![]() Yolculuklar
en çokta yolculuklar yordu beni
son yolculuğuna uğurlarken sevdiklerimi gittikleri mesafenin ağırlığınca yol aldım bazan da kısa bir mesafeyi hiç bitmeyecek sandım savurdum ümitlerimi aklımın meçhul diyarlarına ve öylesine yordu ki büyük yolculuklar belki de her hangi bir yolculukta unutulmuş paket bendim sahibini arayan çocuk gözlerimde nice hayallere gebe kaldım küçüldüm yahut acıların locasında bir yolcu çayında geçti bütün ömrüm her macerada tohumlarım ekiliyor yalnızlığın ikliminde büyüyordum yüzme bilmeyen uzak bir köylüydüm yudumlarken çayımı hasretleri çekiyordum içimin kurak çölüne şimdi gözlerin kadar yakın ve ellerin kadar eski değildi düşler susuyordu bütün renkler yüzünün deltasında satılmaya hazır balıktım tezgahları süsleyen rakı masalarında en içli, en acı kelimeleri ben servis ediyordum kılavuzu kargalara. ve hala sudan çıkmış çırpınan bir balığın son nefesini soluyan tedirginliği gömülü, içimin hüzün mahzeninde en çokta sen acıttın içimi ey yar, dedim ya! küçüldüm bebeğim küçüldüm korkusuzluğu anlattım sana, yıldızlar düşerken saçlarına korkma dedim; korkma! sen aşkı çizer misin dedin? ben tuttum seni anlattım martılara... düşlerinin salıncağında bir oyun parkında kaybettim ellerini rüzgarlara asılıyordu gülüşlerin ve gözyaşlarının sessizliğiydi tüm evrene yayılan aşkın başka dilde de tercümesi çoktu lakin aşkın dilinden yalnızca o anlıyordu sonra; sustum. o ağladı, ben meleklere küstüm... bilirsin yorgun düşer savaşanlar oysaki aşk bilinci içinde olanlar bilir ruhun aşk ile boyanmasını ve aşk bir kalbin göğüs kafesi kadar zindan aşık bir insanın yüreği kadar özgürdür ve herkez katledildiği bir mahşeri olduğundan habersiz sevdiği kadarıyla hürdür yalnızlığımın uçurumlarında besleniyordu içimin aç yırtıcıları sensizliğimden nem alıyor ışığımı çalıyordu yani erezyonuma ortaktı bu, insan kirliliği gülüşlerim bıçaklanıyordu, ömrümün nem tutmuş kuytularında çığlıklarım yankılanıyordu uzayan rayların çelik halatlarını geriyordu bir görevlinin elleri sana her varmak istediğimde, ayrılığa bölüyordu kader yollarımı son istasyonda uyanıyordum... ölümü yaşadım buz tutan gönüllerin sıcak tenlerin de zincirlerini bağladım sonsuzluğa kilitleyip tutsak bedenleri artık nasıl ölünür biliyordum; öldükçe büyüyor yeni ayrılıklara açılıyordu bilmediğim sokakların çıkmazları her yok oluşumda külleniyordu zaman kendi ateşinde ve bileniyordu arsız yalnızlık işte böyle başladım kanamaya, yıldızlar düşüyordu deniz diplerinden, ellerimde gökyüzü ağlıyordu kanımı emiyordu biraz daha yokluğun nabzımı yokluyordu tükenmiş sesim üşüyordum biraz da ayrılıklar büktü belimi, denizler yanıyordu gözlerimde ateşimi körükleyen hüzünler biriktiriyordum, acım erimiyordu yaralı gölgelere yuvalıyordu gözyaşlarım akıp giden nehirlerle bir berzah da son bulan yolculuğu gençliğimin ve ben her zaman ki yalnızlığın sığıntı limanına demirliyordum başımı dayayıp gecenin göğsüne, el sallıyordum yaktığım gemilere bir umudun içinde yanıyordu hayallerim hapsoluyordum karanlığın gri gölgesine ve bu leş yalnızlığın gövdesinde, kurtlanıp ürüyordum bir, bir... Meriç aydın 2013’ün şubat ayında kaybettiğim dayımın anısına Türkiye genel hizmetler işçileri sendikası aylık yayın organı (EMEK 126) Disk Genel-İş Emek ve Sanat ekinde yayınlanan Şiirdir. |
hiç bitmesin şiir yolculuğunuz...