- 1579 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ODUNLUĞA KARŞI ÇEKİRDEK ÇİTLEME MERASİMİ
Bir gece, babamın kendini astığı odunluğun önünde çekirdek çitletiyordum. Avludaki –annem adına akşam sefası dese de - gereksiz çalı yığınının arkasında bir karartı titredi. Uzadı, genişledi. Ay şimdiki gibi değil. Tuttuğuna küsüyor o vakitler. Bahanesi kış. Gece her yerde karanlık.
“Kim var orada” diye seslendim. Rüzgar çalıları yatırdı da geçti aşağı sokağa. Önüne kattığı tenekeyi denize kadar kovaladı. Çanak antenlere çarptı, tellerdeki çamaşırları öfkelendirdi. Bunlar zaten hep yaptığı şeylerdi. Yanlış anlaşılmasın, karartıyla birlikte hasıl olmadı hiç biri.
“Benim” dedi karartı. “Cihangir.”
“Cihangir!”
Yürüdü geldi. Paçalarına yapışmış birkaç dal ot. Saçları bildiğimin tersi tarafa yatık. Bilmediğim bir Cihangir. Sigaraya da başlamış. Elleri cebinde, dudaklarının arasında bir demirci körüğü közleniyor. İlk defa bu kadar güzel görünüyor gözüme yanmak. O kızıl ateşi dişlerimin arasına alıp çiğnemek geldi içimden. Gözlerinden alev çıkacağını bile bile acı biber yer gibi.
Teklifsiz oturdu yamacımdaki tuğlanın üzerine. Yukarı sıyrılan pantolon paçasının altında beyaz çorapları, çorabın lastiğine sıkıştırılmış ezik Maltepe paketi vardı. Sinirli hareketlerle bacaklarını sallarken,ceketinin cebindeki bozukluklar şıngırdadı. “Gene benzetmiş bunu Halime, belli” dedim içimden. Eğildim baktım, gözleri iptal olmuş otobüs durakları gibi hüzünlü. Susmalıydım aslında. Benim yasım var. Daha üç günlük hem de. Ne lazım bana el alem deyip.
“Bir sigara da bana Cihangir!”
“Len sen küçüksün daha.”
“Değilim.”
“On dokuzsun, küçüksün işte.”
“Değilim Cihangir. Babamı asılırken gördüm şuracıkta. Kapıyı açtım baktım, kolye ucu gibi, ipin ucunda sağa sola sallanıyordu. Büyüğüm ben. Ver hadi.”
Cihangir. Düğününde çatıdan atladığım adam. On üç yaşında ne kadar da budala oluyor insan. Halime’yi almasın diye, düğün evinin çatısından atladığımı unutmuş mudur acaba? Sağımı solumu yoklamıştı annem. Hasarsız olduğumu görünce “Kız utanmaz, eteğin açılmadı mı oradan atlarken” deyip, bir temiz dövdüydü milletin içinde.
Cihangir, karısının saçlarına dolanan gümüş simli telleri okşuyordu. Bakmadı bizden yana.
Deli.
Çorabından çıkarttığı paketi düzeltip içinden çektiği dalı bana uzattı. Sonra çakmağı.
“Annen nerede? Uyudu mu yoksa?”
“Uyur mu o? Tavana dikti gözlerini. Gidiyorum geliyorum aynı.”
“Ne olacak onun da hali?”
“İyidir. Saçlarını tarayıp örüyorum günaşırı. Samim Amca öğlenleri Kuran okuyor ona. Daha ne olsun?”
“Kız deli, yemek veriyorsun ona değil mi?”
“Hıhı. Midye doldurdum dün. Tam sevdiği gibi.Bana mısın demedi midyeleri ağzına tıkarken.Yarısı burun deliklerine girdi. Göz kırpmadan baktı yine tavandaki uğursuz bir yere.”
Kediler geçti önümüzden. Odunluğa girmesinler diye ayağımla kovdum onları. Girmesinler oraya. Babam utanır. Tam canı çıksın hele. Öyle belki. Sallanıyor daha içeride. Asılı olduğu tavuk tüneği gıcırdıyor. Her gece yokluyorum eşikte çıkarttığı potinleri, sıcaklar daha. Biri çaktı bizim duvara zamanı. Geçmiyor anasını sattığım. Annem tavana bakar aralıksız, babam sallanır durur odunlukta. Geçse gitse her şey. İlk iş makarna pişireceğim babamın asılı olduğu tüneği kesip. Öyle ahtım var, bilmiyorum niye.
“Ağlıyor musun böyle her gece?”
“Sen niye evine gitmiyorsun?”
“Sen niye gitmiyorsan.”
Halime ne güzeldi aslında. Uzun saçları vardı, uçlarına sığır boncuğu takardı. Samanlığın tepesindeki delikten düşmüş geçen yıl. Ciğerine toz dolmuş. Üç gün gözlerinden sap çıkarttılar. Diyorlar ki azıcık kayalatmış kafayı. Bir o mu? Tekmili aynı bu kasabanın. Ama niye böyle oluyor bilmem? Bozuk mu çıktı bizim kaset nedir, ha bire biri takılıyor.Mesela merkezde hiç deli yok. Belediye yollarını da taramış. Ulaşım güç değil. Yani isteyen istediğine gidebiliyor. İsteyen istediğine.
Çizgi film izlediniz mi hiç? Bayan Fare, size söylüyorum. Hişt! Alo! Ne güzel geçer tepelerden trenler değil mi? Yol kıyılarında normalde asla bir arada yetişmesi mümkün olmayan çiçekler. Oralardan geçiyorlar öyle, şehre gidiyorlar. Garda inip dev ağaçların altında yürüyorlar biraz. Yapraklar düşüyor döne döne. Sonra kaldırımdan iki basamak yukarı yükseltilmiş,yuvarlak tokmaklı ahşap bir kapıyı yumrukluyorlar. Kapıyı kabarık gri etekli, sivri çeneli, fiyonk dudaklı bir kadın açıyor. Bir elinde fincanı var. Pembe güllü. Sevinir gibi oluyor, sonra bir çığlık ki; sahte olduğu gerçeğe çok yakın duruşundan belli.
“Aa! Ne iyi ettiniz de geldiniz Heidi’ciğim!”
Böyle değil bizde işte. Sürekli büyük te harfi çiziyoruz adımlarımızla. Te bir yere varmıyor, bitmiyor da mendebur. Aynı bizim iskele. Git, o yana dön, bu yana dön, geri gel. Çok yakında başka kara parçaları var. Ama varamıyoruz te yüzünden. Biz –biz dediklerim birkaç esnaf, bir dilenci, iki buçuk emekli (biri öldü ölecek, belki de ben bunları anlatırken çoktan ölmüştür) altı iri göbekli, annemle beraber dört sıska kadın, Cihangir ve birkaç da sarı sokak kedisinden başka kimse değildir. Aslında sokağın en güzel evinde oturan iki kız kardeş var ama onlar orospu olmuşlar, gayri ne akıllıdan sayılırlar ne deliden. - yolsuzluklar içinde, gün geçmeden daldan elma, balkondan çamaşır toplar gibi topluyoruz iplerden birilerimizi. Köprülerimizi yıktılar. Herkes kendi te’sinde ölü bulunuyor bu ara. Muhtar İstanbul’dan hoca çağırdı. Köy yolunda yirmi tavuk okuyup çevirdiler. Patlayana kadar yediler. Sonra yaktılar kanatları. Cami helasının iç duvarlarına küçük yapışkan kağıtlara adlarımızı yazıp yapıştırdılar. Kimse uçmasın artık diye. Fayda etmedi; haftasına zabıta Nuri’nin kızı öldü. Ben biliyordum tavuk kanadı tütsüsünün işe yaramayacağını. Tavuk uçar mı?
“Cihangir, ben Molla Gürani’yi gördüm düşümde.”
“Hadi!”
“Valla. Dedi ki “Baban bir çölün ortasında. Ve çölün tek ağacında asılıyor.”
“ Nereden biliyormuş ihtiyar?”
“Ayıp lan. Alim adama…”
“Tövbe.”
“Cihangir, utanıyorum ben senden.”
“Niye?”
“Adamın babası intihar eder mi? Sen söyle. Ne ayıp!”
Bir sigara daha yaktı.
“Şükretmelisin kızım. Benimki ahırda ölü bulundu bir gece yarısı. Arkasında bir yığın boşluk bırakınca, ahali neler dedi duymadın mı?”
“Vallahi duymadım. Küçüktüm ben. Ne dediler?”
“Boş ver küçüksün sen.”
Sigaram bitti. Cihangir uzaklara bakıyor. Dedim bu ağlar da az sonra. Dudaklarının kenarında bir gam kırığı. Sustuk. Susmak hiç iyi değildir aslında. Hep kötü bir şeylere dalalettir. İçteki yaralara en ziyade. Ne zaman biri sussa, konuşmaya başlayacağı an ki çirkinliğini düşünür tiksinirim. Birikmiş ve kıyılara vurmuş deltalarda çamuru seven bitkiler yetişir ya. Suskunluk da öyle işte. Biriktirdiği bütün o kara satıh üzerinde, adamı acıtacak bir şeyler boy verir. Neyse ki suskunluk fazla sürmedi.
“Halime Yozgat’a gitti. Dayısı geldi aldı onu. Türbe mi ne varmış bir yerlerde. Yatıracaklarmış içine. Yalan söylüyorlar kız. Daha yollamazlar onu.”
“Geçeydin ya önlerine.”
“Geçemedim.”
“Cihangir, anlıyorum seni. Al çekirdek ye.
Uzandı poşetten bir avuç çekirdek aldı. Kırdığımız kabukları uzağa püskürürken güzel ve komik göründüğümüzü düşünüyordum.
“Cihangir, ne kadar çok seversen sev, uzun süre katlanamıyorsunbaşkasının kederine. İnsan gülmek istiyor. Bak, şimdi annem ölse, bir köşecikte ağlarım. Ama bir yanım sevinir. Bakma öyle. Omuzlarımdaki yükleri bilmiyorsun sen. Annem son yüklendiğimdir. Yere aşağı büyüyorum artık oğlum.
Gülüştük. Sonra bana baktı. Dudağımın kenarındaki kabuğu aldı. Gözbebeklerinin daralıp genişlediğini görebileceğim kadar yakındık. Gözlerinde ben vardım. O kadar nettim ki, elimdeki çekirdek paketinin markasını bile görebiliyordum. Derken aradaki mesafenin yavaş yavaş kapanmak üzere olduğunu hissettim. Evet Bayan Fare, ben Cihangir’i on üç yaşımdan beri seviyorum. Ama. Biliyorsun işte. Olmaz öyle. Fakat olsaymış keşke. Gecenin sonunu göremiyor ki insan.
“Cihangir git öteye, git! Bana mı yazıyorsun oğlum sen!”
“Kim! Manyak, sen atlamamış mıydın ben var diye evin damından. Herkesi kendin sanıyorsun.”
Güldü. Güzel görünüyordu.
“Ayıp ayıp, içeride ölü var. Gülme öyle.”
“Yoldan biri mi geçiyor?”
Çekirdeği bırakıp yola baktı. Karanlıkta bir ses –topuk sesi- duyuluyordu fakat sesin sahibini henüz göremiyorduk. Cihangir zaten tedirgindi. Birden huzursuzlaştı. Etrafı kolaçan ederken, saklanmak için yer arıyor gibiydi.Ben hala çekirdeğimi uzağa pufluyorum. Karanlıkta azıcık parlayıp şıkır şıkırdökülüyorlar ayaklarımın dibine.
Bir ara annemin öksürdüğünü duydum. Belki beni çağırmıştır. Fakat benim inanmak istediğim bu değil, o yüzden öksürdü diyorum. Topuk sesleri daha da yaklaşınca Cihangir yerinden kalktı ve koşarak odunluğa girdi.
İşte o zaman çekirdek yemeyi bıraktım.
“Cihangir, çık oradan!”
“Dur kız!”
“Çık Allah’ın belası. Törenin içine ettin, bari cesede saygı duy.”
Sesi fısıltı halinde geliyordu.
“Ne diyorsun sen be! Kapa çeneni de eve gir.”
Yolcuyu nihayet gördüm. Baştan aşağı sarılar giymiş Türkan. O da beni gördü. Gülümserken dudak boyasının parlıyordu.
“N’aber Melahat?”
“Melahat değil, Nebahat! Nereden böyle?”
“Sorma, yarın Ramazan ya, Halime’yle yufka açıyorduk. Elimiz kolumuz soldu valla.”
“Tabi, zor iş. Nasıldı Halime?”
“Nasıl olsun, bildiğin gibi; yarı deli.”
Saatine baktı.
“Aa! Gece yarısı olmuş, Nurettin beni eve koymaz. Gideyim. Annene selam.”
“Güle güle.”
Hışır şışır, tık tık uzadı yolda. Döneği dönüp gözden kaybolduktan birkaç dakika sonra Cihangir tısladı:
“Çıkayım mı kız?”
“Bana ne soruyorsun?”
Kapıyı araladı, etrafa baktı, yolu süzdü, kimsenin olmadığına kanaat edince üzerini silkeleyerek dışarı çıktı.
Açık kalan kapıdan babamın delik çoraplı ayaklarını gördüm. Sağ ayağıyla sol ayağına sarılmış gibiydi. Çoraptan çıkan başparmağı gergin görünüyordu. Cesaret edip yukarı doğru bakamadım. Önüme dönüp, arkaya öne kaykılarak çekirdek çitletmeye devam ettim.
“Türkan mıydı o?”
Az önceki yerine otururken mahcup görünüyordu. Paketinden bir sigara çıkartıp yaktı.
“ Bak Türkan sizdeymiş.”
“Yalan söylüyor. Kim bilir nereden…Halime gitti dedim sana. Daha dönmeyecek.”
“Neden korktun öyle. Neden atladın babamın yanına. Utanıyor o. Üç gündür anlatıyorum sana. Niye anlamıyorsun?”
“Halime gelmeyecek!”
Valla ağladı Bayan Fare. Yanaklarından süzülen yaşları gördüm, karanlıkta birer gümüş tel gibi duruyorlardı. O sıra Ay biraz daha belirgindi gökte sanırım.
“Ne oluyorsun Cihangir? Babama mı ağlıyorsun yoksa. Ağlama lan, Gürani dedi ya iyidir diye. Bak ben ağlıyor muyum? Üç gecedir nasıl metin bir şekilde tören düzenliyorum ona. Tabi ki, gördüğüm bütün her şey aklımda. Mesela o gece…”
“Başlıyoruz yine.”
“Bin bir gece hikayelerine.”
Kesme sözümü. Annemin babama zehir içirdiğini unutamam. Sonra kan ter içinde sürükleyerek, odunluğa götürüp astığını. Biliyor musun, babam hala konuşuyordu annem onu sürüklerken.“Bir doğrulayım kemiklerini... Seni doğuranın da, çekip alıp, yamalara saranın da…”Bak şu pencereden bakıyordum Cihangir.”
“Hangisinden, camı kırık olandan mı?”
“Yok onun yanındakinden.”
“Sonra…”
“Sonra böyle işte. En son odunluğun eşiğinde göz göze geldik babamla. Gelmemiş de olabiliriz tabi. Annem odunluğun kapısını kapattı. Yarım saat sonra çıktı. Başını kaldırıp bana baktı. El salladı. Sonra bayıldı ve işte böyle Cihangir.”
“Dünkü hikayenden iyi bu kız.”
Gülüyordu.
“Her akşam bir hikaye. Kabul et, senin de Halime’den farkın yok.”
Babamın tıkırtısı kesilmişti. İşte son dedim. Öldü nihayet. Aralık duran kapıya bakmaya cesaret edemiyordum ama.
Bayan Fare, ilkokulda hep mezar çizerdim ben. Şişkin karınlı mezarlar. Bitirdikten sonra, içlerinde kimlerin yattığını düşünürdüm. İlk annemle babam gelirdi aklıma. Çok ağlardım o zaman. Resim öğretmenim yanıma gelir, mezarlarıma bakardı. Sonra her mezarın yanına, açılmış birer mezar çukuru, çukurların içine de iri cevizler çizerdi.
“Bak canım, bu mezarda anne yok. Baba yok. Hepsinde ceviz tohumu var görüyor musun?”
O zaman susardım Bayan Fare. Öğretmenimin boyalı parmağını bastırdığı çukurlara bakar gülümserdim. Babamın gerçek mezarına bakmak ne kadar kolay oldu bilemezsin. Hala şaşıyorum buna.
Cihangir avcuna biraz daha çekirdek alıp ayağa kalktı. Hala gözleri sağı solu tarıyordu. Beni öpmek için uygun ortam kolluyor üç kağıtçı, diye düşündüm. Bir yandan da Halime’ye ağlıyor ama diyordum.
“Kız deli, şimdi ben gidiyorum tamam mı? Senden bir şey istiyorum; Biri sana beni sorarsa, bütün gece yanında olduğumu söyle.”
“Yok ya!”
“Ne olur? Yalvarıyorum bak. Söz geleceğim hep ve hikayelerini dinleyeceğim.”
“Valla mı? Babamı annemin öldürdüğünü deme kimseye ama. Annem öyle kendi kendine ölmeli. Hapse atarsalar refah içinde ölebilir.”
“Tamam demem kimseye. Lütfen unutma, bütün gece buradaydım.”
“Ne yaptınız derseler.”
“Babama ağladık dersin.”
Yola doğru ilerlerken söylendiğini duydum:
“Babasını annesi öldürmüşmüş. Allah’ın delisi.”
Eve girdim ondan sonra. İşte, seni gördüm annemin ağzında. Gövdenin yarısı ve arka bacakların görünüyordu daha doğrusu. Çırpınıyordun. Biliyorum, böyle bir kapanı hayatında görmemiştin. Annemin çenesini açıp seni dışarı çıkarmak kolay olmadı. Aslında bunu istemedim Bayan Fare. İçten içe ciyakladığını duymasam hiç müdahale edecek değildim. Hatta daha ileri gideyim, annemin ağzına pişmemiş midyeleri doldururken o birkaç fındığı da senin için araya sıkıştırdım. Herkes midye sevmeyebilir, öyle değil mi?
Dün kapıya polisler geldi. Halime kayıpmış.. Cihangir’i suçlamışlar. O da ifadesinde; Halime’nin dayıma gidiyorum, bir daha dönmeyeceğim, diye not bıraktığını, o geceden sonra karısından ümidi kesip, bütün zamanını benim yanımda geçirmeye başladığını söylemiş.
Polis bana “Ne tür bir ilişkiniz var” derken, annemin yatağında nasıl hırıldadığını duydun değil mi Bayan Fare? Sırf o daha beter olsun diye gülümseyerek:
“Ne yapacağız odunlukta;buluşuyor ve…
Anneme baktım. Gözkapakları gerginlikte doğal sınırlarına ulaşmıştı.
“Polis bey, bizim odunlukta ceset var. Kokuyorum tek başıma içeri girmeye. O yüzden Cihangirle giriyorum odunluğa.”
Anneme nefretle içinde tavanı seyrediyordu hala. Ah kalkabilse de ısırabilse yine etlerimi. Parça parça morartsa. Uykudan kaldırırken ve altımı ıslattığım gecelerde yaptığı gibi.
“Bir de polis amca, Halime’yi en son Türkan görmüş. Yoldan geçiyordu, konuştuk. Halime’yle Yufka açtıklarını söyledi bana. Cihangir o zaman da benimleydi, odunluktaydı. Bak buna yemin edebilirim. ”
Bayan Fare, polise babamın da orada olduğunu, onun da Cihangir’e şahitlik edebileceğini söylemedim. Sence söylemeli miydim?
Bayan Fare, bayan…Gitme, dur daha vakti gelmedi. Hem bugün sana verecek çok fazla fındık ve midye de yok. Artık annemin ağzını kemirmeye başlayabilirsin. Ama hemen gitme.
Fare! kime diyorum ben…
...ENGİNDENİZ...
ODUNLUĞA KARŞI ÇEKİRDEK ÇİTLEME MERASİMİ Yazısına Yorum Yap
"ODUNLUĞA KARŞI ÇEKİRDEK ÇİTLEME MERASİMİ" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
3 Ağustos 2012 Cuma 23:25:57
pehh yani...
Melahat şey yani Nebahat çok tanıdık birine benziyor ama kime :?:)
Sevdim ben bunu. Eee ilk göz ağrısı Cihangirde ondan aşağı kalır değil hani
Bilmesek Türkanı yalan söyler derdim ama, kadının üstü başı un olmuş ayol. Yalanmı söyleyecek yedi köyün yosması...
Şu kömürlüğe bende girmeye korkarım, belki gece ay olursa olabilir. Ya ay yok ise. Mazallah aman cinler çarpar valla...
Yok ya ben böyle iyiym. Bi cigara daha versene be, al sende çekirdek çitlet. Ha ne diyordum lan yine olsa yine atlarım senin için damdan
Valla mı gız
Yok be şaka diyom...
Güzel ve dopdolu. Ne hikayeler çıkar bundan ah ahhh :)