LANETLİ YALNIZLIK
Ellerini başına koymuş öylece oturuyordu yalnızlık
Puslu yüreğini yansıtan pencerenin kenarında Issız şehrin sakin kalabalığı aydınlanıyordu ışık ışık Ne kadar da karanlık kokuyordu aslında Dizlerini göğsüne dayamış biçare duruyordu yalnızlık Sarılacak kimse kalmamıştı boynuna Yağmur erken gelecek kışı haykırıyordu ıslık ıslık Üşümek vardı yine bu sonbaharda Payına düşen dilsiz sözleri sessizce haykırıyordu yalnızlık Öyle ya bazı şeyler mühürlüydü dudaklarında Avazı çıktığı kadar susmak kalmıştı çığlık çığlık Gerek var mıydı düğümlü dilleri açmaya Gözlerinden düşen kor damlaları bilinçsizce siliyordu yalnızlık Virane ruhuna saplı bıçakları görüyordu suretinin enkazında Dokunsalar susardı belki ağlamak yerine yazık yazık Yine tek çare lanet etmek oluyordu o sol yanındaki boşluğa |
''Al yalnızlığını gel, sıkılmayız.
Senin yalnızlığın,
Benim yalnızlığımla konuşur
Biz, ikimiz susarız.''
demişken duvarında ki gözlüklü (hoş hala orda mı bilmiyorum ama) ben susayım..
gel.