Kel Şerif
-2 -
O yaz yine erkenden sağılmıştı bizim kiraz ağaçları. Rıza Amca’nın ak, ak olduğu kadar da meyvesi diğerlerine göre geç olgunlaşan kiraz ağacının -o türe “geç kiraz” derdi halam- dalları yıkılıyordu ki yanından geçerken şeytana uymak iş bile değildi. Her defasında olur mu, olmaz mı derken o gün ya şeytana keyif gerekmişti ya halamın canı fena halde kiraz çekmişti. Çoban başı Şerif Halam, suçluların da elebaşı olmuştu o gün. “Çıkın, bir dalı toplayın biriniz, bişeycik olmaz Göz hakkına saysınlar.” Demişti.
Çobanlık üzerinde uzun uzadıya konuşabileceğim bir deneyim değil Yaz tatillerinde köyde başka işe yaramadığımdan, köyün sürüsünün peşinden beni gönderirlerdi. Sürüyü ben mi, sürü beni mi güdüyordu, yoksa halam hepimize mi çobandı; o kısmı biraz karışıktı işte. Bir defasında gördüğüm kurda, köpek diye ekmek attığımı söyleyenler abartıyorlarsa da kurdu öteki köyün köpeklerinden biri sandığım doğrudur.
“Ben de sizin kadar bu köyün çocuğuyum,” demek miydi acaba niyetim... Gönüllü oldum ağaca çıkmaya. Her eğlenceli görevde benden önce ileri atlayan çocuklar itiraz bile etmediler bu çıkışa. Çıktım.
Ağaçtan aşağıya işemeyin, diye sıkça uyarırdı bizi büyükler. Ağaç kururmuş o zaman. Laf aramızda, ağaçların öyle sudan bahanelerle kurumadığını biliyorum artık. En azından Rıza Amcanın "geç kirazı" sağlam çıkmıştır o testten.
Aksilik bu ya, Rıza Amca halamdan ödünç aldığım peşkiri dolduramadan çıktı geldi. Mübarek ağaç, dalları kirazdan kırılıyor ama yaprak özürlü. Bedenimi saklamıyor, sap gibi ortada, daha doğrusu uçmayı unutmuş karga gibi daldayım. Bini bir para küfürler aşağıya inmeme, kanatsızlığım uçup gitmeme mani... İki arada bir derede kalmak dedikleri, Rıza Amca ile gökyüzü arasında kalmak gibi bir şey olmalı.
“Bir şey olmaz,” diye bize cesaret veren halam sus pus olmuş, kuzu kuzu dinliyordu Rıza Amcayı. Ağaca tırmanırken bana omuz verip, “kiraz dikmiş ağabam, eri var da geci yok. Irza denen dürzünün keçim kadar saçı yok” diye hem ağababasına hem bir göbek öteden emmisine verip veriştiren bendim sanki.
Rıza Amca hem bana, hem ona saydı sövdü. Akraba olduğumuzu unutmuş gibiydi. Gerçi Şerif hala bunu hatırlatıp, “O torunun sayulu senin. Goca adamsın, utan utan! Allah’ın dağındaki ağacın kirezini gurtdan guşdan goruyamazken, köyün uşağından mı esirgeyon,” türünden bir iki cılız ikaz cümlesi söylediyse de, o an beni hangi familyaya dâhil ettiğini doğrusu yine anlayamamıştım.
Benim uçmakla düşmek arasındaki kararsızlığımdan sıkılan yaşlı amca, kendisinden umulmaz bir çeviklikle ağacın çatalına kadar çıktı ve elindeki sopayla tünediğim dala kadar uzandı. Şimdi, “Yok, olmaz! O kadar da olamaz,” diyorum, ama Rıza Amcanın o deli mavi gözlerindeki kararlılığı da çok iyi hatırlıyorum. Tutabilse, acımadan atacaktı beni, aşağıya...
İki seçeneğim vardı. Ya atlayacak ya düşürülecektim. Atlamayı seçip, düşeceğim yerin aşağıdaki taş yığınından uzak olmasına ayarladıysam da dalların hızıma muhalefetini hesaba katmamışım. Yerle ilk temasa geçen yerimden çok omzumun acımasının sebebini daha sonra anladım tabii. Kiraz ağacı oraya kocaman bir çentik atmıştı.
Bence Rıza Amca, pişmanlığından ya da üzüntüsünden değil, kopardığım feryattan ürktüğü için beni sağ bıraktı o gün. Bir yandan tehditvari tembihler savuruyor, bir yandan peşkürümden savrulan kirazları topluyor; “boğaz için gebermeye değer mi ”diyerek, bildiği en tatlı dille beni avutmaya çalışıyordu.
O, köyün Deli Rıza’sıysa benim dedem de Kel Ali’siydi ki onlar birbirlerinin dilinden çok iyi anlarlardı. Altı üstü bir dal kiraz için misafir çocuğun kafasını kolunu kırmayı sorardı O’na dedem. İçini iyice boşalttıktan ve bir daha beni kendi ağacında yakalarsa bacaklarımı kıracağını ekledikten sonra gitti Rıza Amca.
“Hani bir şey olmazdı, göz hakkımızdı” diye çıkıştığımızda, kaştan çoktan aşmış olan adamın arkasından bakarak şöyle demişti Şerif halam: “Hak hukuk adamla garıyçün. İnsandan korkulu mu çocuğum? Emme, adamın gibisiden de karısından korkucan. Aha o cinsten bu herif!”
Günün akşamında, adı erkek adı, kendisine erkek gibi kadın dedikleri halamın, Rıza Emminin karısından çok korktuğunu söylediğimde, dedem bir koşu gidip Rıza Amca’yı döveceğine, katıla katıla gülmüştü.
“Dayı dayı yürüme! Kız gibi bas şu yere” dediklerinde hiç kızmadım o yazdan sonra. Adımlarım hiç dolaşmadı birbirine. Biliyordum ki kellik saçta değil, huyumdaydı benim. Halama benzesem de olurdu yani. Sırf börek açamıyorum diye beni almayacak dayım da almasındı a canım.
Halam kadar nükteli küfür etmiyorum, hayır; edemiyorum. Uyağı tuttursam hece kaçıyor, heceyi yakalasam uyak sarkıyor. Ama dil bu. Fikrince kıvrılıp gidiyor insanın ağzında. Şerif Hala’nın dediği gibi; “kellik ya da körlük dilde kalsaydı, bal sevenlerin saçlarına güç mü yeterdi.” İki tarak darbesi en gür saçı bile adam etmeye yetiyordu. Huy çıkmazdı ki can çıkmadan. Yedisinde neyse kişi, yetmişinde de oydu.
Rıza Emmi’de "bayıra armut dikecek göz var mıydı bikere? " Gözü hâlâ yedi yaşındaki gibi göktü adamın. "Gözü gök, imanı yoktu " Şerif Halamın gözleri mi? Çakırdı onlar. "Mavisi atadan, karası bahtındandı," benim halamın bakışlarının.
YORUMLAR
" kellik ya da körlük dilde kalsaydı, bal sevenlerin saçlarına güç mü yeterdi."
“kiraz dikmiş ağabam, eri var da geci yok. Irza denen dürzünün keçim kadar saçı yok”
Ne kadar ilginç ve güzel sözler bunlar :) Yazının ikinci kısmını okurken keşke dedim "kel şerif" kitap olsaydı. O zaman Monitör denen alete yapışıp okumak yerine, evin balkonun da çayımı içerek okuyabilirdim...Belli mi olur, belki bir gün o da olur...Sevgi ile kalın...
Aynur Baş
Teşekkürlerim ve sevgimle kardeşime.
Kim demiş ki Anadolu öyküleri tarih oldu. İşte burada bu öyküler. Salon öyküleri okumaktan bıkıp usandığımız bir demde, latif ve doğru bir dille hem de...
Çok beğenerek okudum yine. Kendime kızmanın yanında, size de kızıyorum bugün. Neredeydiniz bunca vakit? Çalışmalarınızın devamı gelsin lütfen.
Okurken en çok düşündüğüm şey öykünün ne kadar rahat bir dille yazılmış olduğuydu. Yazar öyle ustalıkla kullanmış dili ki, ne şiveler yoruyor, ne cümleler. Yazar o kadar doğal ki, sanki yazmıyor da anlatıyormuş gibi, konuya ve dile o derece hakim. Ben bunu yapamam. İtiraf ediyorum, etmeyebilirdim de:)) Bu gerçekten büyük başarı, candan kutluyorum sizi değerli yazar.
Nice öykülere inşallah.
Bu arada Kel Şerif'i kolay kolay unutabileceğimi sanmıyorum.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz tarafından 8/10/2012 1:46:46 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Baş
Çok şeker onlar yaf.
Görmek, idrak...
bence mesele o.
Hiçbir şey yoktan var olmasa bile
bugün var diye tavaf ettiğine
asırlarca basa basa geçmedi mi, Ademin Oğulları ile kızları.
Yani sevgili kalem arkadaşım,
görendedir marifet.
Görünen böbürlene dursun şimdi :)
Sevgim ve saygım ile
teşekkür ederim.