İstanbulBiz İstanbul’dan ayrı kalmaktan korktuğumuz kadar Allah’tan korkmuyoruz. ........... Sosyal paylaşımlarla hala mutluyum imajı veren bizler, sadece kendimizi avutuyoruz. Çoğumuz için cumartesi öğleden sonra başlayan özgürlük, pazar akşama kadar sürüyor. Kazanılan hatırı sayılır paralar maaştan hallice ev kiralarına gidiyor ve biz sırf onlar geziyor diye istemeyerek kendimizi sokağa atıyoruz. Kimse terk edemiyor İstanbul’u, çünkü insanlar paylaşım yaparken biz Anadolu ormanlarında nefes almaktan korkuyoruz. Hep sonraya erteliyoruz planları; bundan, şundan ya da bu işten sonra son diyoruz ama yinede çıkıp gidemiyoruz. Biz İstanbul’dan ayrı kalmaktan korktuğumuz kadar Allah’tan korkmuyoruz. O kadar seviyoruz ki büyük şehirleri; iş çıkışı saatlerinde eve gidebilmek için yirmi milyon insanın arasından geçerek, on dakika da olsa eve erken gitmeye çalışıyoruz. Yemek yedikten sonra varsa bir sigara yakıp hayaller kurarak diğer günün çilesine uyuyoruz. Biz bir köy evinde tarlada çalışmaktan ve nefes almaktan korkuyoruz. Biz gerçek yaşamın yirmi yılda ödenmeyecek evler almak olduğunu düşünüyoruz. Kim ne derse desin biz kendi kendimizin beyaz kölesiyiz. Biz mega şehirlerin modern, mavi, beyaz yaka kölesiyiz. Biz paranın asla değer bulmadığı şehirlerde para kazanmaya çalışan ve asla anne babasını göremeyen, bayramı namaz yerine denize yeğleyen insanlarız. Evet suç bizim. Biz bu şehirde ayakta durabiliyorsak, her gün insanlıktan çıkıp geceleri stres bahanesiyle eşimizle tartışıyorsak ve tüm imkanları yine kendimiz yaratabiliyorsak ve gitmiyorsak, görmüyorsak, istemiyorsak yaşamak, suç bizim. Ben, şimdi yine söz veriyorum her gece verdiğim gibi, ben babamla öleceğim. Annemle öleceğim. Beni seven insanları yalnız bırakarak değil, herhangi bir Anadolu şehrinde değil, benim istediğim bana benden kalan bir şehirde, babamın yanında öleceğim. Ben, bana verilen onca yaşam arasından pazar günlerini bekleyerek değil; hayaller, planlar ve mutlu ev hikayeleriyle değil, emeklilik hayalleriyle değil, prim, yüksek maaş, bayram beklentileriyle değil bir Anadolu köyünde yahut bir başka şehirde, insanlardan uzak bir yerlerde "kendim" olarak öleceğim. Ben, pazar günlerini, pazar tezgahında hatırlamak üzere, bana verilen bu hayatı, hidayetle süreceğim bir başka dünyada öleceğim... Ben, sevgilimin bana süreceği alternatif zenginlik fikirlerinde değil yahut emeklilik hayalleri, hafta sonu kaçamaklarında değil, kafamın estiği bir yerde ölmek isteyeceğim bir şehre gideceğim. Henüz vakit varken babamın yanında öleceğim. Henüz vakit varken, bir plan daha yapmamışken ve yine aşık olmamışken, pişman değilken, bir pazar gününü bir kez daha beklemeden bu şehirden gideceğim. Hakan Erbaş |