2268 IV: Fok balıklarıŞiirin hikayesini görmek için tıklayın 2268 I: El feneri
“Bir vardı bir yoktu. İç gruplaşmalar ve sürtüşmeler direnme gücümüzü azaltmıştı İktidarı ele geçirme sanatını bir türlü başaramıyorduk Taktik stratejiye bağımlıydı, biliyorduk Ama biz inatla taktiklerde kalmış stratejiyi unutmuştuk Küçük hareketlerde sayfa beğenmelerde dar sokaklarda Cenazelerde, anmalarda, ağıtlarda Hep ağıtlarda Hiçbir zaman büyümedik Kararsızlığımız, kuşkuculuğumuz uzlaşmacı ve teslimiyetçi ögelerimiz ayaklanmalara karşı çıktı Yönlendiremedik, kıvrandık ve yenildik.” Dışarıda yağmur yağıyor çılgınca İçeriden duymuyorum yağmur damlalarının ıslaklığını Dev pencereler boş sokağa kapalı sımsıkı ağlamaklı Perdelerimi çoktan yakmıştım yakmadıklarım sandıkta saklı Güneş doğa gelirde tekrar takarım diye Işık kolları sararda ölürüm durduğum yerde Olur ya.. alışık değilim sımsıcaklıklara Nefret ettim yağmurdan! Çamurdan kapkaranlıklardan! Oysa öyle miydi önceleri? Yağmur ki, hep avucumda, kırıldı kırılacak cam eli Sevmeyiz şemsiyeli yürüyüşleri, sırılsıklamız aşıklar gibi ... Hepsi eskidendi Eskidi ... Kendi kendime gürültü çıkartmak amaçlı eve kapanmış, keman çalmaya çalışıyorum Tellerimden sürtüne sürtüne çıkan çarpık notalar pas kokuyor Ancak yay koptukça, çıkıyorum dışarıya Müzik Market’e, yenisini almaya Dünyamız, Hiroshima’dan sonra bir atom bombası daha yaşadı Gezegende petrol bitmiş, iklim giderek değişmişti 2030 senesinde Mars’a ilk dört insanlıktan kalan parçamızı göndermiştik Şimdi dört tane astronot daha yolda olmalıydılar Biz kalanlar için herşey zordu Yağmurluydu yağmurdu yağıyorduk Drenaj ızgaralarına Yine yayımın koptuğu bir gün Müzik Market’e giderken gördüm Üstünden geçtiğim paslı ızgaradan sanki bir elfeneri bana göz kırptı Orada biri mi vardı? Yerin altında? Üstelik pil sahibi olacak kadar zengin? “Bir vardık bir yoktuk Sonrasında şimdi okuduğun mektup olduk Bir sandık el feneri ve akmayan pillerini sardık sarmaladık gömdük en derinlere Bizden sonrakiler belki bulur diye Bulan merak ederse, içine ekilen o zehirli tohum ya mütasyona uğramış yahutta çürümüştür Umarım sonuncusu olmuştur” Izgarayı kaldırdım Üstüm başım çamur Elimi tuttu biri aşağıdan Korkmadım meraktan Çekti yerin dibine beni Elinde bir el feneri Aşağı kat kat inen basamaklardan inerken uçarak, sanki adım atmadan: ”Müzik Market’te gördüm seni Bizdensin, unutma göreceklerini.” dedi ve açtı el fenerini... 2268 II: Altın sarısı kum Her yanımızın kırıldığı bir akşamdı Oraya buraya vurula vurula yıpranmıştı bedenlerimiz Aynaya baktıktan hemen sonra içeri kaçıp gözyaşı biriktirdim mendilime Birileri mi haksızdı ”Niye hep biz” leri yaşatan? Bilinçaltımız mıydı en derinden kanatan? Korkuyordum Korkuyordun Korkuyordu Her düşen eninde sonunda nasıl ayağa kalkmak zorundaysa ben de öyle kalktım Sen kalkmadın, ben kaldırdım seni minik ellerin soğuktu sanki olsun Darmadağılan paramparçalarımızı topladım Sessizliğin sesini avaz avaz kim açmışsa kapattım Bilirsin sevmem, havalandırmadan gelen uğultunun inlemesini Sımsıkı sarıldım Sarıldık Duvarın oynak tuğlasının ardında siyah bir kutu vardı Tozunu aldık, açtık kapağını Eskileri karıştırırken içinde plastik bir şişe bulduk Seninle, bir elin bir elimde Nereye sığsak şimdi biz bu sevinçle? Şişeyi aldın Gözlerinde pırıltı yüzünde kocaman bir gülümseyişle Ben şişeye bakıyorum sense içindekine Kardeşinde yanaştı yaramazca Bilirsin herşeye meraklı kahramanca Gözlerimiz patlarcasına ”Sihirli olmalı!” dedik hep bir ağızdan! Tane tane döktüm altın sarısı ince ipek kumu avuçlarınızın en içerisine Bu kum ki ta Cojibar’dan Hemingway’in yaşadığı topraklardan yoldaş Tamara nın her dile destan Che Guevara’yla kurtardığı o uzak adadan Bu kum güçlendirir, direndirir Ölümle pençeleştirir Her kazaya karşı korur Kazandırır, yükseltir Hem ben yerinide biliyorum Gider buluruz tekrardan Hemen bir hazine haritası çizdik Yolunu yordamını belirledik Bulmalıydık o kızıl gemiyi Ne kadar istiyorduk okyanusları geçmeyi Ama ilk önce iyileşmeli Büyümeli Büyütmeli Durmayan yağmuru dindirtmeli Bir bulabilsek el fenerini Bizim için şimdilik yeterli 2268 III: Kan kokuyordu iki gün sonramız ”Dünya petrolü bittiğinden hayatımda hiç otobüse binmemiştim. Fenerliler herşeyi ince detaylarına varıncaya kadar düşünmüşlerdi. Yedeklerini bugüne odakladıklarından ilk defa hızlı yol alıyordum. Miğdemin bulantısı geçer geçmez plana konsantre olmalıydım” Otobüs perdesinin ardından transit geçtiğim hayat Yanımdaki koltuğa yüreğime sığmayan sözlerim taşmış Öyle yola koyulmuşuz beraber Ben ve diyemediklerim bir de camın ötesindeki hızlı çekim dünya Bana derinlerden göz kırpan el fenerin tereddüt etmeden tuttuğum elin Nasıl bir insandın sen yanında ilk defa üşümediğim? Tehlikeydi, karanlıktı orası yeraltında gizlendiğin Anlattıklarınsa içinde kaybolası bir masaldı yaşanmalıydı için için Battaniyenin altından okunan yasak şiirim, tatlı melodisi artık gecemin, gecenin, gecemizin Acıtana kadar seveceğimize tam kıvamında bıraktık herşeyi Amacımıza ulaşmak adına Süsledik mücadelemizi, saatlerimiz kurulu uyanmalıydı herkes erken devrim vakti Uzun bir sömürünün sonuna yaklaşıyorduk Sessiz çoğunluğumuz susmayacaktı artık Süreç radikalleşmişti Kan kokuyordu iki gün sonramız Ancak geçmişten kalan beton yolların beyaz şeritlerinde dinleniyor gözlerim Hızdan dönen başım ağırmı ağır Direksiyon emin ellerde uyuyor bedenim ...
Kalaallit Nunaa diyarında
inüitlerin yerli hayatında dev buzullar erimeden önce güneşli günlerle renkler daha berrak akan sular şeffaf fok balıkları daha canlıymış güneydeyse beyaz bir deniz varmış ak mıymış? anlatırdı ufukta gezen gemileri eski püskü haritadaki siyah kutuda gizlediği altın sarısı sahilleri dağlara nice sellerden sonra yerleşen bizlerin geçmişini mahvetmiş bilmeyen değerini buna cevap tabiat ana intikamını okyanuslarını kabartarak aldığı ve çamurlu yağmurları akıttığıyla kalmışız her türlü maddi zenginliğe eğitime örgütlenmeye önderlik eden güçler amazonları yakarken nice devrimciler varmış nasıl olduysa yenilmişler ’Sen ki bambaşka bir tohumsun devran dönecek sen büyüyecek ve anlayacaksın. Torunumsun’ derdi Asla anlamadım hangi tohumun fidanıydım yahutta büyümemiş çok kötü hastalıklıydım Devranın çarklarında birçok insan öldü öldürüldü din dil ırk yok oldu kainattan sömüren ve sömürülenden başka bu iyiydi birdik düşmana karşı kimse kimsenin ülkesinde değildi dağlar hepimizindi en yücemiz sömürü artık bitmeliydi Silahlandık… |
İnsanlar barışabilseydi doğayla, anlasaydı emeğini kıymetini, insan olmanın erdeminin bir diğerini sevmede olduğunu kavrasaydı, ne buzullar erir ne foklar ölür ne silaha sarılırdı insanlar. Güzel anlamlı duygusu çok şiirinize teşekkürler .. biri hatırlatmalı zaman zaman yaşamın güzelliklerini.. sevgilerle..