Şifalı Sözcükler KülliyatıBu çarşaf, bu yatak, bazen benden heyecanlı. Upuzun bir kalp saklanmış perdenin ardına. Saklanamıyor, görüyorum karanlığını. Neyse ki görünmeyen hisleri beyaza kaçıyor. Ya da beyaza kaçıyor ihtilaflı tüm renkler. Gökyüzü işçileri kanatlı ressamlar. karın tokluğuna boyuyorlar bu yetim besteleri. Hepsinin toplamı : Şifalı sözcükler kül-liyatı... Bu filmi kaçırmak istemiyorum. Fark etmez, tereddütlü bir akşamın üstünde de izleyebilirim. Bu sefer hiç bir yılgınlığa ısrar etmeyeceğim gidin diye. Zaten yeteri kadar kayıp verdi tarihim. Yeteri kadar iltihaplandı ruhum. Bir simit bir çay yeter bu kederin karnını doyurmaya. Yeteri kadar gördüm onların gözlerindeki tiz ürkekliği. Hepsi de tedirgin, uykularındaki kapı sanki hiç açılmayacakmış gibi. Hepsi de atölyelerinde tekrar işliyorlar dudaklarını. Öpmelere hazır olsun diye dudakları. Bu sefer, "indirim" etiketi olmadan. Hiç bir ucuzluğa mahal vermeden ve aldırmadan sürüyorlar rimellerini kirpiklerine. Neyse ki denizin rengi hala siniyor göğsümüze. Verilmiş sadakamız varmış. Yine de en çok geceleri paslanıyor, sevmelerine yaptıkları makyajlar. En sonunda anlıyoruz; bizim hiç öyle bir aynamız olmadı. Bakar bakmaz ağlayacağımız, gösterişsiz yeminleri saklayan. İstek parçanızı boş bulduğunuz bir cümlenin yanına koyun sırası geldiğinde çalarız, bilinçaltımızdan seçeceğimiz bir arzuyla ne ıstıraplı bir repertuvar, ne şahane bir kuyu, kıyamet renginde Bu filmi mutlaka seyretmeliyim. Kameralar, uydurulmuş imgelere yakın planda. İzlerken, şehvet duygumda garip bir karıncalaşma. Bütün sevdalandıklarım iç içe. Müthiş bir parazitlenme. Daha önce hiç öpülmemiş sırlarımı çıkarıyorum çeyizimden. Sonra en iyi bildiğim duamı okuyorum, portreler mezarlığında. Vesikalık yalnızlar tepesinde, toprakları üşümüş çiçekler. Beni affedin, bazen incittim gövdelerinizi. Biliyorum, unutulmaya gelmez yapraklar, kaybolurlar kendi baharlarında. Terzi martılar, her sabah yeniden dikiyorlar denizimi. Bu filmler... Müstesna the end-ler. Rutubetli yaşamlar. Vaktimiz çok dar, hemen sevip, hemen üzülelim. KIskanç film araları. Filmin neresinde kaldığımı unutmamak için koydum koca koca ayraçları, kanayan sahnelerine. Sonra, en mesut yerine geliyorum uzun metrajlı trajedierin. Işıklar, oynayanlar, sarhoşluktan yalpalayan yanıtlar. İyi niyetle okşanan bir el, ne kadar üvey olabilir. Şuursuz bir bıçak, şiirine saplanmadan önce, ne kadar huzurlu olabilir. Çok eski dostumdur bu cümleler. Hukukumuz var paylaştıklarımızla. Yine de beni bağışlasınlar yerli yersiz açıp kapadığım parantezler ( Saydam Zaaflarım) ( Gittikçe silinen alın yazım) İlk kalbim ispiyonladı tenimi. Tek bir eksiği vardı bu filmin, filmlerimizin. Noktalama işaretleri unutulmuştu. Hatta ve hatta bütün ünlemleri ve soru işaretleri grevdeydi. Kimi cümleler ayrı, kimi cümlelerin de göbek bağları düğümlenmişti. Ve omurgalarında unutulmuş bir dolu badire. Hepiniz farkındasınız, daha keşfedemedik o sevişilmemiş kıtaları Ama yine de rotamızı bir kez daha çeviriyoruz suretlerimize. Bir kez daha çoğaltıyoruz masum suretlerimizi. İki nüsha göğsümüze, iki nüsha yorgunluklarımıza. Aslı ruhumuzda kalacak, arşiv vazifesiyle. "Ağlayan çocuk" tablomuzu da asıyoruz güvertemize, biterse hüznümüz diye. Hepiniz hazırsanız, kırabiliriz dümenimizi, o esrarlı köpüklere, Baylar bayanlar! Yolumuz açık olsun! Oktay Coşar |