ÇANAKKALE DESTANI
ÇANAKKALE DESTANI
1. Bölüm Dünyanın bir ucundan bir ucuna Evinden uzak diyarlara Kendine olmayan savaşlara Denizi aşarak geldiler, Jetleriyle gökyüzünü deldiler İskenderiye’nin kızgın çölünde Karargâh kurdular Üniformalar içinde fidan boylu delikanlıydılar Resmiyle avunduğu bir güzele sevdalı Avustralya-Zelandalı, Anzak askerleriydiler Güneşi batmayan İmparatorluğun Onlar sömürge neferleriydiler Kuzey denizinde ada Adanın efendisi şatoda Donanması yüzüyor Çanakkale’nin mavi sularında Demir kanatlı jetler uçuyor Gelibolu yarımadasında Borazanlara eşlik ediyor İngiliz epik şarkılar Ölü bedenlerle vedalaşıyor Gemilerden fırlatılan toplar Yirmilik genç Anzak askerler Çan ayininde yattı Şafak vaktinde kalktı İyi giyimli, neşeliydiler Yardım çağıran İngilizin Borazan sesine dikildiler Binlercesi dizildiler Kuşanıp yürüyüşe geçtiler Onlarında ardında bıraktığı Anası, babası, sevdalısı vardı Mehmetçiğin anası gibi Onlarında gözyaşı aynıydı Yüreğindeki sevgi, Sol yanında mendil işlemeli sevdası Gözlerinde korku vardı Onların da anası, Anadolu anası gibi kekik kokardı Yalvardı onların da anası, Götürmeyin oğlumu savaşa dediler Çok dil döktüler Ağıt yakıp dua ettiler Vurmayın güvercin yürekli çocukları Ağlamasın analar kuzusuna dediler Nafile, bir söz dinletemediler Onların da anası kara yaslıydı Onlar da Anadolu’nun başak kokulu anasıydı Savaşlar insanlık savaşı değil, Egemenlerin kirli savaşı Arzkürenin dört bir yanında Savaşa çağırıyor davullar Halaylar düğün için değil, Bir avuç burjuvanın çıkarında Vuruyor tokmaklar Hırsından çatladı Kanla sulanan topraklar Askerler askere Kuşlar kuşlara İnsan insana ağladı Ağladı bilumum mahlûkatlar Ayakta öldü ağaçlar Yurdumun dört bir bucağından gelenler Çanakkale, Gelibolu, Suvla, Seddülbahir, Conkbayır’da düşmana geçit vermeyenler Sizden gayri âlemi cihanda Centilmence savaşan başkası varmıdır dünyada Vatan uğruna ölmeden önce ölenler Sırlı toprak altında yatanlar Kaldır onurlu başını bir bak Cihanı âlemde dalgalanan şanlı bayrağına Huzur içinde rahat olunuz Ayrılmaz yanı başınızda El açıp dua eder torunlarınız Sizden ilham alan nice şecaatler Sarı saçlı, mavi gözlümün yanında Koştular bir başka cepheye anında Yine düşmana dur dediler Yine geçit vermediler Onların her birisi birer Mustafa Kemal’in askeriydiler 2. Bölüm Çanlar savaş için çalıyor Papazlar avucunu ovalıyor Öldürmeye çağırıyor saraylı lordlar Ülkesi, ırkı, dili, rengi farklıydılar Bir ordu kurdular Dini bir olan son haçlı kuşatması Sömürge uğruna Kanla sulandı Çanakkale Ovası Sessiz ve umarsız Çaresiz değildi Anadolu şahbazları Ellerinde tüfekleri Dillerinde türküleri Ayağında çarıkları Kalbinde imanları Çıkınında duası verilmiş helva La Havle Vela Kuvvete illa Az biraz peksimet Sevgisi bol bereket Vatan verilmezdi Ölmeden yabana ganimet Anasının taktığı gevşen muska boynunda Yar kokulu işlemeli mendil koynunda Heybesi sırtında Eşeğine palan vuran köylü Mehmet Anasının hayır duasını aldı Yârine hasret kaldı köylü Mehmet Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkez, er ve kadınlar Şarktan, garptan muharip Araplar Osmanlı topraklarında bilumum şecaatler Bu bir vatan savunması Namus davası dediler Ve Gelibolu Yarımadası’nda Düşmana dur dediler Onlara adıyla, şanıyla Mehmetçik dediler Kilise baronları Onları bilememişti, Saray lordları Atalarına sormadan gelmişti Ve nihayet tanıdılar “Geldikleri gibi giderler” diyeni Onlar, kokusu Anadolu, çarıklı şahbazlardı Onlar, ölmeden dönmem diyen ölümsüzlerdi Onlar, mancılıkla, silahlarla değil Dilinden düşürmedikleri tekbirlerle La İlahe İlla İla nidasıyla Ölümle sözlüydüler Toprağın kokusuna sevdalı Bülbülün sesine âşık gül Dağına taşına Nakış işlemeli dokumasına Hasret kokan yar bakışına Bağrına taş basan yavuklusuna Ardından erzak taşıyan anasına Can feda olsun bu vatana Belki bir ölü Belki bir sakat Belki bir gazi madalyasıyla Dönecekti yavrusuna Hain karanlıkta sığınağa sığınan Onun değildi güm güm bu atan yürek Kurşun yarasına isyan eden Bir şarampole can veren Onun değildi teskereyle yaralı giden bu ten Onun değildi besmeleyle ölü giden bu beden 3. Bölüm Tezek sanki barut kokusu burnunda Yar olmuş ölüm korkusu yanında Göz göze, göğüs göğüse vuruşuyor Çiçekler ağlıyor, börtü böcekler kaçıyor İşte sonunda olan oluyor Binlerce ölü bedenler toprakta Cansız yatıyorlar gecenin koynunda Yıldız kayıyor her birinin ruhunda Sicim gibi mermi yağıyor Ağır bombardıman altında Sığınaklar, cephanelikler darmadağın Canlar çırpınıyor taşlar arasında Bir kol, bir bacak kanlar içinde Gövdeler uçuyor toz bulutunda Dudaklarında son söz Allah Dillerinde kelime-i ayet Şecaadet neferleri Şahadet şerbetini içtiler Çok sayıda şehit veren Mecidiye Tabyasında Cabiri Seyid Onbaşı Bir kuvvet ki ilahi İki yüz on beş okkalık mermiyi Topa sürdü billahi Donanmanın zırhlı gemisi Sulara gömüldü vallahi O an gök gürledi hırsından Sicim gibi döküldü bağrından Hem ağladı, hem güldü güneş Iradı karşı dağların ardından Yârin yanağından gayri Açlığı, susuzluğu, Paylaştılar kaderi Sıladan gelen memleket kokusuna Ağlaştılar yârin mektuplarına Kum torbalarından yama diken terziydi Güneş altında terine kese atan tellak Kimisi uzayan sakala berberdi Üç beş zeytin tanesi Ortak yiyecekleriydi Babalarının adı Mehmet Onlar Mehmet oğlu Mehmetçikti Ana demek açılığı tok etmekse Şimdi vatan demek ana demekti Hain saldırıda öne fırlayan Arkadaşına siper olan Ölmeden yaralı dönmekten korkan Onlar civandı korkmayan Apoletli, imparator senetli, dili zehirli Gökkuşağına kurşun atan zalimleri Çanakkale Boğazı’ndan geçirmediler Onlar günlük tutacak zaman bulamayan Tarihe destan yazan yiğitlerdi Karagözlü, karakaşlı Civan, genç subay idiler Ölümü sol yanında taşıyan Cennete önden giden öncü idiler 4. Bölüm Bu sevda başka sevda sen bunu bilemezsin Bu bir aşk lokmasıdır sen bunu yiyemezsin Burası Anadolu sen izinsiz giremezsin Dediler Dediler ve Kırıkkale kırmasıyla jetleri püskürttüler Suvla, Gelibolu, Seddülbahir, Conk bayırında Şarkta, Garpta, Trakya topraklarında Toprağa düşen bir düşman olsa da Eller semaya açıldı, Varıldı ölü üstüne Bir Fatiha okundu sahipsiz naaşına Lanet okundu sahipler savaşına Diller sevgiye açıldı Sarıldı gül üstüne Gül yanar ezilen can toprağına Bülbül ağlar kırılan gül dalına Barışa hasret gül ve toprak Özgürlüğü arar gül ve bülbül Tophaneli Hakkı Hafız Nazmi komutasında Nusret mayın gemisindeydiler Boğazın karanlık sularına yüzdüler Müttefik donanmasına görünmediler Deniz tarlasına mayın ektiler Queen Elizabeth güvertesinde Kumsalı izleyen kibirli komutanın önünde Zırhlı gemilerini, Çanakkale Boğazı’nın soğuk sularına gömdüler Nice yiğit Mehmetçikler arasından çıktı Mustafa Kemal’ler Saygı gösterip diz çöktü Kıskanç generaller Kaygı içip dil döktü Şaşkın siyasiler Sakarya’ya koştu Dumlupınar’a yetişti Sarıkamış’ta dondu Nice Gazi Mehmetçikler Adı savaş olan bu kirli oyunda Nice mahlûkatlar kurban edildi Kuşlar yuvasına varamadan cansız düştü Nice börtü böcekler siperlerine sindi Otlar, çimenler, çiçekler korkudan öldü Nice ağaçlar vurulan dallarına ağladı Kristal sular derelerden coşmadı Özgür, delişmen çağlamadı Sazlıklarla sevişmedi ırmaklar Adı savaş olan bu kirli oyunda Bulutlar karardı, hırsından kaynadı Ay korktu bulutların ardına saklandı Yıldızlar küstü fenerini açmadı Yakamozlar kandil yakıp oynaşmadı Balıklar firar etti okyanusa kaçtı Kuzular anasından ayırtıldı Elleri koynunda gelinler dul kaldı Islak karagözleri şehit yoluna aktı 5. Bölüm Bir bile bilseler, Bıyığı tütün sarısı babalar Ne kadar hızlı yaşlandılar Bir hissedebilseler, Kan damlayan gözyaşını Yüreğine akıtıyor çilekeş analar Bir görebilseler, Duvar dibinde kaldı Boynu italik yetim çocuklar Kara yas bağladı, Geçim derdine düşen bacılar Öküzün yanında koşuldu, Eri cephede olan gelinler Çeyiz bohçasında, Cepheye erzak yollandı Bir cephede babalar Bir cephede oğullar Birbirinden habersiz şehit oldular Kara haber tez yayıldı illere Bir ağıt düştü acılı dillere Anadolu’dan civan kızlar Hemşire oldu Revirlere Gün görmeyen analar Yün çorap, içlik ördüler Sevgilerini sardılar İşlemeli mendillere Nerden geldi, nere gider, kim bunlar? Fark eder mi isimleri? Ha Ali, Hasan, Hüseyin, Ahmet Mehmet, Ya da Hans, Corc, Maykıl, Musa, İsa’sı Allah değil mi dört kitabın sahibi? İbrahim değil mi peygamberlerin atası? Ab-ı hayat alır hain kurşun yarası Nerden geldi, nere gider yolun orası? Ne fark eder evi nere, barkı neresi? Yurdu, ülkesi, dili, dini, rengi, mezhebi? Onlar efendilerin çıkarına kurban edilmiş İnsandılar insan, değildi daldaki kuş sesi! Issız dağlardan öksüz akan suyun sesi Bir garip gurbette mezarları sahipsiz Anzak, Britanya, Yunanlı, Fransız Boynu haç kolyeli her birisi Yaramaz ergen bıyıkları yeni terlemişti Tüy sıklet, körpe bedenli çocuk askerdi Sarılamadı bir daha sevdiğine Bir dönebilseydi memleketine Doya doya bakacaktı anasının gözlerine Ebedi yurt oldu bizim eller ellerine Mezar oldu kömürleşen haki topraklar gövdesine Sarı saçlı, mavi gözlü komutan demişti ki; Demişti de ne güzel demişti! “Uzak diyarlardan savaşa gönderilen Askerlerin anaları Gözyaşlarını dindirsin Evlatlarınız bizim bağrımızda Huzur içinde rahat uyumaktalar Onlar bu topraklarda can verdikten sonra Bizim evlatlarımız oldular Mehmetçikle koyun koyuna yatmaktadırlar” Anadolu’nun yiğidi, dadaşı Ege’nin efesi, gardaşı Karadeniz’in uşağı, bacısı Kürdün ciğer yakar türküsü Şam’ın çöl aslanları Hazar’ın Türkmenleri Sökün etti Arz-ı mev’üd muhipleri Bir oldular Diri oldular Düşmana göğüs gerdiler Çanakkale’de geçit vermediler 6. Bölüm Dert vurur sazın mızrabı Dayanışmadır halayın sırrı Çile ezer horon kemençenin sesine Diz çökmez efeler aşktan gayrisine Ah ne güzeldir sürüye serenat çeken Dertli çobanın kaval sesinden Garip aşığın yanık nefesi Eşlik eder sazın tınısına Billur derelerin şırıltısına Şiirler dökülür aşkların en güzeline Düşman kapımızda, sinemize dayanmış Toprağımızda, ekmeğimizde gözü kalmış Gökten ölüm kusuyor jetlerin sesi Sinemize gam vuruyor sebepsiz Yorgun, bitkin ölüm sırasını bekleyen askerler Vurgun yiyen geceyi sessizliğe gömdüler Nedensiz gelenler geri döndüler Sebepsiz ölenler çeri döküldüler Gün ağarıyor, sabah oluyor Deniz güneşi doğuruyor Makineliler yırtınıyor, Sanki horozun sesi Çığlıklar düşüyor, Rüzgârla savaşan çalıların sesine Cesurlar düşüyor, Topla atılan bombanın sesine Ürkekler yatıyor, Bir çukurda ölüm ensesinde Müttefiklerin sırtı pek, Karnı tok, matarası dolu Gümüş tabakasında tütünü bol, Sigaranın dumanında göründü yol Beri taraa Mehmetçikler Açlıktan zil çalıyor mideler Maksat doymak değil Hedeeydi nefisler Açlığı sigaranın ateşinde közlediler Gecenin ayazını hayallere gömdüler Rüyanın içinde memlekete gittiler Bir tutam sevgiyle döndüler Yeni günün sabahını jetlerin sesi deldi Kuşlar korktu, çiçekler titredi Gökten sicim gibi mermi serpildi Askerler yine siperlere mevzilendi Gez, göz, arpacık, nişan dediler Can pazarına horoz düşürdüler Gözden ıradı demir kanatlı makineler Nefes aldı nicedir yaralı askerler Ciğerine tütün sarıyor kimi Mehmetçikler Sevdiğine mektup yazıyor kimi kalemler Selam salıyor tekmil diller Yazıldı kara kalemden ak kâğıda dökülen kelimeler Salât ve selam olsun Âlemlerin yüce Rabbine Salât ve selam olsun Peygamberine-Ehli Beyt’ine Selamlar olsun El açıp dua edenlerin nefesine Selam salıyor tekmil diller Dağa, taşa, ekine, bostana, ahırdaki sarı öküze Selam olsun dediler Güzel gözlü karakaçan eşeğe Koyuna, kuzuya, ineğe Kapının sadık dostu köpeğe Helal olsun cücüğü kapan kediye Selam gönderdi tekmil diller Varını yoğunu cepheye gönderen emmiye, nineye Selam durdu tekmil eller Kalplere cesaret aşılayan türkülerin nefesine Semahın şifresine ney’in sesine Salât ve selam olsun Şifreyi açan ozanların diline Selamına selam olsun Şairlerin hümanist yüreğine Selam geldi tekmiline birden Anadolu evliyası, pir’inden Cepheye ekin biçen emekçiden 7. Bölüm Adı savaş olan oyun kuralını Yazıcılar karargâhta çizer planlarını Adı yazar olan tarihçiler Karargâhta yallaşır saptırır anılarını Görmez onlar sıra sıra dizilen kefensizleri Allar pullar satarlar abartılı tezleri Adı asker olan çocukları Cepheye sürerler önde sıralı Görmez, anlamazlar sevdaları Bir şehit madalyasında aranan anaları Kendisinin olmayan bir tepeyi almak için Hamle yapıyor müttefik askerler, niçin? Al bayrağı göklere diken neferin Kızıla boyadı toprağı alın terin Bir karış toprağını vermemek için Ölümüne direniyor Mehmetçikler Toz duman bulutlara karışıyor Derelerin tepelerin dumanı tütüyor Uçakların, bombaların sesi yırtınıyor Ve birçok asker çıldırıyor Gözlerde kaybolan bilinçler Hedefe meydan okurcasına, Avare dolaşan bir hiçtiler Adamlıktan çıkmış, vaziyetleri perişan Simaları dönmüş kömür karasına Rüzgârın önünde susuz dilleri kuruyan Güneşin şavkında umutsuz yüzleri solan Dünya savaşına meydan okuyan Vuslatta semah dönen dervişti onlar Dönmeden can veren vatan uğruna Ölmeden ölen, sil baştan dirilendi onlar Bir kayaya sinen korkuya ay şahitlik ediyor Cırcır böceklerinin çığlığı uyutmuyor Yıldızlar firarilere yön tayin ediyor Ateş böceği savaşmayın diye yalvarıyor Seddülbahir’de İlyas Baba sesleniyor Kırmayın, kıymayın, birbirinize diyor Barut dumanı tüten bir tepenin ardında Kalp atışları aynı her iki yakada Bir yıldız kaysa gök kubbede O an hisseder analar yüreğinde Bülbülün siperlendiği gamzelerinde O an korku siperlenir gözlerinde Rüzgârın siperlendiği alın çizgilerinde Bir hikmet vardır kader bilgilerinde Kurşun gibi ağır kör karanlıkta Teselli arar sigaranın dumanında O an orada gideceğini biliyor da Omzuna çöken korku ecele faydasızdır onda Kimi kârlı kalktı bu oyunda Kimi çakılı kaldı masada Kimin eli kimin koynunda Ve olanlar oldu sonunda Ceset kokusu yabanilere davetiye çıkarıyor Çakallar, baykuşlar, kuzgunlar, Pike yapıyor akbaba, kartallar Gecenin karanlığında hırlaşıyorlar Güneşin şavkında sinekler cirit atıyor Kolera, tifüs, sıtma kol geziyor 8. Bölüm Ey cesur asker kork! Kork ki ağlamasın anan, bacın, kardeşin Kır elindeki silahı Gökyüzüne fırlat elindeki bombayı Egemenin yüzüne fırlat içindeki nefretini Alamasınlar suyunu, ekmeğini Aşamasınlar ırmağını, derelerini İzin verme sana kefen biçmelerini Gitmesin kimseler bir daha uzak diyarlara Piyon olmasın kimse ocağından ırak savaşlara Adı savaş olan bu oyun bir politika Kazanç kapısı açar bankere, silah tüccarına Ali, Veli, Ahmet, Mehmet, Adı Maykıl, Corc ne fark eder? Türk, İngiliz, Fransız, Anzak Soyu sopu ne fark eder? Onlar Tanrı’nın aciz kulları Muktedirler ölümü işaret eder Umutlarını, aşklarını bırakır Tohum olur toprağa atılır Egosu şişkin kibirli muhterisler Acımasız kanlı savaşı sürdürürler İnsanı insana kırdırır Dünyayı yer bitirirler Yeni bir gün doğdu Şafak vakti ezan vakti, ayin vakti Eller semaya açıldı, dualar okundu Aynı Allah’tan yardım dilenildi Her iki cephedekiler fırladılar Duman tüten haki tepeciklere Suyu bol denizlere Gülü solmuş dikenlere Yemişi bol ağaçlara Ermişi çok dağlara Son bir hamle atıldılar Son bir defa saldırdılar Yine başladı göğüs göğüse kavgalar Bilendi çelik kasatura, hançer, baltalar Havada vınladı kınından fırlayan yalın kılıçlar Göğsünü parçalayan şarampol parçası O an olsa neylesin sırça sarayı? Neylesin altın gümüş-parayı? Hangisi sarabilir bu zalim yarayı? Kim avutabilir şu mazlum anayı? Kim susturabilir şu masum yavruyu? Bir serseri mermi gelmiş Birinin sırtına girmiş Birinin kafasına saplanmış kasatura İşte orada öylece kurumuş kanlarıyla Acımasız, yakıcı güneşin şavkında Yatıyor askerler yan yana Kurtlar, çakallar, akbabalar Ziyafet bulmuş savaş sofrasındalar Uzaktan yakından gelenler Yan yana düşen ölü bedenler Son nefeslerinde gülümsediler Ezel dilinde dillendiler Bu bizim savaşımız değil Ben ölüyorum Senin ölmen gerekmiyor dediler Göz göze bakıp helalleştiler Can cana yatıp veda ettiler Bu çıkar savaşında, garibin talihine Ne yazı geldi, ne tura Bir daha asker evlerine Ne yaz geldi, ne bahar |