- 481 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KABADAYI
Sıcak bir yaz gecesiydi.
Vakit gece yarısını yarım saat kadar geçmişti. Çatalfırın’dan Muradiye istikametine giden yolda tek tük araç görünüyordu.
Gecenin karanlığında koyu renkli bir araç süratle yol alırken, arkasından bakanlar, bu adam eceline mi susamış, bu daracık yolda böyle süratli gidilir mi? Diye söyleniyorlardı.
Üzerindeki ışıklı taleladan, Yıldırım- Heykel hattında çalıştığı açıkça belli olan dolmuş plakalı araç, ana kapıdan içeri girerken tekerlekleri acı acı ses çıkardı.
Viraja oldukça sert giren araç sol tarafa yalpaladıysa da araç sürücüsü ustaca bir manevrayla beton bariyerlere vurmasına engel olarak aracı Bursa Devlet Hastanesinin acil servis kapısına yanaştırırken, açık camdan, yaralı var, yardım edin diye bağırıyordu.
Aracın Devlet hastanesine süratle girmesinden içinde acil yardıma muhtaç birisinin olduğunu bunca yıllık tecrübeleriyle çok iyi bilen hastane personeli, son derece ustaca hareketlerle dolmuşa yaklaştılar, arka kapının her ikisini birden açarak aracın bordo renkli arka koltuğunda iki büklüm vaziyette yatan, iniltiler çıkarak acıdan kıvranan 35 yaşlarında görünen yaralıya odaklandılar.
Yaralının karın bölgesi acilin önündeki loş ışıkta bile kolaylıkla görülebileceği gibi kandan kızıla boyanmıştı.
Genç adamın bedeninin birkaç yerine vurulan bıçak darbesiyle açıldığı aşikar yaralardan fışkıran kan yolcu koltuğunu kıpkırmızı boyadıktan sonra ayak konulan yere damlamaya başlamış, yerde küçük bir gölcük oluşmasına yol açmıştı.
Yıllar boyu bu türden vakalara bağışıklık kazanan hastane personeli yaralıyı araçtan çıkarıp sedyeye yatırmanın bu defa pek de kolay olmayacağını bir bakışta kavramışlardı. Çünkü yaralı şahıs gerçekten de boylu poslu, halk arasındaki tabirle dev gibi biriydi.
Bursa’daki otomobil fabrikalarından Yalova yolu üzerinde kurulu olanında imal edilen küçük araçtan iri cüsseli yolcuların inişi bile kolay olamazken, kendi başına araçtan inebilmekten mahrum bir yaralının çıkarılması gerçekten de zor olacak gibi görünüyordu.
Görevli personelden biri yaralının koltuk altlarından tuttu, bir diğeri öteki kapıdan aracın içine girerek acıdan kıvranan ayakları kavradı. Ayaklardan tutan görevli yaralıyı içeriden dışarı doğru itelerken, koltuk altlarından tutan görevlide yaralıyı yattığı yerden sürüklercesine dışarı çıkarmaya çabalıyordu.
Yaralıyı hastaneye ulaştıran aracın etrafında çok sayıda görevli yer almasına rağmen, araç kapısının darlığı, birden fazla kişinin yardımcı olmasını engelliyordu. Nihayet yoğun uğraşlar semeresini vermişti, yaralı yarı yarıya araçtan çıkarılabilmişti, bundan sonrası kolaylaşmıştı.
Diğer görevliler yarı yarıya dışarı çıkarılan yaralıya el attılar, araçtan söküp aldılar, sedyenin üzerine yatırdılar.
Görevlilerden biri sedyeye yatırılan yaralıyı binanın içine sokarken, yaralının araçtan çıkarılması esnasında aşırı efor sarf eden görevli derin bir nefes aldı, yanındaki arkadaşına dönerek; bu da neydi kardeşim diye sorarken iki eliyle belini kavramıştı, bu gidişle bel fıtığı olmazsam çok şaşırırım diyordu.
Yaralı binanın içine alınıp acil servisin çok acil hastalarına bakılan kısma götürülünce sedyenin etrafını birden birkaç doktor ve hemşire tarafından sarılıverdi.
Hemşirenin biri maharetli elleriyle yaralının gömlek düğmelerini çözmeye çalışırken bir başkası da yaralının nabzını sayıyordu.
Düğmeleri çözülerek ön tarafı açılan gömlek sıyrılınca, yaralının üzerinde atlet, fanila gibi bir giysi olmadığından vücuttaki yaralar gözler önüne serili vermişti.
Yaşı ilerlemiş olduğu kır saçlarından anlaşılan doktor yaralının yaralarına göz gezdirdi, eliyle yokladı, sedyede inleyerek yatan yaralıyı önce sağa, sonra sola çevirerek yaralının kaç yerinden yaralanmış olduğunu tespite çalıştı.
Yaralının, biri sağ arka tarafında, diğeri vücudunun muhtelif yerlerinde olmak üzer tam 4 bıçak yarası vardı. Muayeneyi yapan doktor dudaklarını büktü, başını olumsuz anlama gelecek biçimde salladı.
Doktorun vücut diline bakılırsa, yaralının durumu çok vahimdi, kurtulması mucize olacaktı.
Doktor gözlerini yaralının üzerinden ayırmadan kendi dilinde bazı talimatlar yağdırınca, görevliler, sedye üzerindeki yaralıyı alarak röntgen bölümüne götürdüler.
Yaralının, biri sırt üstü yatarken, biri sağ tarafına, biri sol tarafına dönükken, bir diğeri de kollarından tutarak hafiften oturur vaziyete getirerek röntgenin çekilmesini sağladılar.
Çekimin bitiminde küçük bekleme odasına alınan yaralının yanına yaklaşan bir hemşire, damar yolu açarak boş bir tüpe kan alırken, erkek görevlilerden biri de elinde tuttuğu boş cam kavanoza yaralının idrarını yapmasını boşu boşuna bekliyordu.
Elinde sonda olan bir başka görevli geldi, sondayı yaralının penisine sokarak çıkarttığı kırmızıya boyanmış idrarı cam kavanoza doldurarak kimya laboratuvarına gitmek üzere uzaklaştı.
Aradan 5-6 dakika geçmişti ki bir görevli elindeki 4 adet röntgen filmini doktor masasına bırakarak uzaklaşırken, doktorlar filmlere göz atmaya başlamışlardı bile.
Röntgen filmlerinin incelenmesinin ardından laboratuvardan getirilen kan ve idrar tahlillerinin sonuçları da gözden geçirilmesinin ardından ameliyata karar veren doktor, telefonu eline aldı, dâhili hattan 4 haneli bir numara çevirdi. Karşıdaki telefon açılınca da çok kısa ve çok net bir emir verdi, ameliyathane hazırlansın.
Şimdi zamana karşı bir yarış başlamıştı, yaralının hayatını kurtarabilmek için Bursa Devlet Hastanesinin bu geceki nöbetçi ameliyat ekibi insanüstü bir uğraş veriyordu.
Bir böbreğin alındığı ameliyat tam 4,5 saat sürmüştü. 4,5 saat süren endişeli bir bekleyişin ardından, yaralı, ameliyathaneden çıkarılmış, 1. Hariciye servisinin 20 yataklı odasının, kapıdan girince sol köşedeki yatağın bir yanındakine yatırılmıştı. Bıçakla çok ağır biçimde yaralanmış birinin koğuşlarına getirildiğini öğrenen koğuştaki nispeten ağır olmayan hastalarla hastalarına refakat edenler meselenin iç yüzünü merak ettiklerinden bir birbirlerine sorular sorsalar da hiç biri sorulan sorulara doyurucu cevap alamıyorlardı.
Yaralı bütün gece kendini bilmeden yattığından o’ndan da bilgi alamayan koğuş sakinleri meraklarını ancak ertesi sabah biraz olsun giderebilmişlerdi.
Saat 07,30 gibi koğuşa gelen üzeri hırpani kılıklı biri yanında getirdiği yaşlı kadına yatakta yatan şahsı işaret edince yaşlı kadın oğlum sana ne yaptılar? Diyerek bir haykırış kopardı.
Yaşlı kadını ağır yaralı oğlunun yanına getiren hırpani kılıklı adam kendisine soru soran koğuş sakinlerinden birisine cevap verirken Türkçeyi çok ağır argoyla konuşuyordu.
Valla aga diye söze girdi. Dün gece bir birahanenin önünde kavga çıkmış, galiba bir de ölü varmış, -eliyle yaralıyı göstererek- bu da kavgaya karışmış, o patırtıda bu da bıçaklanmış, ağzını büktü, bu yolcu aga deyiverdi. Bununla da yetinmedi; bu mort aga, bu kurtulamaz diyerek uğursuz tahminini açıklayıverdi.
Uğursuz gamlı baykuşun kehaneti boşa çıktı, yaralı öğleden sonra kendine geldi, çok hafif sesle de olsa konuşmaya başlamıştı.
Doktorun söylediğine bakılırsa kefeni yırtmıştı.
İkindi üzeri bir polis memuru koğuşa gelip yüksek sesle yaralının kim olduğunu sorup öğrenince, koğuştaki soluk renkli ahşap masayı yaralının yattığı yatağın kenarına çekti, refakatçilerin oturduğu bir sandalyeyi de el işaretiyle istedi.
Getirilen panzilotu yırtık sandalyeyi masaya yanaştırdı, çantasından kağıt kalem çıkardı, masanın üzerine koydu, sonrasında da yaralıyı sorular sormaya başladı.
Polis memuru soruları sorarken çok agresifti. Suçu ne olursa olsun, bir yaralının bu denli ağır sözlü hücuma uğraması koğuşta bulunanları şaşırtmıştı.
Polis memurunun neden bu denli agresif olduğu az sonra kendi beyanından anlaşıldı…
Aslında bu görev Savcının işiymiş, Savcı Bey işi çok olduğunu gerekçe göstererek ifade alma işlemine polis memurunu devretmiş.
İşi angarya gibi gören polis memuru da hıncını yaralıdan çıkarıyordu.
Aslına bakılırsa, polis memurunun neden giderek asabileştiği yaralının verdiği cevaptan işi yokuşa sürmek istediği sonucunu çıkarmıştı, istediği cevabı alamayınca da sorduğu her soruda sesini yükseltiyordu.
Yaralı, sorulan bir soru üzerine, adam bize durup dururken saldırdılar deyince polis memuru çileden çıkmıştı. Efendi, efendi dedi.
Kim kime durup dururken saldırır?
-Diğer kavgacıları kast ederek- siz bunlarla içeride de atışmışsınız. Bunlar da dışarıda pusu kurmuşlar, siz dışarı çıkınca da küfür etmeye başlamışlar.
Siz kasap bıçaklarını çekip bunlara saldırınca da O’nlarda bıçaklarını sıyırmışlar, böylece birbirinize girmişsiniz. Hadi seni anladım, sen her türlü belaya müstehaksın da, ölen çocuğun ne suçu vardı?
O çocuk kavganın içinde değildi diye zor duyulur bir sesle cevap verdi yaralı adam ve devam etti.
O’nun kardeşi kavgaya karışmıştı, bu da sesleri duyunca oturduğu kahveden dışarı çıkmış, kardeşini kavgacıların arasında olduğunu görünce de ayırmaya koşmuş.
O esnada biri onu da kavgacılardan biri sanmış, elindeki zehir gibi kasabı sallamış. Kasap da biçimsiz bir yere denk gelince amcam nalları dikmiş diyerek işi laubaliliğe vurması polisi çıldırtmaya yetmişti.
Allah seni kahretsin dedi.
Sonuna gelen ifade tutanağını yaralıya imzalattı, evrakı çantasına koyarken, ateş saçan gözlerini yılışık yılışık gülen yaralıya dikti, sen kabada mısın? Diye sordu.
Soruyu bir kez daha tekrarladı; sen kabadayı mısın hemşerim?
Bu devirde kabadayı, koltuğunun altına 2 ekmek sıkıştırıp evinin yolunu tutan adamdır.
Sen kabadayı falan değilsin.
Sen basit bir serserisin.
Bu defa sıyırdın, bir sonrakine sıyıramayacaksın.
Bu kafayla gidersen, senin sonun mezarlık diyerek hışımla koğuşu terk ederken,
yaralı, uğradığı hakaretin altında ezilmişti, yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.