İSTANBUL VE KADIN
Henüz çok erken, günün ilk ışıkları
Ve soğuk bir hava, İstanbul’un orta yeri; Deniz kıyısında kırık bir masa. Derken oturdu kadının biri. Belli ki efkârlı, Belli ki derinden yaralı. Derin bir acı gizlenmiş gözlerinde. Öyle ki martılar bile çoktan olmuş sus pus Beklemekte kadını nöbette: Kaçıncı nöbet, Kaçıncı hüzün Derin bir sızı yakarken için için. Sus pus kadın, Gözleri uzaklara dalmış Ve bakmakta derin derin. Dalgalar öylesine sessiz Yalarken kıyıları Yeter ki ağlamasın kadın. Çehresi öylesine süzgün Ağlamaklı gözlerinde kıyısız hüzün. Sabahın bir vakti, Yeter ki ilişmesinler ona Suçlu belki de ve Acısını katık yapmış Akan o inci tanelerine. Bir kadın; ıssız Ve İstanbul kadar yılgın. Ne umarsız ne de öfkeli Çaresizliği her halinden belli. Yalnız en az İstanbul kadar İstanbul ağlamaklı en az onun kadar. Kuru kalabalık tüm yaşanan Bir anne şevkatiyle Bastı İstanbul kadını bağrına. Yalnız ve terk edilmiş: Biri İstanbul, Tarihin eşsiz şehri. Biri kadın, En az İstanbul kadar dertli. |
çehresi öylesine süzgün
ve ağlamak li gözlerinde kıyısız hüzün
tepeden tırnağa çamura batmış
acılarını ise katık yapmış
öylesine dokundum maziye
hoşça kal
berhudar ol