- 722 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Neredeyse bakışlarım üşüyecek artık…
Kaç parçaya bölünecekti bu ruhsal düşünceler, kaç parça ben olacaktım, ayrı ayrı bedenlerle, hangi bedenim bana ait olacaktı ruhsal öz duruşumla?
Bittim artık, sevgili, bittim son cümlelerimle, bu bezginlikle acınası duruma düştüm…
Yoruluyorum gecede, yoruyorum geceleri, sahipsizliğin kurşunu yırtıyor bedenimi, düşüyorum artık…
Zorluyorum tüm bakışlarımı karanlıktan kurtarmak için. Sımsıkı kasıyorum bedenimi üşüme sancılarından, neredeyse bakışlarım üşüyecek artık ve ben bu yorgunlukla son adımlardayım hayata doğru…
Kaç ben var ruhsal bozuklukla ortada dolanan ve hangi bedenim yakışıyor aslolan ruhuma?
Canımı koydum ortaya hüznü başımda sallarken, gecenin moruydu yüzüme yapışan ve ben artık vazgeçmiştim çamurlara bulanarak hüzün şarkılarını dinlemekten…
Kanım donuyordu sanki dar nefeslerin içinde ve ben bakınıyordum karanlığı delen gözlerimle pencerenin içine doğru…
Karanlıktı, nemliydi ve de sisliydi gece, oysa umurumda değildi arda kalan yaşam…
Gün gelecek unutacağımı sanmadığım yaşamdan göz ardı edeceğim sevdam bile yoktu…
Gecenin kuşları sakindi, yarasalarsa telaşlı ve ben hepsinden öfkeli olarak korkunun belini kırmaya çalışıyordum…
Nem yüzüme sıçramıştı şaşkınlığım artıkça, kayıp bir şehirdi ışıklarını yakan, kaybolmuş bir benliktim oysa ben, unutmanın derdi sarmıştı bedenimi, şaşkınlığım artıkça artıyordu, gözlerim kararırken nasıl olur cümlesi fırladı nemlenmiş dudaklarımdan, ıslaklık gözümden aşağı düşüyordu ben yine de umursamazken başımı sallıyordum…
Şaşkındım ve de halsizlikle ben sevgiden gidiyordum…
Korkunun acınası halsizliği yüreğime çökmüştü, ben sevgisiz bu gök kubbenin altında nerede yaşardım?
Tek bir soruya yönelmişti beyni… İnsan ölürken arkasında bıraktıklarını düşünebiliyor muydu?
Tüm geçmiş, karelerle gözlerinden akarken, tek sevdiği varsa ki onu nasıl görüyordu gözleri, nasıl bakıyordu ona?
Ya insan ölürken çok sevdiğinin gidişini düşünebiliyor muydu o kısa zamanda, ihaneti unutabiliyor muydu o anlarda, af etme duygusu yetişiyor muydu onun gözlerini kapattığı zamanlarda?
Veya daha çok kinlenerek mi kapatıyordu gözlerini…
Gülümsedi kendi kendine, her şey bitti ve de normale döndü de sadece son nefesteki düşünceler mi kaldı kurcalanacak…
Yolunu seçmişlerle, yolu kaybetmişler arasındaki farkı düşündü ki gülümsedi, tercihtir yaşam hakkı dedi...
Ardından ekledi, ya suda gölge olmuşsan ki o zaman çaresiz bakınmaların neyi değiştirecekti, arkadaş dedi kendi kendine…
Biliyorum artık ve de içim daralıyor keşke bilmeseydim derken…
Evet biliyorum bana yazdıklarını okurken ağlamaya ve de okumaya bu ömrün yetmeyeceğini…
Keşke hiç yazmasaydık, keşke hiç yazılmasaydı bu sevda, keşke kendimizi masal kahramanı sanmasaydık ve düz bir sevda olabilseydi sevdim dediğimiz ömür törpüsü. Kaç yıl oluyor yazdıklarını okurken geçen zaman, kaç yıl oluyor sana yazmalarım, yüz sene mi sürdü bu sevgi ve daha hâlâ sürecek, ne zaman bitecek bu sıkboğaz yazma telaşı, ha, de bana, sen hâlâ nasıl yaşıyorsun bu sayfalarda,
nasıl varlığın sürüyor hâlâ bu mürekkep izleri ile, bir de bana de, bu anlamaz halim bir sona ersin…
İs kokusuna karışan yemek kokusuydu aslında ama umursamadı ki günlerdir yemek yememişti, bu yemek de yansa ne olacak sanki dedi ve başını sağ omzuna yaslayarak boş verdi dolusuyla, boşuyla geçen yaşamı...
Sessiz çığlığın rengini sordu kendi kendine, “onun gözleri gibi” dedi, sonra da ekledi, “ben onun çığlıklarını benim gözlerimde görürüm” dedi…
Hiçbir şeyi sevmiyordum adını sevdiğim kadar…
Tekrarlarken bile ruhum sallanıyordu dilimle beraber bedenimi sarsarken, hayatın en büyük lütfuydu adın bana, sevginin temel kurallarını içinde saklardı, sakınırdım kendimden adını tekrarlarken, gün doğumundan, tekrar doğuncaya kadar günde kaç defa tekrarlardım adını, dilimden düşmeyesiye, çoğu zaman benzetme isimler takardım adına ve yine kanmazdı içim öz adının dolusuna kendimi saklarken, duyduğum hazdı beni gururlandıran…
Çoğu zaman adından daha güçlü sevgi sözcükleri arardım ama hep adın öne çıkardı ve ben kulağına fısıltıyla söylediğim adından bile seni kıskanırdım…
Kötü bir yalan söyle bana, en iyi yaşantımızdan kötü olmasın...
Sessizlikle sesler arasında bir fark vardı ki sesler doldurmuyordu yüreği...
Karanlığa seslensen de duyan olsa da gören olmaz ben olduğumu, özledim deyip haykırsam da duymaz olur, duymak istemeyen, oysa yalnızlık basar sessizliği boğmak istercesine, hiç de acımaz halime…
Aşkı sordular bana, yanmaktan ziyade ağlamaktır dedim, sustum, oysa eksikti bu cümle, ömür boyu düşlemektir dedim yine sustum yine eksikti, her nefeste bir isme tutunmaktır dedim, yanlıştı belki de, her nefeste bir yürekte çarpmaktı belki de...
Bir seni sordum bana, sessizlikle bir bakış kalmış geride, buğulu, puslu, gülüşleri dudaklarında saklayan, bir bakış kalmış geride, siyahı mora çaldıran bir mavilik ve bir nefes hırıltısı yayılmış rüzgâra, sessiz sakin meraklı bir arayışta, velhasıl bir sen kalmışsın baharın son sarısında kışa bakan...
Kal gitme gülüm bu kış geçmez demiştim, anlatamadım, gitme kal bahar özlem olur demiştim anlatamadım...
Şimdilerde ise taş kaldırımlara sığmıyoruz, içimiz hep ağlamaklı, coşkularımız kalmış çakıl taşlı deniz kenarlarında ay ışığı eşliğinde...
En önemlin olduğuna inandığınca, en önemsiz olduğunu anladığında, sadece şaşkın bakışların inandırıcı olur…
Zamanda kaldı her şey, kırgınlıklar, üzüntüden titremeler, gecenin sesine hasretlikler, gün ışığına kırgınlıklar, sevginin unutulmaz olduğuna inanmalar, hayatı zorladıkça, inleme sesleri ile koşuşmalar, hepsi zamanın gölgesinde yok olup gitti, kendi benliğini unuturcasına vaz geçemediğin sevdiğinden kopmalar, sürüklenip gitti acı sarsıntıları ile kayboluşlara, ne kaldı geride sevgiye dahil, sadece nefret mi ki o da son nefeslerinde…
Ne zormuş sevginin tutsağı olmak, sadece zorluyor hâlâ bedeni ki yok olmamak için son direnişlerinde. Garip bir acıma hissi doğuyor ki ayrı bir acılanma getiriyor ardında…
Vazgeçmek gerekiyor artık hayâl kurmaktan ve de geçmişi kurcalamaktan…
Zaman her şeyi yuttuğu gibi, yürek vuruşlarını da yok etme çabasında şimdilerde.
Zaman her şeyi azaltarak yok eder...
Geriye kalan hasrettir aslında ve bunun izleri vardır ki onu da zaman yavaş yavaş yok eder, edemezse, nefret ettirir veya tiksindirir, işte zamanın ulaştıracağı ölümden önceki son yaşamlar...
İşte böyle sevgili, senden ne mi kaldı demeden önce bilesin ki son nefese kalacak bir unutulamamazlık sevgisi ile saklımdasın artık, seni seviyorum o son hâline kadar hâlâ seviyorum, son nefese de kalacak bu sevda, bilesin ki, bu masalda yaşayacak benimle o günlere…
Git kalabalıklarına ki yalnızlığım bana kalsın... Tüm yalnızlıklardan sıyrılarak, bir anlık dahi olsa, başım omzunda dursa, derken bile, yaşadığım dündü, acılandığımsa bu günler…
Yok oluşuma beş kala gel bana, gel bana ki dur de, dur, zamana dur de, geçmişe geleceğe dur de ki belki yeni bir yaşamı başlatırım kendimde sensiz, işte o zaman zaten durmuş olur, işte o zaman zaten yaşanmaz olur, işte o zaman ki yakalamış olurum belki sevginin atan yüreğini, bunu mu istiyorsun benden, al işte al ve diğerlerinin yanına koy…
Zemheriler geçti yüzümden, terler düştü, donuk bakışlara sahip oldum, içimin darlığı yüzümde şaşkın bakışlara sahip oldu, yılmadım senin için ağlamayı düşünmeye, yılmadım senin için gülememeklerden korkmalara, sadece yalvardım yüzüme yarım bırakma beni derken, eksik yüzlerle dolandırma derken, sahipsiz bakışlarda bulandırma beni, dolandırma düşlerimi, hayıflandırma beni geçen zamana, korkutma beni kendi bakışlarımla, ben terk etmedim sevgi denen boşlukta sevmelerimi, ben kalmadım batakta dar nefeslerle ve ben hiç isyan etmedim sensizliğe, sadece yokluğuna katlandım, sadece öfkeme yenilmedim sadece çok sevmeye çalıştım ve de çok sever kaldım sende…
Uzaklara gülmeyi tarif et dediler, sadece gülümsedi, çok eskiydi kahkaha attığı zamanlar, çok eskiydi... Oysa gülüyordu için için, içten...
Korkardı yaşamın acımasızlıklarından ki ölüme giderdi kalemin son kelimesi bazen, çoğu zaman vaz geçerdi korkulardan ki dönüşürdü korkusuzluk korkusuna...
Yenilgilerimizdi, yenmelerimizdi çoğu zaman sevgide kalan boşluklar, anladık ki hep biz yenilmiştik kalan yaşama göre... Sevgi bu yüzü darmadağın ederek gülümsemeye çalıştıran, çoğu zaman da ağlatarak gülümseyen...
Uzaksın...
Tüm düşlerimin ulaşamayacağı kadar uzaktasın...
Ama bir an, öyle bir an geliyor ki,
gözlerime gelip çakılıyor gözlerin, benden de yakın olarak...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Bu özlemlerin hiç Vuslatı olmuyor değil mi?. Düşler ve düşüncelerde, büyütüp beslediğimiz adsız ve suretsiz özlemlerimizin nasıl vuslatı olur ki.
Gözlerde kayboluyoruz denizin mavisi, Zeytinin siyahı, baharın yeşili ve bal renginde gözlerde.
Selametle Usta.
Mustafa YILMAZ
Bu çaresizliklerin içine sığdığı sevgiydi aslında yüreğimi bağlayıp uzak düşüncelere atan… Yılların ardına sığan koskoca bir yaşamımın sakıncalıklarıyla baş etmeye çalıştığım sevgi…
Acılar yılların ardına saklanınca, yavaş yavaş şiddetinin üstüne küller oluşuyor, belki de anıların tozlanmayıp ortaya çıkmasıdır unutulmazlığa ulaşması…
Acılar ve katlanmalar… Ve bunların ardına saklanan susmalar. Susmalarla gelen sahipsiz çaresizlikler… Belki de kendi kendine saklanmalar… Belki de sessizliğe, ıssızlaşmaya dönüşmüş duygular… Belki de yaşamın dar zamanlarına ulaşmış kararsızlıklardır ortaya çıkan yaşam kesiti… Tek çare susmalarda kayboluşlar…
Şimdilerde yazdıklarını tekrar okuyunca şaşkınlığım artıkça artıyor…
TEŞKKÜR EDERKEN SAĞLIK VE SIHHAT DİLERİM, İÇ HUZURUNUZLA BİRLİKTE...
mustafa yılmaz