yANkı..Şiirin hikayesini görmek için tıklayın susuyorum şimdi...
ellerimden önce tenine düşen sesim/hecelenip sen oluyor..kelime/kelime dokunuyorum sana..dönüşüyorum sana ki her gece/yatağını terk edip delice çağlayan bir ırmak gibi yalın/ayak..çırılçıplak sana koşuyor..çıkmaz sokakların kuytularında gölgeler çoğaltıyor/özlemle çoğalıyor..teninin üzerinden renkli taşlar topluyorum parmak ucu dokunsallığımla ki yüreğimdeki mührünle yol alıyorum.. içime girip büyüyen..içimde kayan vuslat kırıntılarının erozyonuyla etrafa saçılıyor aklım..umursamıyor yürüyorum gece yarısından/sabaha dek..dilekler adıyorum yıldız tozlarından/kaçmanı diliyorum benimle bir başka dünyaya..kulaklarımda kırgın bir melodi/ ince sızım... (...) demek tırnaklarını çıkartıyorsun oysa sadece etin acır düştüğün kuyularda ki Yusuf gözüyle b-akıyordum. öncesi ve sonrasıyla şekilsiz kuyulara düşerken çocuk tabanları ne yaşar anlata bilir misin bana... AN(ı)larının söküklerini dikebilir misin? düş terzisi hassasiyetiyle çıkmaz sokaklardan dönen kaç mülteci tanıdın dönme sırtını, çevirme yanaklarını, öpüp çıkacağım çarpmadan kapılarını kanatların ki bazen toplamlarından sıyrılıyor hayatın eksiliyoruz bazen korkarak veya büyük bir cesaretle nakaratlarını da unutuyoruz şarkıların ve kokularını tenlerin tırnaklarımızı yiyerek tüketiyoruz kendimizi ki bil-iyorum işte bu yüzden sokuluyorum kendi içime… aynaların şekilsizliğinde kırılırken gölgem, taşınmaz ırmaklarında yıkanırken yüzlerim ben, bir Adem soyuyum dedi mavi boyadı göğümü... yarı açık unuttuğun kapılardan sızıyordu günleri zamAnın ve biz, bir biri ardına söylenmemiş sözler bırakıyorduk bir merhabanın ardında ki alışıyorduk yani birbirimize bile... eksik sayfalarda, korsan basım kitaplar gibi dizilmeden raflara, saklanıyorduk/ bir kaç parmak ağırlığınca dokunuşlarımıza ki anlam ilk kez o zaman yoruldu/sanırım ..biçimsiz/eksik haritalar çizerken omuzlarımıza... ve biz ki sevgili; söylenmemiş sözleri öldürüp, kavim kavim serpiştiriyorduk uyumadan hemen önce akacağımız ırmağın/yatağını daha şık yapsın diye duygularımızın üzerine ki kendimizi kandırıyorduk, kendimizin uydurduğu yalanlarda... ben, sağanak oluyordum. sen, bir göçü taşıyordun sırtında. bütün inandıklarımız bu yüzden sırılsıklam oluyordu sadece... anımsa, bir çocuk uykusu buluyordun erken kalktığın sabahlara bazen karanlıktan korkan belkide uslanmış artık şimdilerde... çıplak ayaklarınla koşarken sen seslerini duyuyorum giderek daha hızlı her seferinde biraz daha... tabiri yapılmayan uykularda, rüyalarına uyurken sen ben sayıklamadığın bir düş/ -düm tekrarlanırken sözleriN... sen gidiyordun evet yüreğine işaretlenmiş bir ben ve saçlarının arasına saklanmış bir kaç masal kahramanıyla, korkutulmuş bir çocuğun suskun çığlığıyla kaçıyordun seni izliyordum/ ve hiç unutmadım... söylenmemiş sözlerini, merdivenleri, saçlarını ve savurmanı şiddetini sonra ki bir yankı gibi dağılmıştın tüm boşluklarıma... (...) |
diyemediği tüm biz'ler parçalanıp toplanıyor bir yankı'da...
hiç bir şeyin bir biz etmediği geçmişinde öylece geçip gidiyor yüzler.
öylece...
...
Sevmiyorum iyi yazılmış şiirleri. Olmayan olamamıs olamayacak herşeyi hatırlatıyor böyle insana