Oyun
saniyede yirmi dört kare çocuklaşıyoruz bazen
ağlak bir dil bekliyor bizi bir üst katımızda kıskıvrak yakalanıyoruz bazen zehirli bir sessizliğe pilli bir bukalemunla oynuyoruz geceleri -rastgele karalanmış boyama kitapları hiç yaşlanmaz aslında- düşlemekten helak olmuş bir kum torbası oluyoruz bazen ağaçla kök arasında bir yerlerde kayboluyoruz ansızın sterilize edilmiş hatıralarla dolduruyoruz küvetimizi biraz fahir atakoğlu koyuyoruz, yumuşasın diye sertlemiş sancılarımız kapıyı da sıkı sıkı kilitliyoruz ki, hıçkırıklarımızın kimliği belli olmasın diye suyun içinde bir kitap, ama kupkuru : "tek derste alternatif arınma" kırık bir dudak aforizması sana : yanılmak, yenilmek değildir belki, seninle hiç oynamadık daha keşkeler panayırında daha hiç ölü atlara binip, kahkahalarla ağlamadık daha ya da içimiz sızlarken dönme dolaplar döndürmedi başımızı ama ayrı ayrı öldük o renksiz korku tünellerinde eğer bir gün o mukaddes kalbini yerde görürsem bil ki, alır, üç kere öper alnıma dayarım tüm sevdiklerimize günah yazılmasın diye saniyede yirmi dört kare hatırlıyorum bazen yanağıma giydirdiğin ıslaklığını evet, derin yırtmaçlı bir gecedeyim şimdi çok ayıp değil mi, tüm siyahım görünüyor sonra televizyonu açıyoruz düş sersemi bir mindere gömülüp, izlemeye başlıyoruz kendimizi. Oktay Coşar |
o mukaddes kalbini yerde görürsem
bil ki, alır, üç kere öper alnıma dayarım
tüm sevdiklerimize günah yazılmasın diye"
şiir ve kare
çok güzeldi Marcel
saygıyla..