SARIKAMIŞ'TAŞiirin hikayesini görmek için tıklayın SARIKAMIŞ KAHRAMANLARINA
“Ben size ölmeyi emrediyorum.” Bu emri bilirsiniz. M. Kemal ve Çanakkale şehitlerini hatırlatır duyanlara. M. Kemal’den önce kaç komutan bu emri açıktan veya gizli, doğrudan veya dolaylı olarak vermiştir o kahraman orduya bilmiyorum. O ordu ki, ölüme gittiğini bile bile gider, o asker ki, aldığı emri sorgulamaz. Öleceği kesin de olsa bir an tereddüt etmez. Belki arkadaşım sağ kalır umuduyla vasiyetini bile bırakır ve “atılır ileri tam ercesine.” Ölüm, Ölüm nasıl bir şeydir? Gerçekten çok korkunçtur ölüm? “Bir gül bahçesine girercesine” mi gidilir ölüme? Bir cümle çınlıyor kulaklarımda: “Türkler ölmeyi sever” diye. Neden sevmeyelim? Ölüm güzel olmasa, ölür müydü Hz. Muhammet? Bir asker değil, on asker değil, bin asker değil…. Yüz bini aşkın asker düşmüş yollara. Komutan emir verdi diye. Sonuç ne olur diye hiç düşünmeden erinden en üst komutanına kadar düştüler yollara. Yollara düştüler düşmesine de acı mı acı kış bastırmış, ne yol yola benzer ne kış kışa ne de üstlerindeki elbiseye… Üşümek, ne kadar soğuk bir kelime değil mi? Onu duyunca bile insanın içi titriyor. Hayır, onlar üşümediler, bu kelime yetersizdi çünkü anlatmaya soğuğu. Çok ama çok üşüyorlardı, daha doğrusu dondular. Önce parmaklardan başlıyordu donuş. Ayak ve el parmakları donuyordu önce. Hisler kayboluyordu, çorap diye giyilenler yapışıyordu tene, sonra tenle bir, ardından etle bir ve sonra kemikle bir oluyordu ayıktakiler. En son yürekler donuyordu vatan için, Allah sevgisi için çarpan yürekler donuyordu. Yüzlercesi, yapılacak hiçbir şey kalmadığının anlayınca koyunlar gibi birbirlerine sarıldılar. Dondular dıştan başlayarak. Yürekler dondu. Tarih dondu o anda. Dünya dondu. O kış yok mu, o kış… Yine galip gelmişti Rusların başkomutanı Kış. Bundan önce Napolyon’u yenen, bundan sonra da Adolf Hitler’i durduracak olan Mareşal Kış. Yüzlercesi bir arada donup kalmışken ılık bir rüzgar çıkageldi imdatlarına. Doğruldular yerlerinden. Ateşin Hz. İbrahim’i yakmadığı gibi kar da onları üşütmüyor, hatta içlerini ısıtıyordu. Hafiflediler, kuşlar gibi hafiflediler. Çevrelerinde ölümcül kar katmer katmer beyaz güllere dönüştü. Öyle bir güzel koku yayıldı ki çevreye, mutluluk sardı kalplerini. Artık halkaları bir düğündeki halay halkası gibiydi. Binlerce, milyonlarca melek sardı etraflarını. Tek tek alıp götürdüler onları. “Hoş geldin Mehmet’im” diye. Onlar öldüklerini bile bilmediler. Dönüp ardına da bakmak akıllarına gelmedi. Aslında ölmemişlerdi ki. “Onlara öldü demeyiniz. Onlar sizin bilmediğiniz bir şekilde yaşıyor.” Diyordu Mevla. Onlar ölmediler. İnanın şu anda yanınızdaki boş koltukta, sahnede hemen yanı başımızda, pervazlarda, ışıkların çıktığı yerlerdeler. Onlar ölmediler, bizim onları unutmadığımız gibi ne zaman başımız dara düşse Allah’ın izniyle yardıma koştular. Ne zaman onları ansak gül bahçesinden getirdikleri kokularla doldurdular evlerimizi salonlarımızı. Söyleyin böyle ölüm sevilmez mi dostlar? Aytekin KIRDIOĞLU/ ÇORUM SARIKAMIŞ’TA |