Sırtın ölüm döşeğine değmeye görsün bir kere
Sırtın ölüm döşeğine değmeye görsün bir kere.
Önce dünyadaki onca hava çekiliyor gökyüzünden, Sonra her bir dağ biniyor, her bir hücrene ezmecesine. Yelkenler fora diyor bir kaptan rüzgârın en delisine Ve düşüncelerin sürükleniyor, Mazi denen girdabın merkezine ve derinliğine. Sarılıyorsun suyun içinde suya. Parmakların karşılaşınca ellerinin ayasıyla, Bir manzara beliriyor karşında, onüç, on dört yaşında, Çelikten kafes içinde, bir kırılmaz cam arkasında. Başrolünde sen, en canlı halinle bir yaz sabahı Ayağında kara lastik, ayağın ondan kara. Bir elinde döner ekmek, diğerinde kola, Kasabadasın öğle sıcağı, babanda yanında. Bakarken ağzının sulandığı dahi oluyor, Gözlerine eşlik edercesine ve kendi gelen bir yutkunma. Bir çırpınman yetiyor başında okuyanların hızını artırmaya. Bir bakış ötede, siyah beyaz bir manzara, ahşap çerçevede, Ne güzel de duruyor karın yanında, beyaz gelinliğiyle. Yüzünde gülücükler, ellerinde titreme yarışmada bacaklarınınkiyle. “Keşke” diyorsun;”başucumdaki bakışını görebilsem”ve “Ve yakalayabilsem aradaki uçurumu”. Ama nafile derinleştikçe bulanıklaşıyor, Gördüğün en son ışık bile titremede. Düzleştikçe girdabın çukuru yüzeyde, “Son bir nefes daha”feryadı yankılanıyor, Verdiğin her nefesin sonunda, hem içinde. Yüzünde asılı kalıyor bir nefes daha alamamanın hüznü. Ve bir özlem gözaltlarına sıkışmış kalmış mor halkalar arasında. En sonrakinden sonra sımsıkı ve sıcacık saramamış olmak karını. Ne de zor çıkarmış meğer can, Bıçakların en körü, güneşin gözünde kaynamış Sonu gelmez bir saplanışla girmede yüreğine. Sonunda karında alıyor nasibini, Avuçlarındaki elinin soğukluğundan. Her şey o son nefesle olup bitiyor. Herkesin dediği, sanki bir film şeridi En son kare takılı kalıyor perdede, Soğuk, karanlık, sessizlik ve yalnızlık. Hepsi iç içe. |