2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
2418
Okunma

Nazlı bir akşamın kursağında,
Zalim bir soğuk, kış yakın, üşütmekte
Işık; en kör kuyunun dibinde
Ay esir ve tutsak, bir bulutun ardında prangada
Yıldızlar göğün gürültüsüyle üşüşmüş
Her yön kara, her yan tutulmuş karanlıkla
Bense titreşerek sabahı bekleşirken
İrkildim, esen rüzgârla tüylerim diken diken
Sonra bir yaprağın düşüşünü gördüm dalından
Sararmış, mazlum ve mahzun
Hatta belki masum…
Ayağım tam da üzerine basarken
Önce duraksadım, sonra durdum.
Düşündüm… Şöyle ki:
Evvela her kışın vuslatı bahar
Eğer bu yaprak düşmezse,
Bu rüzgâr esmezse,
Ay esir düşmezse,
Yıldızlar üşüşmezse,
Karanlık her yanı sarmazsa;
Yeni güneşin ışığıyla filizlenen,
Çiçekler açan,
Sonra meyve veren,
Yeşil yapraklar ve cıvıl cıvıl bahar;
Tutulmuş olduğu zamanın zincirinde,
Ve hücresinde,
Bir asi gibi kaçak olup yetişemez güne.
İşte ben sevmeyi, sevilmeyi
O düşen masumdan
Sararmış yapraktan öğrendim.
Sonra döndüm nefsime;
Birini seveceksen işte böyle sev dedim.
Sev ki;
Geceni ay ve yıldız,
Gündüzünü güneş aydınlatsın,
Yönünü buldursun kutup,
Filizlenip versin meyvesini tohum,
Geçsin kış ve boğum,
Uğurlar olsun güze,
Esen soğuk yele,
Pusa ve sise…
Gelirse hoş gelir bahar
İşte bu naçiz yüreğime…
Sonra sevdim.
İşte tam böyle sevdim
Adına ise “Aşk-ı Kübra” dedim.
5.0
100% (8)