Menkıbe-i Yunus Emre
(Buğday mı, Himmet mi?)
Sarı köyde yaşar idi Rızk peşinde koşar idi Anadolu perişandı Yunus fukara bir candı Zaman böyle geçer iken Ekin ekip biçer iken Bir kıtlıktır sardı yurdu Çitçileri yaman vurdu Ektikleri bitmez oldu Ocakları tütmez oldu Yoksulluk canlara yetti Ahalinin sabrı bitti Derken bir gün ilden ile Bir şayia düştü dile Hacı Bektaş adlı bir pir Herkese olurmuş dest gir Hem açları doyururmuş Yoksulları kayırırmış Yunus dahi duydu bunu Almak için umduğunu Düştü kağnısıyla yola Bu fakrına çare bula Dalıp gitmişti bir ara Nazar etti ufuklara Aklı köyünde kalmıştı Baktı epey yol almıştı Sonra birden akıl etti Kendi kendine ayıttı Erenlerin tapusuna, Boş gidilmez kapısına Etrafına şöyle baktı Alıçlara göynü aktı Topladı birçok alıcı Artık boş değil avucu Çare için eyvahına Varır Bektaş dergâhına Bektaş’a malumdur hali Yönelterek şu suali Ona nasip teklif eder İste nasip vereyim der Benden buğday bekler hanem Nasip olmaz derdime em Hünkâr derki müridana Buğday verin gitsin ona. Sevinciyle buğdayının Düşer yoluna köyünün. Düşer amma düşmesine Cevap arar iç sesine Bir sıkıntı basar gönlü Bir değil sanki bin yönlü Acep hata mı ettim ben Nasip, nefes ne bilmeden Kafasında birçok soru Cevapsızdı işin zoru Şöyle süzer etrafını Anlar o zaman gafını Dağlar arasında ıssız Bir yoldadır şimdi yalnız Düşünceye daldı gitti Geçmişini hayal etti Moğol zulmü, kıtlık derdi Çektikleri pek beterdi Eziyet üste eziyet Böyle çetindi vaziyet Hayal gerçek arasında Gidip gelme sırasında Aklı dergâha uzandı Gönlü pişmanlıkla yandı Karar verip döndü geri Bekler buldu dervişleri “Ben yanlış yaptım erenler Beni anlayın yarenler İşte, alın buğdayları Nasibimi verin geri.” Durum Bektaş’a söylendi Yunus nasip ister dendi Dedi Hünkâr “olmaz artık Bu kapı Yunus’a örtük Kilidi Taptuk’a verdik Yönünü ora dönderdik Nasibini ondan alsın Buğdaylar kendinde kalsın.” İbrahim Sağır |