- 702 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat da var...
Ölüler var içimizde, farkındalık abidesi ölüler… Engelli yaşam koçları, kör zihniyetin tohumları, cumhuriyet sonrası ölüler…
Bir is gibi içimi kaplayan bu kara düşünce önüme her geldiğinde düşündüm. Nasıl bir günah işlemişti ki ölüler yaşamın içinde böyle hoyratça salınabilmişti… Bir insan soluk alırken aynı zamanda nasıl ölebilmişti?
Anneler petrol yeşili günahlar doğuruyor, demokrasi adı altında sarıklı çocuklar yetiştiriyordu ve babalar bu piç zihniyet için gece gündüz sevişiyordu. Ve renklerin en güzelinden yeşil, üremenin kutsal amacına hizmet ediyordu. İşte bu yüzden ben yeşili yalnız doğada sevdim.
Başlarda neden bir tepki vermiyorlar, onlarda neden benim gibi öfkelenmiyorlar diyordum. Memleketin satılmasına, tiyatroların kapatılmasına ne bileyim öfkelendiğim daha ne varsa… İşte en çok bu yüzden kızıyordum ve anladım bir zaman sonra. Onlar yaşamıyorlardı ki… Ölülerin dünyevi değerlerle ne işi olurdu, aksine onlar da bu yüzden öfkeliydi. Gelecekte bizi bekleyen cennet yaşam için verdiğimiz bu sınavda ayaklarına dolanan birer solucandık yalnızca. Attığımız her adım ateşin harlanmasından başka bir işe yaramıyordu. Ve bu yüzden ip kim daha güçlü çekerse onun elinde kalıyordu.
Kendimi hiç bu kadar az, bu kadar yalnız hissetmemiştim… Daha da kötüsü kendimden hiç o kadar geçmemiştim. Nasıl bir inancın kafasıydı ki bu yaşamdan böyle alıp götürebiliyordu insanı? İnsanı mı dedim? Özür dilerim bir ölü neden korkabilir ki yaşamdan başka?
İnsan, onuruna yakışır sürüyorsa hayatı yaşıyordur. Kıldan ince bir köprünün üzerinde durabiliyorsa cambaz gibi… Yani sevebiliyorsa, paylaşabiliyorsa ve bir çıkar ummak sızın inadına basarak tüm çizgilere hoş görebiliyorsa…
Farkındadır yaşadığının, gerisi lafügüzaf…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.