Uğurlama
gidişin ölümün diğer adıydı.
aslında hep ben uğurladım seni mevsim kuşları gibi gittin, her seferinde. toparlanma gereği bile duymadan bir kez olsun vedalaşmadan belki böylesiydi olması gereken zorsunmalarım, küsmelerim sana sitemim yersizdi belkide. hangi vedayı doğru dürüst göğüsledim ki hangi vedada oturup ağlamadım. isyan etmedim, haykırmadım hayata. kırılıp dökülmedim ki ben öyle kararlıydın ki giderken kalmayı hiç düşünmedin bile geriye dönüp bakmayı yediremedin kendine her seferinde bıraktığının senin olmadığını söylerdin oysa enaz sen kadar sendim ben bunu farkettiğinde, çakılıp kalmaktan korktun kendine esir olmaktan. oysa daha ilk günden takılmıştı ayağına zincirler. tutsaklığın; gitmeyi düşleyipte, kalmak olduğunu anladığında, ölmeyi istemiştin hani bileklerini kesmiştin bir akşamüstü. kuşların saçaklara tünediği bir vakitti. o gün ölmüştün aslında sen hayata döndürdükleri bir et yığınından başka neydin ki, o hastene odasında başucunda ben, yasını tutmuştum içinde ölenlerin. biliyorum, mevsim hüzne döndüğünde kuşlar göçe yürüdüğünde sen tekrar deneyeceksin ölmeyi oysa çoktan öldüğünü hiç farketmeden... |