Töresel Yıkım
Alımlı ve zarif bir genç kızdı Aze.
Mesleği gereği evinden uzak, babaannesiyle birlikte yaşamaktaydı. Çok sevdiği annesine ve kardeşlerine duyduğu derin özlem, geceleri yatağına çekilince Daha bir ağır çökerdi içine. Haftasonlarını iple çeker, evine biricik annesine kavuşacağı için kalbini sonsuz bir sevinç kaplardı. Babası Nurettin bey, ufak ve şirin bir belde de PTT memuruydu. Postahanedeki tek memur olmanın zorluğuyla baş etmeye çalışır ve sadece haftasonları evine gelebilen büyük kızı Aze’den kendisine yardım etmesini isterdi. O da büyük bir heyecanla telefon santralinin başına geçer, ülkeyi yöneten lider edasıyla insanların birbiriyle olan telefon görüşmelerini sağlardı santralin başında. Zamanla beldeye tek memur yetersiz kalınca yeni bir memur atandı postahaneye. Adı Sedat’ tı yeni gelen memurun ve bu, ilk görev yeriydi onun. Sedat bekar bir gençti ve oldukça yakışıklıydı. Tıpkı Aze gibi yeşil gözlere sahipti üstelik. Henüz görevinde yeni olduğu için işin püf noktalarını mesai arkadaşı olan babası ve Aze üstlenmişti. Aradan geçen zaman zarfında bu iki çift yeşil göz birbirlerine derin bir Aşk’la bağlanmıştı. Öyle ki; artık birbirlerini görmeden geçen bir saniye bile koca bir yıla bedeldi sanki. Bir yıl boyunca yaşadıkları tutkulu Aşk, sonunda aileler tarafından da öğrenilmişti. Aze’nin ailesi bu büyük aşka saygı duymuş ve olumlu yaklaşmıştı. Ancak Sedat’ ın ailesi Doğuluydu ve töreleri gereği oğullarını beşik kertmesi adı altında amca kızıyla doğarken söz kesmişlerdi. Onlara göre adına töre denen bu sözden dönüş olamazdı, bu nedenle iki gencin aşkına şiddetle karşı çıkmışlardı. Birbirlerini deliler gibi seven Aze ve Sedat, çaresizlik içinde kaderlerine boyun eğmiş gibiydiler. İki gencin Deli aşkları bir yılı doldurmuş, ve aralık ayının son gecesiydi. Bu, birlikte geçirecekleri ilk yılbaşılarıydı. Gece saat onikiyi vurduğunda Sedat Aze’yi telefonla aramış ve ona “”bu yılbaşını hiç unutma sevdiğim, seni uğrunda ölecek kadar çok ama çookk seviyorum”” demişti. Aze için bundan daha büyük mutluluk olamazdı. Telefonu kapattığında gözünden akan iki damla yaş telefonun tuşlarını ıslatmıştı. Buruk bir sevincin gözyaşlarıydı gözlerinden süzülen iki damla yaş. Öyle ya; Herşeyden ve herkesten çok sevdiği biricik aşkı Sedat, onu uğrunda ölecek kadar büyük bir aşkla seviyordu. Artık başını huzurla yastığa koyabilirdi Aze kız... Ertesi gün işe gitmemişti Sedat, bu durumu merak eden Aze’ nin babası Sedat’ın evine gitmişti ancak kapıyı açan olmamıştı..İyice meraklanan Nurettin bey, Sedat’ın ailesine haber haber vermişti bu durumu. İlk otobüsle oğullarının yaşadığı şehre gelen anne baba, kapının açılmadığını görünce kapıyı güç bela kırmışlardı. İçeri girdiklerinde Sedat’ı kanlar içinde yerde yatarken bulmuşlardı. Avcunda kana bulanmış bir mektup vardı. Zarfı açtıklarında sayfanın bir yüzünde ailesini ve kahrolası töreleri suçlayan yazılar vardı, diğer yüzünde ise, uğrunda ölmeyi seçtiği Aze’nin adı doluydu satır satır. Ve böyle bir SON’ u seçtiği için sevdiğinden af diliyordu umutsuzca yazdığı son satırlarda… Aze yaşıyordu işte her şeye rağmen,,, ve yaşıyor,,, hala içi kan ağlayarak.. Her yılbaşı gecesi insanlar gülüp coşkuyla eğlenirken, O’ makus talihine isyan ederek acı acı gülümsüyor olabildiğince, ve dilinden hiç düşürmediği o hicaz şarkısı ile…!! görmedim ömrümün Asude geçen bir demini çekerim hep o yeşil gözlerinin matemini hasretiyle inlediğim, çekti benden elini çekerim hep o yeşil gözlerinin matemini…… (Azade) |