ÖLÜME FLAŞ PATLATMAK...YALAN... Sanma ki sonsuza kadar sürüp gidecek bu hayat. Bir gelişi vardır, fikrimiz bile alınmadan, yaşam denen bu boşluğa, baş aşağı atılarak... İlk çığlık ilk isyandır sanki hayatta kalmaya, bocalarsın, savrulursun oradan oraya... Bir evim olsun istersin, garajında bir de araba, bir de kariyer, önünde herkesin ceketini iliklediği bitimsiz bir rüya... Ardından o da yetmez, düşünü kurduğun eş, boy boy da çocuklar etrafında koşuşturan... Sonra hepsi çeker gider kendi dünyasına, vefalı olan sadece sevgidir, hakettiğince yanında kalan. Uçsuz bucaksız sandığın o sonsuz zaman, yine çekip gider, haberin bile olmadan, aynı başlangıçta olduğu gibi, asla sormaz, ister misin ya da en azından hazır mısın, zamanı gelen sonsuzluğa... Yalandır şu büyük amfi tiyatroda, rolümüzü oynar ve çekiliriz, perde arkasına, birer birer, sözlerini unuttuğumuz güzel bir şarkı olur çoğu zaman, ya da tekrar tekrar oynamaya can attığımız o şahane dakikalar, hani, hani, hani, o bir saniyesine bir ömür değer biçtiğimiz, ve zaman dursun, ah keşke zaman dursun, şimdi, şu anda, diye hayıflandığımız, o muhteşem mutluluk ışıldayan, üzerimize yakışan, bizim olan, gerçekten bizim olan görkemli dakikalar... İşte geriye dönüp baktığımızda, yüreğimizdeki albümde, sadce o fotograflar vardır, dünden hatıralar... Yalandır, sakın gerçek sanma, yaşanılan hayatı. Gökyüzündeki yıldızlar gibi, birer birer söner gider... Takvim yapraklarından eksilen her geçen gün, kaçınılmaz sona br adım daha yaklaştırır, bir gün, hayatındaki doğruları ve yanlışları alarak sağına ve de soluna, yerleşeceksin musalla denen o tahta, ne gümüş işlemeli kaftanın olacak sırtında, ne yakut yüzükler, ne safir gerdanlıklar, ne elmas alyanslar parmağında. Ne peşinde koştuğun, ve öyle böyle elde ettiğin malların, ne özenle büyüttüğün çocukların, olmayacaklar yanıbaşında, sadece sen, sadece sen anlıyor musun beni, ve hayat denen şu engin toprağa ne ekip biçtiysen, onlar sürgün verecek, sorgu anında... Kimlerin canını yaktın, ateş misali ölçüsüz sözlerinle içini acıttın, ya da aldattın? Kimlere kızdın kırdın ya da kınadın... Kimleri sevindirdin karşılık ummadan, ya da kimin avcuna gizlice nafakasını sıkıştırdın, güleryüzünle kimi sevindirdin yüreğinden sunduğun selamla... İnce ince, ipek bir halı gibi dokunacak, atkısı hilelerin, çözgüsü güzelliklerine dolanan... orada roller olmayacak, ezberler unutulacak, hele hele, maskeler çıkacak, tüm doğrular çıkacak olanca çıplaklığıyla... Yalan, yalan anlıyor musun hepsi, herşey yalan şu kepaze dünyada, güzelliklerin pul olup satışa sunulduğu işporta tezgahlarında, senin ruhun şık bir vitrin gibi dev spotlarla yanmalı... peşinde koştuğun, en ulaşılmaz arzunda bile, koskoca bir son ve ölüm saklı, anlıyor musun beni, doğrular ve yanlışlar vardır HAS olan, eğer sen, bu halis çizginde sapmazsan, o peşinde ihtirasla koştuğun dünya, seni kovalar tüm hızıyla... Maneviyattır ey dost maneviyat, gerçek olan, tutun ona, tutun sımsıkı, ve asla bırakma... Hepsi koskoca bir yalan, ve aldatmacadan ibaret, sakın unutma, günün birinde, kalacaksın, o buz gibi mermerin üzerinde, tek başına, ve sadece kendinle baş başa! Nilgün ÇAKICI/14 mart 2008 cuma/10.30 |