- 3060 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cemal Altinbulduk: Sevdasi Devrimci Yol
Cemal Altınbulduk: Sevdası Devrimci Yol
Oy Cemalim, Cemalim
Yiğit Cemalim
Nasıl da kıydı sana
Sol eller
Cemalim
Oyy Cemalim Cemalim
Aslan Cemalim
Kan vermek için giderken
Can veren
Yüreği isayan Cemalim
Cemalim Cemalim
Oy Cemalim
Soyadı Altınbulduk
Sevdası devrimci Yol Cemalim.
Doğrusu hiç tasarlamamıştı Cemal abi, hatta hiç aklının kıyısından bile geçirmemişti ölümünün devrimciler tarafından olacağını.
Faşistler tarafından pusuya düşürülerek katledilen (23 Mart 1978) Adana Mühendislik Yüksek Okulu öğrencilerinden Ali Osman Beydili ve Güven Bilgili’ nin cenazesini kaldırıyorduk. Numune hastanesinden almış omuzlarda taşıyarak götürüyorduk iki güzel yoldaşımızı. Devrimci Yol uzun kortejin en önünde yürüyordu, kalabalık bir kitleye sahipti. Ogün okulumuzu (Borsa Lisesi) yas günü ilan etmiştik ve büyük bir kitleyle cenazeye katılmıştık, çok az öğrenci cenaze yürüyüşünden kaytarmıştı, zira kimseyide zorlayarak götürme gibi bir durum yoktu. Kasım Gülek köprüsüne, Mehmet Mazlum’ un öldürüldüğü yere gelince durduk. Sol tarafımızdaki mahalle uzun dönem faşistlerin işgali altında kalan Zillidede mahallesiydi, bu mahallenin faşistlerince öldürülmüştü Borsa Liseli arkadaşımız Mehmet Mazlum. Yol bir süre kapatıldı trafiğe, saygı duruşundan sonra yüründü. Bu arada Zillidedenin temiz duvarlarına kırmızı boyalarla sloganlar yazılıyordu. Köprüden inince Cemal abiyle karşılaştım, daha doğrusu o beni görmüş yanına çağırmıştı. “Gel birlikte yürüyelim” dedi. Kaldırımda cenaze yürüyüşüne bakanların arasından geçerek ilerliyorduk. “Kalabalık bir cenaze yürüyüşü oluyor, kaç kişi var acaba?” dedi. Evet kalabalıktı, kaç kişi katılmıştı, bu ancak tahmin edilebilirdi. Bilemiyorum dedim. İşte ozaman dedi “bizimde cenazemiz böyle görkemli bir şekilde yoldaşlarımız tarafından kaldırılacak mı acaba?” Ben de “abi öyle deme, ne ölmesi” dedim, susmuştum. Birgün faşistler tarafından öldürüleceğini düşünüyordu sanırım. Derinleşmekte olan iç savaş koşullarında bir devrincinin başka bir şekilde ölümünü tasarlaması sanırım imkansızdı. “Hadi gel önce kendi kitlemizi sayalım” dedi. Ne kadar doğru saydık bilemiyorum ama ortalama bin beşyüz kişiyle yürüdüşümüze karar verdik. Yürüken çok dikkatli yürüyordu Cemal abi. Dönüp dönüp arkasına bakmasına, sağını solunu kontrol etmesine çok sonra anlam verebildim. Yazlık sinemeların ve pastanelerin çokca olduğu Sular yolunu döndükten sonra, Gülbahçesine gelince polislerin çoğaldığını gördük. Sessizce yanımdan ayrılıp, yürüyenlerin arasından geçerek karşı kaldırıma geçti. İşte ozaman anladım silahlı olduğunu, kitleyi olası faşist saldırılardan korumaya çalıştığını.
Her geçen gün iç savaş koşulları derinleşirken, Adana da hemen hergün iki üç kişinin ölmeye başladığı bir dönemde faşizma karşı yükselen devrimci mücadele sol içi çatışmadan da nasibini alıyordu. Çin , Arnavutluk yanlılarla Sovyet yanlıları arasındaki kirli sol içi çatışmaya, Devrimci Kurtuluşçularla bizim çatışmamızda eklenmişti, Adana böylece daha da kirlenmeye başlamıştı.
Kendi içimize dönmüş, kitlemizi korumanın yollarını aramaya başlamıştık. Yan tarafımızdaki Yurt mahallesindeki çalışmamızı durdurmuş, ordaki arkadaşları geri çekmiştik. Yurtmahallesi faşistlerin hegemonyası altındaydı. Son üç aydır özel ve meşakatli bir mücadele sonucunda faşistlerin haraket alanı daraltılmaya başlanmıştı, Kasım Gülek Camisi bölgesine sıkışıp kalmışlardı faşistler. Devrimci Kurtuluş örgütüyle başlayan bu sol içi çatışma faşistlere yaradı, kaybettikleri yerlerde yeniden cirit atmaya başladılar. Çirkinin kahvehanesinin yanında dört arkadaşımızın vurulmasıyla başlayan silahlı çatışma Adana’nın çok bölgesine yayılmıştı.
Sümer mahallesindeki Karafatma caddesi üzerinde, yazlık Mavi Köşe sinemesının karşısında açtığımız Çukurova Devrimci Gençlik derneğinin şubesinin önünde, sağındaki-solundaki dükkanların içinde oturuyorduk. Acı haberi derneğin sağındaki sobacının önünde sohbet ederken bir bağırma duyduk.
“Cemal abiyi vurmuşlar!”
Derneğin önünde ticari taksi henüz durmadan penceresi açılmış, ön koltukta oturan karafını çıkarmış acı ve öfke yüklü gür sesiyle bağırıyordu:
“Cemal abiyi vurmuşlar D.K’ lılar!”
Taksi durmadan aniden hızlanmaya başladı, soför ani gaza basınca Murat 124 dün motoru boğuluyor gibi bağırırken “biz Sigorta Hastanesine gidiyoruz, oraya gelin” dediyerek uzaklaşılar.
Haber dilden dile yayılıyor. Acı ve öfke kor gibi düşüyor genç yüreklerimize. İki saat içerisinde Anada’ nın tüm mahallesine haber ulaşıyor.
“Cemal abiyi vurmuşlar” diye bağırıyor derneğin önündeki arkadaş. “Acaba ölmüşmü Cemal abi” diyor yanımdaki. Ben hiç konuşamıyorum. Mavi Köşe sinemasının önünde bekleyen Sümer taksi yazan ticari taksiye beş kişi binerek Sigorta hastanesine gidiyoruz. Hastanenin önünde iniyoruz, kapılarda duran güvenlikçilere aldırmadan hastaneye giriyoruz. İkinci kapıdan geçerken Sigorta hastanesinde çalışan, Cemal abiyle birlikte sendikal faliyetleri yürüten , Sümer mahallesinde oturan Nevzat abiyle karşılaşıyoruz, arkadaşların arka tarafta olduğunu, Cemal abinin morga konduğunu söylüyor. Yol boyunca ihtimal dahiline almak istemediğimiz sorumuzun yanıtını alıyorduk böylece.
Cemal abi ölmüştü!
Cemal abi öldürülmüştü devrimciyim diyenler tarafından!
Sağdaki kapıdan girerek morga vardık. Arkadaşlar duvar diplerindeydi, kimisi çökmüş ağlıyor, kimisi öfkeli konuşuyordu. Morgun yuvarlak camlı penceresinden bakıyoruz Cemal abiyi görmek için, o an en son bakan ben oluyorum. Sedyede kıprıtısızca yatıyordu. Pantolunun kemeri açılmış, fermuarı indirilmiş, önü kanlar içindeydi. Gömlek vardı üzerinde, kısa kolluydu, desenliydi, sedyen aşağı sarkıyordu gömleği. Gömleği kanıyla kurumuştu. Göğsi uzun kara kıllıydı, yüzü yeni traşlıydı. Belliki ya yatmadan önce yada sabah traş olmuştu. Göğsündeki kanlar oksijenle temizlenmişti. Biçimli kesilen gür bıyıklarının altındaki kalın etli dudağı hafüf aralıklıydı, konuşmaya hazırlanıyordu sanki. İki kalın kaşlarının arasında derin bir soru işareti oluşmuştu, sanki katiline “neden?” diye soruyordu.
Cemal abinın bedenindeki kurşunların yerini ararken dalıp gidiyorum anılara, ortak yaşanmışlıklarımıza:
Çirkinin kahvehanesinde çay içerken yaptığımız sohbetler geliyor aklıma. İbrahim Çenet’ in bizleri örgütlemek için gelip gitmeleri sırasında kafamızda oluşan soruları paylaşıyorduk sıcak çaylarımızı yudumlarken. Çünkü sürekli bize devrimci Yolun ne kadar pasifist bir hareket olduğundan sözederdi; aslına bakarsanız Dev- Yol silahlı probağandayı, öncü savşını reddediyor derdi bizlere Çenet. Tıpkı Devrimci Sol ayrılığındaki gibi kafalarımızı karışıyordu ve bizlerde böylesi konulara hakim olanları bulunca konuyu açıyor fikrini alıyorduk. Bir dönem Devrimci Yolu maceracı ve goşist bulan birine bu soruyu sormak garipti ama sormuştuk.
Cemal abi Şarkışlanın Kılıçcı köyünde dünyaya gelen bir zoldaşımızdı. Babası da diğer köylüler gibi yoksulluktan köyünü terkediyor. Akrabaların önerisiyle Çukurovanın bereketli topraklarına kanarak geliyor. Gelir gelmez Cemal abi ailesine yardımcı olmak ve kardeşini okutmak için çalışma hayatına atılıyor, bulduğu işlerde çalışıyor. Bir zaman sonra bir yakınının yardımıyla İskenderun Demir Çelik fabrikasında işe başlıyor. Cemal abinin bu işi bulması ailesini geçim yönünde iyice rahatlatıyor. Hafta sonları ailesinin yanına gelip gitmeleri ihmal etmiyor. Her gelişinde kardeşi Yusuf’ a birşeyler getiriyor ve biz okuyamadık, ne olursa olsun seni okutacam diyordu. Demir Çelikte çalışırken Dr. Hikmet Kıvılcım’ ın yakın arkadaslarından olan İsmet Demir’ le tanışıyor ve ondan etilenerek sendikal çalışmalar içerisine giriyor. Kardesi Yusuf da Borsa Lisesinde okurken Devrimci Gençlerle tanışıyor, Dervrimci Yol çalışmaları içerisinde yer alıyor. Cemal abinin bundan taki Yusuf faşistlerce yaralanıncaya kadar haberi olmuyor. Yusuf arkadaşlarıyla birlikte faşistlerle karşılaştıkları bir esnada çıkan kavgada bıçakla yaralanıyor, henüz silahların kullanılmadığı bir dönemde. Yarası ağır değildi. Hastaneye kaldırılıyor. Cemal abi üç gün sonra haberdar oluyor. İşten izin alarak Adanaya kardeşini ziyarete geliyor. Kardeşini iyi görmesine seviniyor. Ogün hastanede ve daha sonraki günlerde evde veya kahvehanede Yusuf ve arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde onlara siz maceracısınız, anarşistsiniz der şiddetli bir şekilde fikirlerine karşı çıkardı. Zamanla Ülkede faşistlerin saldırıları arttıkça kardeşine ve kardeşinin arkadaşlarına hakvermeye başlıyor, kendini onlara daha yakın görüyor, İsmet Demir den uzaklaşıyordu. Şimdi bir başkaları kendisinin maceracı dediği bir örgüte pasifist, reformist diyordu. Çirkinin kahvesinde bize şöyle demişti o an: “Biz faşizme karşı mücadelede üzerimize düşeni yapalım, varsın diğerleride bize pasifist, maceracı diye saldırsınlar. Çenetğil bu işin daha iyisini biliyorlarsa yapsınlar , bakalım, doğrularsa bizde aptal değiliz ya onların safında yerimizi alırız”.
Birlikte geldiğim bir arkadaşın kolumdan çekmesiyle morgun kapısından uzaklaşıyorum. Birlikte dışarı çıkıyoruz. İçlerinde tanımadığım çok kişi dışarıda toplanmıştı, hepside Cemal abi için gelmişlerdi. Dışarı çıkmakta beni rahatlatmamıştı, içimdeki acıyı dindirmemiş, yanğını söndürmemişti. Ambulans garajının önünden geçerek Cemal abinin vurulduğu yere geliyoruz. Tozlu betonu sulayan kanı donmuş, koyulaşmıştı. Bu kan akıtılır mı, böyle bir güzel insana kıyılır mı demekten alamıyor kendini bir arkadaş. Bu kayıp zamansız bir kayıptı, haksız bir kayıptı, kabullenilmeyecek bir kayıptı.
Sigorta hastanesinde yatmakta olan, dört gün önce faşistlerce vurulan iki işçi arkadaşından birine acil kan ihtiyacı olmuştu. Yeniden amaliyata alınmıştı. Kan gurubunu öğrenince hiç vakit kaybetmek istemeden yola çıkmıştı ve daha çok kana ihtiyaç olur diye de fabrikadaki arkadaşlara haber verilmesini istemişti. Kan gurupları aynıydı. Yolu daha çok uzatmamak için sigorta hastanesine arkadan girmişti. Demir parmaklıkların ikisi kesili olduğundan bir insan rahat girip çıkabiliyordu. Bu yolu daha önceleri çokca kullandığından biliyordu. Sağlık-Sen le de yakından ilğileniyordu. Sağlık-Sen’ in seçimleri esnasında birlikte gelmiş, olası bir faşist saldırıya karşı Sigorta hastanesindeki işçilerin güvenliğini almıştık, birlikte hastane etrafında iki saatten fazla dolaşmıştık. Demir parmaklıkların arasından geçip arka kapıdan, hemen morgun önünden geçerek amaliyathaneye gitmekti niyeti.
Yazdı, Adananın sarı güneşi tam tepeden vuruyor toprağı kavururcasına yakıyordu. İnsanlar buram buram terliyordu. Cemal abibede terlediğinden kısa kollu gömleğinin düğmelerini üsten üç tanesini açmıştı yinede terlemekten kurtaramamıştı kendini. Yüzündeki, alnındaki terleri eliyle silerken karşışında katilini görüyor.
Devrimci Kurtuluşçuların takibe aldığı kişilerden biride Cemal abiydi. Öldürüleceklerin listesindeydi. Devrimci Yolun Adana daki kadrolarını bu liseye almışlardı. Bircan Biçer Devrimci Kurtuluşçuların silahlı saldırısından sadece elinden yara alarak sanş eseri kurtulmayı başarmıştı. Ama aynı sanş Cemal abiye gülmedi.
Cemal abi karşısındaki eli silahlı katilini tanıyordu. Bir dönem katilide Devrimci Yolcuydu. Zira Adana’ daki Devrimci Kurtuluş büyük çoğunluğu Devrimci Yoldan ayrılanlarca oluşmutu. Birlikte seminer çalışmasına katıldığımız, birlikte yazılama yaptığımız, birlikte Devrimci Yol derğilerini sattığımız arkadaşlarımızdı çoğunluğu.
Katilin elindeki ondörtlü tabancanın namlusu Cemal abiye bakıyordu. Katili gözünü gözünden kaçırmıştı. Eğer tetiğe basmadan yarım saniye önce Cemal abini gözüne baksaydı, bir saniye göz göze gelmiş olsalardı, Cemal abinin ne kadar insancıl biri olduğunu anımsayacak, tetiğe basamıyacak, utanarak arkasını dönüp pusu kurduğu yerden hızla uzalaşacaktı.
Gözlerini kapatarak namlusunu Cemalin göğsüne doğrultarak tetiğe bastı. Dokuz milimlik mermilerin hiçbiri hedefinden şaşmıyorlardı. Namludan çıkan kurşunlar gövdesine saplanıyordu. Dört kurşun direk kalbine gelmişti, parça parça etmişti insan sevgisiyle dolu olan yüreğini. Bir çınar gibi yere yıkıldı. Düşme anından önce oluşmuştu iki kaşının arasındaki bu soru işareti.
Silah seslerini duyan hastane çalışanları koşarak geliyorlar. Önce kollarına alarak taşıyorlar, hastanenin içerisinde de bir sedyeye koyuyorlar. Amaliyathaneye vardıklarında kalbi çoktan durmuştu. Doktorlar müdahale edecek zamanı bulamamışlardı. Sadece kalbi değil iki ciğeri, midesi, böbrekleri, bağırsakları parçalanmış, işlevsiz hale gelmişti. Hiçbir müdahale etmeden, bedenine eziyet vermeden morga göndermişlerdi Cemal abiyi. Ogün ölüm kayıtlarına şu tarihi düştüler: 05 Ağustos 1979
Gençliğini yoksul halkına, işçi sınıfına, geleceği belirsiz gençliğe, köylüye, gecekondu da yaşayanlara adayan, kimsenin kalbini kırmamak için özel gayret gösteren, çevresindeki dostlarının yardımına koşan, herkeste emeği olan Cemal abi devrimci kurşunuyla, hiç tasarlamadığı bir ölüm şekliyle ve birlikte aynı masada çay içtiği kendine devrimciyim diyen biri tarafından öldürülmiştü.
Bu ölüm bize ağır gelmişti. Taşınamayacak kadar acı veriyordu. Cemal abinin öldürülmesiylede gördük ki savunmada kalmakla bu iş çözülemiyordu. En iyi kadrolarımız takip altındaydı. Bircan Biçer yoldaşımızı öldürmeyi başaramayanlar, Cemal abide başarılı olmuşlardı. Şimdi sıra kimdeydi. Behçet Dinlerer de mi, Salman Serttepe’ de mi, Mehmet Beyaztaş’ ta mı, Eyup Donma’ da mı yoksa Erdal Aykaç’ ta mı, Erol Özcan’ da mı? İçimizden kopan, bir dönem yoldaşlarımız olan, birlikte aynı lokmayı paylaştığımız, faşistlere karşı birlik dövüştüğümüz arkadaşlarımız şimdi bizim katillerimiz olmuşlardı; ve bizlerde bu katillerimizi etkisiz hale getirmenin bir yolunu bulmalıydık. Cemal abiyi ebedi uykusunda rahat uyutmanın yoluda burdan geçiyordu. Eli silah tutan tüm Devrimci Kurtuluşçuların silahlarını alarak etkisiz hale getirmeliydik ve Cemal abiye silah doğrultan eli bulup kırmalıydık, tek çözün yolu o an buydu.
Gece saat dokuzdan sonra harekete geçtik. Tek tek evlere baskın yaptık. Cemal abinin öldürülmesinde payı olan Mahmut Yontar’ ın evine sıra geldğinde ister istemez durakladım. Devrimci Kuruluşun önemli kadrolarından biri olmasından dolayı değil, benim devrimci olmamda emeği bulunmasından dolayı durakladım. Evine girip çıktığım, yaktığı sobada ısındığım, içimizi ısıtsın diye demlediği çayı içtiğim, bana emperyalizmi anlatan, bana yoldaşlık yapan kişinin şimdi evine baskına gelmiştim, bu acı vericiydi. Duraklamamın nedeni buydu, ama yeni ölümlerin önünü kesmek için başkaca yol yoktu ve Cemal abi için bunu yapmam gerekiyordu. Önce içeriye girmek istemedim ben ama evi iyi bilen biri olarak içriye girenlerin yanında olmalıydım. Kapıyı çalıp içeri girdiğimizde ablası tam karşımdaydı. Beni tanımada gecikmedi. “Kardeşimden ne istiyorsunuz, kardeşimi ne yapacaksınız? Kardeşim evde yok” dedi korku içerisinde. Kardeşin en yakın arkadaşımızı öldürenlerden biri. Silahını ve katili bize teslim ederse birşey yapmayacağız kendisine, merak etme abla dedim. Evde yoktuç Belliki eve gelmemeyi önceden tasarlamıştı. Yine de ağlayan annesinden, korku içerisinde olan ablasından özür düleyerek çıktık evden.
İki gün sonra Cemal abinin katili olan kişinin evine geldiği haberini aldık. Hemen toparlanıp evini kuşattık. Kaçma ihtimali bırakmak istemiyorduk. Dikkatlice kapıya yanaştık. Önceden geldiğimiz için biliyorduk evinin heryerini. Üçüncü katta oturuyordu ailesiyle. Silahlı olacağını bildiğimizden dikkatliydik. Önce seslendik, annesi kardeşleri dışarı çıktı. Evde olmadığına yeminler ediyorlardı. İnanmadık, inanmak istemedik, evi aradık, yoktu. Anlaşılan biz gelmeden evden çıkmıştı.
Şimdi Cemal abi Adana Asri mezarlığında ebedi uykusunda yatarken ‘O Büyük Günün’ haberini biz yoldaşlarından almayı bekliyor.
Muhittin Çoban/ 5 Ağustos 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.