Soluksuz Rüya
Ney sesiydi içimde dergâh
bir yaprak hışırtısı kadar. Kırılgan. okyanuslar kadar geniş en yorgun kızın rüyasına yağan sıra dağlarla yarışan direniş; sağanak sağanak güneş gibi yangınlı; velakin tül gibi şeffaf ve narin. Sessiz bir şiir konuşur duvarda sahneden çekilir uzayan, kısalan gölgeler. O içten içe dolan şafi nefes boşlukta yaratılan duru ses boğumlarla kurulu bir kafes siyah başlı kamıştan kuğu ki yüzdüğü fanus boynundan damlayan okyanus. İlk yaratılan Nur’du. uzakta kısa, yakında uzun yankılar ona dokununca duruldu zamanla ayak uydurdu herkes uyurdu bir zaman o konuşurdu ay gibiydi ama aktan öte nurdu Geceler günleri doğurur her şafakta ufkun karnı burnunda insan insana süt emzirir gece insana rüya insanca gelir üryan gider üryan tek soluk kalır o da o’dur toprakla konuşur insanca akika kurbanı kıyafetinde koparılır göbek bağından havada boğulur, ruhuyla kurur tek soluk duyulur sonsuzca geri kalan ne varsa rüya… |