekanizması, devinimleri vardır. Pek ala iki dilsiz, bakışlarıyla da anlaşabilirler; aşkın dili yoktur dilden çok hisse, duyguya hitap etmektedir.
Ozan ve Şermin, köylerinde okul olmadığı için okuyamamışlardı! Gerçi okul olsaydı, erkek egemen bir toplumda kızların okula gönderilmesi abesti ve Şermin okula gidemeyecekti. Bu olumsuzluk iki aşığı eşit kılmıştı!
Kavaklı köyün bulunduğu coğrafyada evliliğin birkaç çeşidi vardı; Görücü usulü, kan temizleme evliliği, barış evliliği, berdel ve beşik kertmesi gibi türler vardı. Bu evliliklerin genellikle çıkar ve korkuya dairdi. aşk, mantık evliliklerin de artık bir sürü problem arz etmektedir ***
Resmiyetin, uzak kaldığı yerlerde dağ kanunları geçerdi; güçlü, güçsüzlerin tepesinde asla inmezdi, güçlü sınıf onları istediği gibi eğip bükebiliyorlardı.
İki sevenin sevdalılığı duyulmuş “ateş bacaya sarmadan” Ozan’ın anne- babası Şermin’in evlerine gitmeye karar verdiler. Kız istemeye giden aile ile gelin babası uzun süren bir tartışmanın sonunda evli evine, iki bekar kaderlerine razı bıraktılar. İki günahkar aile “kader” deyip kul yazmalı kaderi pervasızca ortaya koyup iki gencin tüm hayallerini yıkmışlardı.
Ozan’ın annesi oğluna “oğlum… Kader değilmiş! Sana başka kız mı yok! Bula bula bu görgüsüz ailenin kızını mı buldun? Elini sallasan ellisi…” deyip ay parçası olan Şermin’i utanmadan karalamıştı. Karşı tarafta da aynı karalamalarla kızı sevdasında vaz geçirmeye çalışmışlardı fakat Şermin “Anne… Olursa Ozan yoksa bundan böyle Şermin diye bir kızınız olmayacak!” demişti ve ağlayarak kaderine karşı gelme planları düşünmeye koyulmuştu bile. Şermin’in annesi akşam kocasına dert yanarak “bey, ateş bacayı sarmış! Everdik everdik yoksa kız ozan’a kaçıp namusumuzu beş paralık edecektir haberin ola!” diyerek kocasını dolduruşa getirmişti. Şermin’in babası sabaha kadar gözlerine uyku girmemişti “Namus… Namus kirlenecek! Namusuz olmak!” sabaha yakın kendi yaşıtı olan Çolak Ali’yi çare olarak gördü… Çolak Ali, altmış yaşlarında, bir yıl önce eşini bir hastalıktan kaybetmiş bir duldu, geçim sıkıntısı da yoktu; çocukları hepsi babalarında uzak yerde yaşıyorlardı. Kamber “Fena fikir değil hem durumu da iyi, güzel güzel geçinip giderler” deyip ertesi gün haberi Çolak Ali’ye iletmişti.
Çolak Ali, önce mızmızlandı fakat Şermin’in güzelliğine, diriliğine dayanmayıp yaşına, başına bakmadan kabul etmişti. Çolak Ali, düğün dernek hazırlıklarına başlamış düğün tarihi de kararlaştırılmıştı.
Şermin, diri diri ölmeye, babası yaşında olan Çolak Ali’nin koynuna girmeye razı gelmeyecekti. Kul etmeli kaderden kaçacaktı ve bir gece apansız ortadan yok oldu.
Şermin, bir geceden yüreğini köyde bırakarak umuda yol alıp İstanbul’a kaçmıştı!
Ertesi gün olay duyulduğunda Ozan, kendini harap etmişse de babası ona "sabırlı olmasını kadere razı olmasını" gerektiğini söylemişti. Şermin’in ailesi ise peşinde İstanbul’a gittiler fakat yer yarılmış Şermin, içine girmiş gibi onu bulamadan geriye dönmüşlerdi.
Ozan’ın yüreği kanlı, gözleri yaşlıydı dayanamadı; köyde Şerminsiz hayat ona haramdı, nefes alamaz haldeydi ve bir gün o da sevdiğinin ardında İstanbul’a kaçmıştı. Arkalarında iki aile bu kaçıştan sonra bir araya gelmiş, yaptıklarına pişman olmuş fakat iki genci kaybetmişlerdi. Arayışlar beş yıl sürdü iki aile maddi ve manevi olarak çökmüştü; en sonunda kaderlerine küsüp onlardan umutlarını kesmişlerdi.
30 YIL SONRA
Şermin, fuhuş batağındaki kirlenmiş zambaklar ülkesinde beyaz kod adıyla anılmaktaydı! Hayatı darmadağın olmuş, bir beyaz gemi gibi dipsiz derin denizlerde yalnız başına dalgalanmaktaydı. Ozan ise, bir amele pazarında yitirdikleriyle gündelik sıradan hayatını yaşamaktaydı. İki aşık birbirinden habersiz aynı göğün altında hata aynı kentin sokaklarında yaşarken bir gün kader onları Beyoğlu’n arka sokaklarında yollarını kesiştirdi.
Bir gece yağmur altında bir taksiden Şermin’i kapı dışarı edip sokağa atarlarken Ozan tesadüfen orada geçiyordu. Şermin, sarhoş ve ayakta duramayacak kadar yorgundu. Sendeleyerek yürümeye çalıştı fakat sırtında bunca ağırlığa, yitirdiklerine ve otuz yıllık hayat yorgunluğundan bir kaldırıma yığılıp kalmıştı.
Ozan, o gece inşaata gidiyordu; Şermin’i fark edip koşarak yanına gelip “Bacı! Neyin var? hasta mısın?” sorularını peşe peşe sıralarken Şermin, Ozan’ı hayal meyal gözlerinin önüne getirirken düşüp bayılmıştı. Ozan ne yapmalı ne etmeli diye etrafına korkulu gözlerle bakarken onlara yaklaşmakta olan bir sarhoşu gördü. Sarhoş, az sonra yanlarına gelip Ozan’a bilgiçle “ dede! bu fahişeyi boş ver, bunlardan bir sürü var! Bunları kaldırmaya kalkarsam ömrün yetmez” dedi. bu lafa çok bozulan Ozan, yumruklarını sıkıp adamı dövmemek için kendini zor tutarken, sarhoş dayak yiyeceğini anlayınca “İnsanlık yapmak da yaranmıyor bunlara! Ne halin varsa gör” deyip oradan tüydü.
İnsanlığın düştüğü, bitiği yerde insanlar yerdedir!
İnsanların vurdumduymazlığı “İnsanlık yapmak da yaranmıyormuş” o sırada giden gelenler de vardı fakat hiç biri oralı olmadı çünkü oralı olmak da insanlık suçuymuş! Gibi kimse olanları kale almamıştı. Sadece birkaç kadın kıkırdayarak “Ayol… Sarhoş kadına bak! Çok içersen işte sonun bu olur!” deyip uzaklaştılar.
Ozan bu sahnelere alışık olmasına rağmen içindeki insanlığa, insana yardım etmeyi amaç bildiğinden hala insaniyetinden bir şey kaybetmemiş düşünceleriyle hemen bir taksiyi çevirip, Şermin’i evine getirmişti. Önce onu sıcak yatağa koydu, ardında sıcak bir çorba içirdi. Şermin, yavaş yavaş kendine gelmişti. Şermin Ozan’ı tanımış fakat utancından kendini deşifre etmekten kaçınmıştı.
Ozan, kolundaki saate bakınca işe iki saat geç kaldığını gördü; işe geç gitmesi işten işten atılması demekti, bu da başka bir insanlık savaşıydı çünkü patronu “işçi adam zamanında iş başında olmak demektir” sözüyle ne kadar olduğunu göstermiş oluyordu. Ozan, aldırmadı olan olmuştu. Ozan, gece bir inşaata gece bekçiliği yapıyordu kıt kanat geçiniyordu.
Şermin, uyumuş sayıklamaya başlamıştı. Ozan, başında kaygıyla bekleyip alnında akan terleri silmek istediyse de vazgeçti.
İki aşığın görüşmemsi otuz yıl olmuştu. Şermin onu ilk gördüğünde hatırlamış; Ozan ise tanımamıştı çünkü Şermin köylü hali ile şehirli hali arasında dağlar kadar fark olmuştu; Şermin, yaşlandıkça bir dizi estetikler yaptırmıştı kendine ait bir yanı kalmamıştı nerdeyse, ona ait sadece göz ve beyniydi!
Ozan işe geç kaldığı halde bir umut diye gene işe gitmeye karar vermişti; gecenin bir vakti inşaata gittiğinde patronu onu bekliyor görmüştü. Patron imayla karışık “Ooo beyefendi nihayet gelebildiler!” deyip ozanın çalıştığı gün sayısı kadar günlüğü verip “Haydi, uğurlar olsun” dedi. Ozan’ın işine son verilmişti!
Ozan boynu bükük eve geri geldi. Geldiğinde Şermin, ayaklanmış kah gülüyor kah ağlıyor buldu, merakla “Bacı neyin var? iyi misin?” soruları yöneltirken Şermin, utanarak “İyim, sadece yorgunum” dedi. Oysa Şermin’in yüreği kanıyordu, pişmanlık, yitirmişlik ve kaybolmuşluk hissiyle aval aval baktı Ozan’a. Ozan olanlara anlam verememişti.
Aradan bir hafta geçmişti, Şermin, gizliden gizliye Sevdiği Ozan’ına bakardı; Bakar, bakar ağlardı. Ozan ise eve ekmek getirmek için Beyoğlu lokantalarında harıl harıl iş aramış sonunda bir çorbacıda bulaşık işi bulmuş bulaşıkçılık yapmaya başlamıştı.
Ozan’ın komşuları imayla Ozan’a takılıp “komşu! Eve bir kapatmalık atmışsın, yüzün gören cennetlik!” diyorlardı. Oysa Ozan bu yaralı kuşa kol kanaat gerip onu himaye etmişti. İkilinin arasında zaten fazla konuşma olmamıştı hala.
Şermin, büyük bir çabayla, etini dişine geçire geçire uyuşturucu iletinden mümkün olduğunca kopmak istiyordu. Artık eve ekmek getirmek istiyordu; önce bir arkadaşında borç para alıp temiz bir işe girmeğe niyetlenmişti. Şermin, Tarlabaşında İstiklal caddesine yürüyerek gitti. Az sonra Şermin, Meral isminde bir arkadaşında bir miktar borç para alıp doğru Eve geri döndü.
İki eski aşık ilk kez beraber yemek, yemek için Şermin akşama özel bir yemek hazırlamıştı. Az sonra Ozan da geldi. İkisi bu yoksul evde ilk kez mutlu göründüler ve Şermin, fırsat bulursa kendisinin Beyaz değil, Şermin olduğunu itiraf edecekti. Şermin, bu batakhanede Beyaz diye çağrılıyordu.
Güzel bir yemek masasında, ikisi arasında kibar, önemsemeli bir zaman dilimi geçmişti ki dışarıdan kapı hızlı hızlı çarpmaya başladı. Beyaz kalkıp kapıyı açmaya gitti. Ozan “Beyaz… gelen kimdir? Dedi.
Kapıda, Şermin’in belalısı Koray, kapı açıldığı gibi “Kaltak… Beni bir morukla aldatıyormuşsun! Ayrıca bir haftadır işe de gitmemişsin” deyip elindeki silahla kadına üç el ateş edip kaçtı. Ozan, şokta… Kanı donmuş heykel gibi durdu. Yerde Şermin, ağzından kan geliyordu ve sayıklamalarla “Ben bu ölümü hak etmiştim aşkım! Keşke seninle yüzleşmeden, yaralarımla ölseydim!” derken Ozan söylenenlerden bir şey anlamıyordu.
Şermin, ellerini uzatarak:
“beni affet sevgilim… Ozan’ım benim!” dedi
“sen neler söylüyorsun bacı? Ben sevgilin filan değilim, sadece seni korumak için himaye aldım”
Şermin, kod adı Beyaz! Son kez Ozan’ın elinden öpüp “Elveda sevgilim!” deyip son nefesini vermişti.
Az sonra dışarıda polis ve ambulans arabaların sirenleri ortalığı mahşere çevirerek geldiler. Polisler hemen evin etrafını sarıp içeriye girdiler. Ozan durduğu yerde put kesilmişti; kafasında bin bir soruların hücumuna uğramış nerdeyse infilak olacaktı OZAN. Polis sakince:
“Ellerini uzat, zorluk çıkarma” deyip ellerine kelepçeyi geçirdiler. Diğer yandan bir bayan polis Şermin’in çantasında cüzdanı çıkarmıştı:
“Amirim… Ölen kadının ismi Şermin Çakırsoy! Kavaklı köy doğumlu!”
Bu künye Ozan’ı bir kez daha sersemletmeye uğrattı. Şermin Çakırsoy! Ozan, birkaç saniyelik bayılma geçirdiyse de polisler koltuk altına geçip onu arabaya götürdüler.
Koray, Beyaz’ı her gün pazarladığı gibi onu kendine namus biçmişti ve namusu olan beyaz’ı öldürerek namusunu temizlemiş sanıyla; ticaret anlayışın satan değil satılanın kahpe oluşun çelişkili durumu!
Şermin’in cansız bedeni ambulansa taşındı, Ozan ise polis arabasına alındıktan sonra ambulans ve polis arabaları gürültüyle uzaklaşırken sirenler altında iki insanın trajedisi gözler önüne serilmişti.
……..Koray, ertesi günün ilk saatlerinde yakalandı; cinayetten 12 yıl hapis cezası.
……..Ozan, suçsuz olduğu anlaşıldı; serbest kaldı. Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kaldırıldı.
………Şermin, kimsesizler mezarlığında belediye tarafında gömüldü.
Bu olay, gerçek hayattan alınma olup, karakter isimleri ve mekanlar kurgudur.
Kutup yıldızı: Erkek egemen bir dünyada kadının yaşamsal depremleri…
Hayatın ikiyüzlü sanılması; insanların tutum ve yaptırımlar sonucundan doğmaktadır ve biz insanlar adaleti sözle yüceltirken, çıkar egemen yaptırımlarımızla adaletsizliği savunuyoruz!
Deman RONAHİ/ KİMLİKSİZ KADINLAR / 2013
YORUMLAR
İnanın içini burkan bir hikaye.
Öyle alıştık ki bu hikayelere duya duya.
Cehaletin ki cehalet okumakla falan geçmiyor insanlara ettiği bu.
Yüreğine sağlık arkadaşım.
Sevgi ve selamlar yolluyorum.
şairziye tarafından 3/7/2013 5:34:47 PM zamanında düzenlenmiştir.
DemAN
Kadınlarımızın içinde olduğu sefaletin iç yüzü ve hala kadınları bir eşya gibi görenlerin yaşadığı bir dünyada...
Teşekkürlerimle
ne çok hikaler vardır gerçek yaşamda.kadın ruhunu bile kirlettiğimiz kadın.ben seni kocaman kutlarım can dost.muhteşem bir konuya değindin.emeğin daim olsun.alınması gereken alınmıştır umarım alanda olur.selamlar
DemAN
Değerli yorumun için teşekkür ederim, sağol can
Sevgiyle kalın