Bozkırda Rüya
Gözlerim beş bin yılın ışığıyla kamaştı,
Ayaklarım tarihin köklerine dolaştı. Takıldım düştüm, başım sertçe çarptı bir taşa, Çekik gözlü bir güzel yetişti koşa koşa. Uzattım ellerimi, tuttu, çekti, kaldırdı, Beni az ötedeki obasına çağırdı. Yürüdük, mahşer gibi bir kalabalık vardı, Öyle büyük ki meydan, sanki gökler kadardı. Kurulup en doğudan en batıya çadırlar, Sofra diye yerlere serilmişti bozkırlar. Orta yerde bir tahtta Tanrı oturuyordu, Etrafında-saygılı-yiğitler duruyordu. Sarmıştı yiğitleri milletim, küme küme, Biz ancak yetişmiştik, başlıyordu mahkeme. Dizilmişler içinden bir yiğit öne çıktı, Boyu kısa, saçı gür, kavruk alnı açıktı: "Adım Mete. Teñri’nin kut verdiği kuluyum, Yüce Hun Hükümdarı Teoman’ın oğluyum. Bozulmuş milletimi bir araya getirdim, Milletime kasteden düşmanları bitirdim. Emrimle Çin denilen düşman yere serildi, Ötüken Kök Teñri’nin hizmetine verildi." Diz vurup sırasına çekildi geri geri, Genç bir adam doldurdu ondan boşalan yeri: "Adım Kür Şad. Milletim iyi bilir adımı, Onlara feda ettim kolumu kanadımı. Onlar dalıyorlarken bir gaflet uykusuna, Şu kırk arkadaşımla biz mani olduk buna. Yağmurlu bir gecede Çin Sarayı’nı bastık, Öldük; fakat hürriyet bayrağını da astık." Sırada şimdi vardı iki candan arkadaş, Hayır, arkadaş değil, bunlar galiba kardaş: "Biz Selçuk oğulları, biz Çağrı ve Tuğrul’uz, Bu cihan tanır bizi, adımız Türkmen Oğuz. İki nehr arasında sıkışıyorken Türklük, Mümbit Anadolu’ya Türklüğü biz götürdük. Davranıp kavrayınca sancağını İslâm’ın, Dağıttık bu dünyaya Muhammed’in selâmın." Bir genç, gözleri çakır, üzerinde kefeni, Mağrur duruşuyla pek etkilemişti beni: "Alparslan derler bana, Türk’üm ve İslâm’ım ben, Mazlum Anadolu’yu söktüm düşman elinden. Orduları, beyleri, obaları, boyları Sürdüm; Anadolu’da sürsün diye soyları. Ve onlara yolbaşçı diye bozkurdu yaptım, Sonra Anadolu’yu Türk’ün öz yurdu yaptım." Tüm başlar usul usul ve saygıyla eğildi, Gelen Osman Gazi’den bir başkası değildi: "Gazâ üzere geldim, benim mürüvvetim bu, Anılsın Allah adı, benim tek niyetim bu. Unuttuk sanılmasın sakın milletimizi, Milletimiz olmasa, kim ne bilirdi bizi? Türk Milleti Tanrı’nın sevgisiyle boyanmış, Bunca meşakkatlere bu sayede dayanmış." Fatih, Yavuz, Kânûnî ve daha bir nice Türk Geldi geçti. En sonda sahne aldı Atatürk. Dedi: "Bir uyandım ki, eyvah, milletim yasta, Osman’ın can verdiği köklü devletim hasta. Yedi düvel ülkenin etrafını sarıyor, Anadolu’m kendine kurtarıcı arıyor. Düşmanın-artık değil-bırakmadan bitini, Gösterdik bir kez daha Türklüğün kudretini." Baktı, "Hey, sıra senin, haydi!" dedi güzel kız, Olacağı anladı ve güldü arsız arsız. Şaşırdım; fakat herkes beni bekliyor işte, Çaresiz, ellerimi kavuşturdum önümde: "Ben bir Türk ana ile Türk babadan olmuşum, Kendimi sefahatin ortasında bulmuşum. Ne bir uğraşa girdim, ne bir savaş gördüm ben, Benim geçimim bile başkasının elinden. Soyum sopum bellidir, gerçi benim adım Türk, Fakat tek maharetim, olmak milletime yük!" Gökten bir mavi ışık indi, üstüne düştü, Güzel kız boz yeleli bir bozkurda dönüştü. Uludu: "Ben ananım. Asena benim adım, Seninle olacaksa, varsın olmasın yâdım! Var gücüyle at sürdü, nâmını saldı Osman; Ne tuhaf! Fakat senin bugün boynunda tasman! Çölleri ordularla birlikte geçti Yavuz; Kırılırken soydaşı, nerede Türkmen Oğuz! Şimseklerden hızlıydı Yıldırım’ın askeri; Bugün torunlarında hep yılgınlık sesleri! Viyana’ya varmıştı Kânûnî Süleyman’ım; Unutuldu mu törem, nerde kaldı Turan’ım? Dikilip duracaksa yıkılsın Tanrı Dağı, Deyin, boşa akmasın, kurusun Vey Irmağı! Ergenekon’dan sizi, bilsem çıkarır mıydım! Unutun, silin beni nerede varsa kaydım!" Uyandım, ince bir kan başımdan akıyordu, Uzaklardan bir bozkurt, kederli, bakıyordu. 10.09.2012-14.09.2012 |