Zaman, Aykırı Düşüncelere Gebe Kalmıştı.‘’vurulunca kalbe neşter…’’ gitmişti kadın. bir veda, bir hoşça kal demeden. konuşmamıştı hiç. istememişti görmek geride kalan enkazı. verememişti bir anlam, nedensiz gidişlere adam. kör bir neşter yarasından daha derindi, kalbindeki yara. geçtikçe günler, geçtikçe aylar, yüreğinde kabaran nefret dağlarının izleri, okunuyordu gözlerinden. fırtına yüklü bulutlar gibiydi duyguları, hazırdı her an patlamaya. nedensiz ve sessiz gidişin travmaları, düşman etmişti onu tüm kadınlara. kıvranırken yüreği yalan bir aşkın sancılarıyla, kin dolmuş duygularla, bocalıyordu, yüzme bilmeyen çocuklar gibi. şekilsiz, kimliksiz bir insan haline gelirken, savaşını veriyordu aykırı düşüncelerin. boğuluyordu kocaman şehirde. şehir miydi yalan, yoksa adam mı? karıştırmaya başladı, doğruları, yanlışları. yüreğindeki intikam duygusu, kusmak istiyordu içindeki nefreti. nerede ve nasıl? kıvranıyorken nefret denilen hastalığın pençesinde, ağlıyordu yüreği içten içe. esir almıştı tüm benliğini, nedensiz bir gidişin dinmeyen sorguları. hele, nemli ve soğuk, uzun geceler yok mu? uzun zamandır benliğini saran kimlik ve kişilik savaşını, kaybetmek üzereydi adam. ezilirken aykırı düşüncelerin ağırlığı altında, umutsuzluk içinde kalan masum duyguları, can çekişiyordu. dışarı attı kendini, geç vakitte. yitirmiş gibiydi aklını. yürüdü gitti, ıssız, karanlık sokaklara. belli ki, galip gelen aykırı düşüncelerdi. engel olmak kimin haddine… büyük şehrin duman kokusu sinmiş varoşlarının, gizem dolu arka sokaklarında, buldu kendini. yankılanıyordu kulaklarında, karşı konulmaz nefretin ayak sesleri. sarsılıyor, yalpalıyor, titriyordu ayazda kalmış gibi. giyindikleri avuç içi kadar bez parçasıyla, loş ışıklı kapılarda bekleyen şuh kadınlar. dillerindeki şehvet söylemleriyle, pusulası şaşmış adamı cezp etmeleri, hiçte zor değildi. o da, bunun için gelmemiş miydi zaten? çıkaracaktı yalan aşkın acısını bir fahişenin koynunda sabahlayarak. yaşayacaktı tüm iğrençlikleri bir kadının bedeniyle. kusacaktı doyasıya içindeki nefreti. aşağılayacak, hakaret edecek, belki de kaba kuvvet… onun için tüm kadınlar aşağılık mahluklar değil miydi? yüreğindeki yangını dindirmek, her şeyi unutup nefretin çarklarına teslim olmak, huzur bulmak istiyordu! tamam dedi içinden, ‘’İntikam zamanı’’ atmıştı ki adımını bir kapıdan içeri, durdu. neden durmuştu? planlamıştı ya! yapacaklarını günlerdir. dönmeyecekti verdiği karardan. kararırken gözleri tutundu kapıya. kaldıramıyordu artık bedeni, akıl-nefis savaşını, binlerce iğne saplanıyordu beynine. şaşkındı. bakındı etrafına. istediği bu muydu gerçekten? yaşayacağı çirkinlikler, kin dolu yüreğine huzur verecek miydi? ya sonrası! galip gelen aklı mıydı? sarsıldı titreyerek. bir anlık gaflet, boğazına kadar günahlara batmaktı. iliklerine kadar ter içinde derin derin soluyarak, sokağa attı kendini. geçerken onlarca yarı çıplak kadının arasından, tutamıyordu gözyaşlarını. onu, böylesi ağlatan neydi? belki, hayatını karartan bir kadının suçunu, yaşamları acılarla dolu, bu sokaklara tutsak kalmış biçare kadınlara yüklemek. belki de, son anda farkına vardığı yalan aşkın tutsaklığı. tutsaklık… bu düşünce, çarpmıştı yıldırım gibi beyninin ücra köşelerine. koşmalıydı özgürlüğe, kurtulmalıydı bu çıkmazdan. atıldı şuursuzca. daracık sokaklar, taş kaldırımlar, tek tük kalmış yoksul ayyaşlar, tiner çeken zavallılar. koştu nefes nefese. bilmediği bir sahildeydi. içine çekti uzun uzun denizin kokusunu. başı dönüyor, bulanıyordu midesi. kusuyordu acı acı. belki de kustuğu içindeki nefretti. yıkadı elini, yıkadı yüzünü tuzlu sularla. bakındı karanlık enginlere, bakındı gökyüzüne. usulca, ah özgürlük! derken, belirdi yüzünde huzur dolu bir tebessüm, aylar sonra. Mehmet Macit 25.09.2014 İzmir MEKTEPLİ KIZ Dün çocuktu Bugün mektepli kız oldu. Siyah önlüğü tebeşir tozu Dudakları al, Parmak uçları siyah mürekkep Elinde okul çantası. Kuş misali mektepli kız Mektepli kızın başında sevda eser, Göz altında öyle bakar ki; Gözü gözümü keser. ---- 20.09.1959 - İslahiye İsmailoğlu Mustafa YILMAZ - İstanbul |