kasabaherkes kapısının önünü suladığında ne güzel kokardı kasaba kaldırımları kasvetli akşamlar bastığında bu toprak kokusu kömürlü döner ocaklarının sönmesine bağlıydı biraz da günlük gazetelere erişmek ne mümkün hiç görmemiştim tehirsiz girdiğini istasyona pasinler ekspresinin yediyüz kilometreye kaç defa dönmesi gerekir ki tekerleklerinin umutlarımız bile ona bağlıydı hafta sonu sinemasına reklam panosuna asılınca başka afişler anlardık geldiğini değişik film şeritlerinin önce kasaplar çekerdi darabalarını usulca yere o zamanlar pek önem verilmezdi çelikten kilitlere aşağı çarşıda çökünce sessizlik bilirdik ki bakırcılar koydular çekiçlerini yerlerine ve sonra cıvıltılar başlardı salkım söğüt dallarında yol sızısı düşen kuşlar gelirdi tünemeye sonra kitapçı halim amca gizliden dalardı azizin lokantasına kin duyardım ki öyle bir rakıyı yudumladıkça beş kuruş bile aşağı vermemişti bana ömer seyfettinin kaşağı’sına o kadar yalvarmama ölür müydün sanki bir bardak az içsen vurmasaydım kendimi yayan yapıldak köy yollarına hayatın bitmesi lavaş kokusunun rüzgârla sarmaş-dolaş oluken başlardı mengüç kaldırımlarının başı yere eğik insanlarıyla pazardan arta kalmış kiminin boynunda heybe kiminin belinde hamança söz birliği etmişler gibi sanki ederinden az vermişlerdi peynire yoğurda öküz gönünden çarık elli yerinden delik kaç bitlis sarması içilecek şimdi yayla cılgalarında ne ben direnebilirim karanlığıma ne de kasaba kaç eşkiyaya silah çeksem kaç bezirganı soysam gücüm olsa da üste gelir mi yüzümüz güler mi bu kara yamalıklara horasan pirleri tırıs mı geçti kaderinden gene de karnımız değilse de tıka-basa doymuşuz betinden bereketinden bir eğri kanatlı kuş bile uçmadı bizde bıraktığın muhaşeret gölgelerinden kasım |