(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
DÜNYAMIZIN HALLERİ şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DÜNYAMIZIN HALLERİ şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Asagida ki cumleyle yola cikmis dusuncelerinizden Hakli bir siir okudum usta kaleminizden . "Din, savaş ve aşk; akıl dışı üç eylemdir." Dost dogru bir soz .
Savas diye bir sey yoktur aslinda, savas barisin yoklugudur . Yari uyanik dunyamizin halleri iste .
Aşk ve savaşın akıl dışı olduğu aşikâr da din konusunda aynı fikirde değilim RUSSEL ile ....
Hatta aklın almadığı bir şey görmedim dinde aklıma ve mantığıma dayanarak içimde beliren sorulara kendi aklımla cevap bulabildiklerim dinde de aynı yere vardı hep . Mesela soru soran seyircileri hiç anlamamışımdır tv programlarında bu konuda önce insan kendine sormalı dini soruları sonrasında kendi bulabilir cevaplarını.... bence o kadar da akıl dışı değil hatta akla mantığa yatkın
0 yılının başlarında Avrupa'da kurulun "Cizvit" teşkilâtı ve bir misyoner cemiyeti, Hıristiyanlığı yaymak için tüm dünyaya misyoner papazlar gönderirler. Bu görevlendirilen papazlara da "Cizvit papazları" denilir. Bu görevli Cizvit papazlarından ikisi Çin'e giderler.
Çin'in Kanton şehrine gelen papazlar, Kanton vâlisinden Hıristiyan dini hakkında vaaz vermek için müsaade istediler. Vâli bunları ciddiye almadı ise de, Cizvit papazları her gün gelip onu rahatsız ettiklerinden, nihayet:
"Ben bu mesele için Çin imparatorundan izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim." dedi ve meseleyi Çin imparatoruna bildirdi. Gelen cevapta, "Onları bana gönder. Ne istediklerini anlayayım." Deniliyordu. Vâli, Cizvit papazlarını Çin'in başkenti Pekin'e yolladı.
Olanların haberini almış olan Budist rahipler, fena hâlde telâşa düşerler. "Bu adamlar, Hıristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini, milletimize telkin etmeğe çalışıyorlar. Bunlar, kutsal Buda'yı tanımıyorlar, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. Lütfen onları buradan kovun!" diye İmparatora müracaat ettiler. İmparator:
"Evvelâ ne söylediklerini bir anlayalım. Ondan sonra bu hususta kararımızı veririz." dedi.
Memleketin sayılı devlet ve din adamlarından meydana gelen bir meclis düzenledi. Cizvit papazlarını da bu meclise davet etti:
"Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir? Anlatın." dedi.
Bunun üzerine, Cizvit papazları şöyle dediler:
"Semayı ve arzı yaratan Allah birdir. Fakat aynı zamanda üçtür. Allah'ın biricik oğlu ve Ruhulkudüs de birer Allah'tırlar. Allah, Âdem ve Havva'yı yaratıp, cennete koydu. Onlara her türlü nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Her nasılsa şeytan, Havva'yı aldattı. Havva da Âdem'i yanıltarak, birlikte Allah'ın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Cenâb–ı Hak, onları cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların çocukları ve torunları doğdu. Fakat bütün bunlar, büyük babalarının işlediği günah ile kirlenmişlerdi. Hepsi günahkârdı.
Bu hâl, tam 6000 sene devam etti. Nihayet Cenâb–ı Hak, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu, günah kefareti olarak kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız peygamber, Allah'ın oğlu olan o Rab İsâ'dır.
Arabistan'ın batısında Filistin denilen bir bölge ve orada Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs'te, Celile denilen bir kasaba, Celile'nin de Nasıra isminde bir köyü vardır. İşte bu köyde bundan bin sene önce Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, amcasının oğlu olan marangoz Yusuf ile nişanlanmış ise de, henüz evlilik gerçekleşmişti; bu yüzden bakire idi. Bir gün, tenhâ bir yerde bulunurken, Ruhulkudüs gelip, ona Allah'ın oğlunu ilkâ etti (koydu). Yani, kız bakire iken hâmile oldu. [Bundan sonra nişanlısı ile Kudüs'e giderlerken Beytüllahm'da] bir ahır içinde çocuğu dünyaya geldi. Allah'ın oğlunu ahırdaki yemliğin içine koydular. Doğuda bulunan rahipler, onun doğduğunu gökte birdenbire yeniden ortaya çıkan bir yıldızdan anlayarak, hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler.
İsâ denilen Allah'ın oğlu, 33 yaşına kadar Allah'ın melekûtu üzerine vaaz etti: "Ben Allah'ın oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmağa geldim." dedi. Ölüleri diriltmek, âmâların gözlerini açmak, topalları yürütmek, cüzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak, suyu şarap yapmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaret ile kurutmak gibi daha birçok mucizeler gösterdiyse de çok az insan ona iman etti, inandı.
Nihayet hain Yahudîler, onu Romalılara şikâyet ettiler ve haça gerilmesine sebep oldular. Lâkin İsâ, öldükten üç gün sonra haçta tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semaya çıkıp, babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini ona terk etti ve kendisi geri çekildi. İşte, bizim vaaz edeceğimiz dinin esası budur. Buna inananlar, öteki dünyada cennete, inanmayanlar ise cehenneme gideceklerdir."
Bu sözleri dinleyen Çin imparatoru, papazlara:
"Ben sizden bazı şeyleri sual edeceğim. Bunlara cevap verin." dedi ve şöyle sormaya başladı:
"İlk sualim şudur: Siz, Allah hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, iki iki daha beş eder gibi mânasız bir laftır. Bu işin aslını hana izâh edin!"
Papazlar cevap veremediler:
"Bu Allah'ın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez." dediler.
İmparator:
"İkinci sualim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan, çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işten haberi bile olmayan bütün sülâlesini nasıl günahkâr sayar? Kulların affı için nasıl olur da kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Bu, O'nun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne dersiniz?" dedi.
Papazlar yine cevap veremediler:
"Bu da Allah'ın bir sırrıdır." dediler.
İmparator:
"Üçüncü sualim de şudur: İsâ, bir incir ağacından mevsimi olmaksızın meyve istemiş, ağaç meyve vermeyince onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde İsâ'nın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulüm değil midir? Bir peygamber, zalim olur mu?"
Papazlar buna da cevap veremediler:
"Bu işler, manevî işlerdir. Allah'ın sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez." dediler.
Bunun üzerine Çin imparatoru:
"Ben size izin ve müsaade veriyorum. Gidin, Çin'in, istediğiniz yerinde vaaz verin." diyerek onlara müsaade etti.
Onlar, huzurdan çıktıktan sonra imparator mecliste bulunanlara dönüp:
"Ben Çin'de böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zannetmiyorum. Onun için bu adamların, bu hurafeleri vaaz etmelerinde hiçbir mahzur görmedim. Ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavimlerin bulunduğunu görecektir" dedi.
"İkinci sualim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan, çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işten haberi bile olmayan bütün sülâlesini nasıl günahkâr sayar? Kulların affı için nasıl olur da kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Bu, O'nun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne dersiniz?" dedi.
Papazlar yine cevap veremediler:
"Bu da Allah'ın bir sırrıdır." dediler.
İmparator:
"Üçüncü sualim de şudur: İsâ, bir incir ağacından mevsimi olmaksızın meyve istemiş, ağaç meyve vermeyince onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde İsâ'nın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulüm değil midir? Bir peygamber, zalim olur mu?"
Papazlar buna da cevap veremediler:
"Bu işler, manevî işlerdir. Allah'ın sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez." dediler.
Bunun üzerine Çin imparatoru:
"Ben size izin ve müsaade veriyorum. Gidin, Çin'in, istediğiniz yerinde vaaz verin." diyerek onlara müsaade etti.
Onlar, huzurdan çıktıktan sonra imparator mecliste bulunanlara dönüp:
"Ben Çin'de böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zannetmiyorum. Onun için bu adamların, bu hurafeleri vaaz etmelerinde hiçbir mahzur görmedim. Ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavimlerin bulunduğunu görecektir" dedi.
Sayfayı ziyerete çok teşekkürle, adı geçen kitbı tavsiye ediyorum Teşekkürler değerli Meyem hanım.
ÇOK OKUNMASI GEREKEN BİR KİTAP: DARWİN TANRI ve YAŞAMIN ANLAMI Yazar: STEVE STEWART- WILLIAMS Son yılların en değerli bilimsel yapıtlarından birisi. Büyük emek ve araştırma ürünü, akıcı ve anlaşılır çok net bir dil. Mükemmel bir çeviri.
SAYFA 114-115 TAMAMI 390 SAYFA / SAY YAYINLARI
''Bilinci açıklamak kesinlikle zor, belki de olanaksızdır. Bu noktada iki soru sormamız gerekir.İlk olarak tanrıya başvurmak sorunu çözmemize katkıda bulunur mu? İkinci olarak ise, bilinci açıklayamasak da bunun doğal bir olgu olduğunu kabul etmek için herhangi bir neden bulabilir miyiz? Maalesef, Tanrı için ilk sorunun yanıtı '' Hayır'' ikinci sorununki ise ''evet''tir. Tanrıya başvurmanın, bilincin gizemini çözmeye yardımcı olup olmayacağını sorgulayan ilk soru ile ilgili olarak şunu sormakla başlayabiliriz: Tanrı neden madde dışı ruhları aksi takdirde dağlar veya çamur kadar bilinçsiz olacak, hareket eden evrilmiş madde yığınlarına hapsetmek istesin?Özellikle hangi anlamları içerdiğini düşündüğünüzde, bu biraz garip gelebilir. Tanrı muhtemelen, ruhun doğasını, ruhun istek ve arzularının, madde yığınlarına evrimin şart koştuğu hayatta kalma ihtiyaçları ve davranışları ve davranışları ile örtüşecek biçimde tasarlamıştır. Tanrının örneğin kar tanelerine insana yaptığı gibi birer ruh vermesini ve hayattaki yerlerine - kristal şekilleri oluşturup usulca yere inme arzusuna- uygun bir psikoloji ihsan etmesini garip kılan nedir. Tanrıcının sorması gereken diğer bir soru da şudur: Bilinci Tanrı yarattıysa, Tanrının bilinci nereden geldi? Tanrı'nın bilinçli olduğuna hemfikirsek, insanın bilincini, Tanrının bilinçli yaratım eylemi üzerinden açıklamak bizi döngüsel ispat yanılgısına götürmez mi? Bu, diğer bir deyişle tam da açıklanmaya çalışılan bilincin varlığının önceden kabul edilmesidir.Bilinci( veyadünyadaki herhangi başka bir şeyi) tam olarak anlamış olmayabiliriz, fakat bir sonucun açıklanmasının o sonucun ''büyüsü'' olduğunu düşünmenin mantığı yoktur. tanrıcı açıklamanın özünde işte bu ''büyü'' vardır.. Bilgimizde boşlukların bulunduğu yerlerde, bizden daha bilgisiz olaneski halkların herhangi bir dayanağı olmayan cevaplarına sığınmaktan çok, bilgisizliğimizi kabul etmemiz gerekir.
Tam olarak nasıl olacağını bilmesek de, bilincin doğal bir olgu olduğunu kabul etmemiz için nedenler bulup bulmayacağımızı sorgulayan ikinci soruyla ilgili olarak ise, tek başına maddenin bilince sahip olmasını düşünmenin ne kadar zor olacağını kabul etmekle başlamamız gerekir. Bu sorunun çözümü için, bilince sahip olan, doğa dışı başka bir ''varlığa'' (akıl veya ruh) başvurmak sorunu çözmez; yalnızca sorunun yönünü değiştirir. Madde dışı bir varlık bilinçli olma özelliğine sahip olabilirken , maddesel bir varlığın bilince sahip olamaması herhangi bir sorun teşkil etmiyorsa, bunun tek sebebi, bu maddeyi dolaylı olarak bilince sahip olabilecek bir varlık olarak tanımlamamızdır. Madde dışı akıllı bir varlığın bilince sahip olabileceğini öne sürebiliyorsak, bunu madde için neden söylemeyelim? Aslında ikinci seçenek tercih edilebilir, çünkü madde dışı bir şeyin, maddesel dünya ile nasıl etkileşebileceğini (örneğin, fiziksel olmayan bir akıl ile fiziksel bir bedenin davranışlarının nasıl yönetilebileceğini) açıklama sorunu bir kenara iter. Böylece, bilincin doğal bir olgu olduğu görüşünü benimsememiz için güçlü bir nedenimiz olur. O halde aklın, beyinle etkileşim içinde olan fizik dışı bir tür varlık olmaktan çok, evrimleşmiş bir beynin etkinliği olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bunu kabul ettiğimiz anda ise çok ilginç bir şey olur. Aklın Tanrı'nın varlığının bir kanıtı olduğu savıyla başladık. Ancak , akıl fiziksel bir organın- beynin-kapasitesiyse, aslında bu savın tam tersi olur: Tanrı'nın varlığına karşı kanıt teşkil eder. Her şeyden önce, aklın varlığının beyne bağlı olması, aklın ancak beyin var oldukça varlığını sürdürebileceğini ve dolayısıyla ölümden sonra yaşam olmayacağını gösterir.( Bölüm 8'de bu konuyla ilgili daha fazla şey söyleceğim) Tanrı'nın bize ölümden sonra devam eden bir yaşam bahşettği fikri,çoğu kişinin Tanrı algısının ayrılmaz bir parçasıdır. Aynı şekilde beynin etkinliği olarak, çoğu inananın sahip olduğu Tanrı kavramıyla çelişmektedir. Ne var ki, inananlar aklın ölümlü olduğu ve bu yüzden Tanrıyı çok daha mantıksız kıldığı gerçeğini görmezden gelme eğimindedir.
Bu daha da kötüye gider. Aklı bir uyarlanma genleri genleri çoğaltamak için bir mekanizma olarak görmeyebaşladığımız anda, Tanrı'nın insan aklı ile uzaktan ilgili bir şey olduğu dahi bir zamanlar sahip olduğu gücü yitirir. Nature dergisindeki bir yazının ortaya koyduğu gibi:
Evreni yaratma yeteneğine sahip bir varlığın aklının, Afrika savanasında toplumsal kümeler içinde yaşamaya uyum sağlamış iki ayaklı maymun ile aynı duygusal yapıları ve algısal çevreyi taşıyor olması en baştan olasılık dışıdır.''
....................
(Alıntı kaynağı : Sayfa -114-115- Darwin Tanrı ve Yaşamın Anlamı / SAY YAYINLARI)
Çıkar menfaat bu üç şeyin üstüne çıkıyor, Akıl,mantık,gerçek saf dışı insan bıkıyor... Geri kalmış ülkelerde kan oluk gibi akıyor, İnsan aklıyla Dünyayı Cennete çevirmeli. Yoksa kan durmayacak masumlar her gün ölecek, Vurgunu vuran kim olursa olsun onun yüzü gülecek. HakanKURTARAN Yüreğine sağlık Şaban Üstadım. saygıyla.
Hakli bir siir okudum usta kaleminizden .
"Din, savaş ve aşk; akıl dışı üç eylemdir."
Dost dogru bir soz .
Savas diye bir sey yoktur aslinda, savas barisin yoklugudur .
Yari uyanik dunyamizin halleri iste .
Tesekkur ediyorum
Saygiyla .