Karmaşıklığın Ördüğü Adam
Tüm karmaşıklığın ördüğü bu adam sadece kaçıyordu kendinden
Doğum, ölüm, yaşam duşun daydı tırnak aralarında kir. Nefesli çalgılara inat hayatın küskün yanlarını bir tarafa bırakarak Küçümseyen görkemiyle mermer bakan mozolenin sığındı ihtişamına. Bir kadın yada gölge giydirilmiş imparator edasıyla bin ağızlı şarkılar söyledi oradan, Gece yarısı beslemeleriyle karanlığın orta yerinde zift karasına belenip… Hiçbir nem, hiçbir ağız sağır melankoli de yorgunluğuna görmedi koşturduğunu da … Kapı dışındaki tüm şeylerden daha az değerli değildi bet sesli kumpas oratoryoda Işıkları sakin ve parlak akışlı kent sokaklarında kaybolan ilhamı arıyordu kör adam. Bir yaz ruhuna soruyor son dördündeki gümüşten renk devşiren hilalin altında. Aşırı yaşlılığın kırışıklarına yansıyan şafağın renklerini, ozonu soluyor rüya ile görüştüğünü bilse de Sonu azalan yolda ardında adımlarına bıraktıklarına döndü adam… Ayrıcalıklı günde yüce söyleşiye soğuk, ağrı ve emekle taşındı Ve öfkenin erittiği buzdan askerlerine yağmur ağırlığı geldi… Rüya koşularının dışındaydı, ellerini Güneşe, Aya, yıldızlara uzatan adam. Görkemli bir konuşma, nazik bir dokunuş ve Gökkuşağı renklerini doldurdu ruhuna… Azalan adımlarına kum saati tükenişini kattı, kattı kalp ritminin azalışını, Son adıma düşüşü bir şehrin son ışıklarına yığılışıydı. Ne canlıydı, nede ölümü giyinmişti, giydirmişti suratındaki çizgilere tatlı bir gülümseme sonsuz resitalin melodilerine karışıp gitti… hOça 2015 |