Bir dudağın yalpalaması üzerine
Üç vakit olmuş içmeyeli
Boğazımda bir deniz Üzerinde koyu bir sis Ben bağırıyorum karşılara Getirin, getirin o kır atı Getirin de bineyim bu yakaya Üç vakit doldu kadehe Çatladı belki de yüzün Mısır’da Süreyim o kır atı çatlayasıya Ne kadar sürer bilinmez bu Sam Günahı kalkar havaya sonra Koskoca bir Mezopotamya’nın Zaten kurumuşken dudaklarım Nasıl üzerinden Kaf’ın sıçrayayım Üç kere döndü Zöhre Dört köşeli bir yıldızın hemen ötesinde Saçlarına yetişmek için Dört nala bu rüzgarın üzerinde Çatlattım işte kanatlı atı Geçemedim de bir türlü esrarı Nasıl resmedeyim şimdi söyle Bu nahoş kafayla o esrik dudakları Yalpalar durur, cennete cehenneme |
bunu anlıyabilirim. ama şiirin tamamındaki bilgelik ve şiirsel anıştırmalarla;
-tıpkı bir amfi tiyatroda yankılanan bu sisli sesin -- taak anlaşılıp anlaşılmayacağından
emin olamam.
yani uslup içerisindeki bütünlüğü bir başka yere monte ederseniz asla uymayacak
ve herkesin ve her kelimenin gardını alacağı bir düzen içindeki seyri
her şiirde farklı kasnak ve biçem ve evet olmazsa olmazı Şafak Sen'in
durup açık bir meydanda sisleri yırtarak seslenmek...
-ne diyorum. yine şiir aldı başını gitti mi ne
çok sevgiler