Olasılık
Mahzun notalarında
son cır-cır’larını hûşû’yla dinlerken Ağustos böceğinin, davetsiz ve apansız gelip, en dipten vurdu yine eylül sarısını kuşanmış hüznüm.. Gurur’un gizli kıvrımlarından firar ederek ve gölgesine arsızca saklanarak çaresizliğimin.. Yalnızlığımı, garipliğimi, tekmil mutsuzluğumu -ağır silah- gibi kuşanarak ve her zehirli mermisini, oy sevdamdan canevimden oy !..., yani tam on iki den vurarak; o sevdam ki: Siz bilemezsiniz şimdi !. Eskiden, çevremizde herkes bize hayrandı !. Mutluluğumuza gıpta edilir, ölesiye kıskanılırdık... İki nohut oda, bir fasulye sofa, bir lokma aşımız, kayğısız başımız ve yarına dair umutlarımız boldu;... Yani keyfimize diyecek yoktu. Hele birde aramıza katıldı "Kınalı Kuzum" "Özge Kızım" ... Güzel bir ülkede ama bozuk bir düzen-de yaşarken tek düze gitmezdi elbet yaşamın hızı ve mutluluğun tadı tuzu. Yorğun bedende arttıkça sağlık sorunları, ağrı, sızı, bu yetmezmiş gibi birde başladı ekonominin bozuk caz’ı ; hâliyle epeyi düştü cebe giren paranın nabzı.... Biz doksanlı yılların başındaydık ; -Birileri-de hükümetin başında. Halk’ın lokmasını, alınterini "Anasını Çıkını’na" dolduruyordu?. "Yasal Maşaları" da "Yüksek Vatan Menfaatleri" uğruna -karanlık ve derin operasyonlarda- "Bin kurşun sıkıp, -Bin Faili Meçhul- ???" vuruyordu !.. Bu toz duman hengamede ve bir gecede, devalüasyon ve çift haneli enflasyonlarla, paranın değeri ve -insan hayatlarımızın ederi- kat be kat dibe vuruyordu. Yaşamımızdan eksilenler birilerinin cebini ve kasasını ve kursağını dolduruyordu. Boşalan cüzdanımda artık para yerine, ödenemeyen borç listeleri ve tomarla fatura duruyordu. İnceden inceye çatırdıyordu mutlu evlilik kurumumuz ve harcına özenle kardığımız sevgi ve sayğımız. Üstüne titredigimiz bütün -itinalarımız- eski fotoğraflar gibi bir bir sararıp soluyordu... İşte ! Bak şimdi; sevdam ve ben yalnız, bir başıma, bir garip, eylül’de bu yüzden, zamansız ve çok erkence üşümüş, çokça naçarlığa düşmüş düşlerim bile tepeden tırnağa çıplak ! Bir yudum sevgiye aç ! Tek olasılık mahcup ve bir o kadar utangaç haldeyim. Dün gibi ve paslı bir çivi gibi aklımda; çıkarken seninle bu yola, benim çekincelerim vardı. Sen se ne demiştin sevgilim iyi hatırla: 《Benim kanım, seninkinden daha mı kırmızı ?. Sen ölürsen, ben de ölürüm !. Sen aç, ben de aç !. Sen nereye, ben oraya !...》 Demiştin de !!!......, Sevgi’de, vefa’da ihanetin -rekor eksi-lerden niye vurdu? Hep dik ve güleç yaşamış yüreğim; aşk yanardağının mağma ısılında o saniye, öylece niye dondu ?.. Bunu anımsattığımda sana: 《Sen hâlâ oradamısın ?. Köprünün altından çok sular aktı. Eski camlar bardak oldu !...》 İşte senin acımasız duyğusuz ve vicdansız -akıl tutulması- yanıtın bu oldu !.. O saniye buz kesti bende yaşam; akıl ve zaman dondu. Dokuz şiddetinde bir deprem yemişti, aşka, sevgiye ve vefaya olan İnancım.. Bu yıkımın -artçıları-ndan bile ne kaçarım, ne göçerim kalmamış, her bir damla gözyaşım, bir yıldırım yanığı gibi ard-ard’a vurmuştu yanaklarıma. Artık nasıl kaçıp sığınabilirdim ? Masum ve ihtimal şifa sığınaklarıma.. Şimdi benliğim, bu yüzden, sadakat ve aşk malulü kronik bir vaka. Ruhum sa sessiz......, tutki ölüme yatmış, yaşayan gözün gördüğü tek tablo, vefasızlıktan zehirlenen, sancılı bu beden kalmış. Ve tutki, devasa bir buz dağı gibiyim. Sen beni böyle düşün, düşün ki her gece gizli gizli ve soğuk soğuk ağlarım. Güzel düşlerime vefasızlık kıvılcımın çakmış. O sözlerinle dimağımı eşeleyip beynime, ömrüme gömdüğün bir serseri mayın gibi ve çok zamansız ecelime vuran o -tam isabet-le sınanır gibi, tonlarca dinamitle havaya uçup, yanmış kül olmuş ve göklere savrulmuşum.. Şimdi yedi iklim, yedi ülkeye dağılmış durumda ölü ve mülteci duyğularım. Ve şimdi sen geri gelip te her bir zerremi, tekmil parçalarımı toplayıp, birleştirmeden, her bir derin izdeki derin acılarımı -kendinle- üleştirmeden, kırılanın, dağılanın bir ben olduğumu, bedenimle ruhumun tarumar, ne halde olduğumu sen nasıl bileceksin ?... Yaşarken o kadar çok öldüm ki sayende, sen sebebim; inan, ölümün hükmü yok artık bende ! Bunu böyle bileceksin ! Böyle bileceksin ! Yeter sayısındaki acılarımı ya gelecekle çarpacak, belirsizlikle bölecek, artı’yla gömeceksin; ya da içten bir özür sevgi dolu -o eski bakışla- , kömür gibi kararttığın şu yüreğimin kara tahtı, kara bahtımdan bir çırpıda ancak sen sileceksin ! Sen sileceksin !...... 07/17:09:2012 |